Terli ve nemli bir düş’ ün isyanıdır
gerçek olanlar ve gerekçelerin gereksizce imgelerde boğulduğu asla yalan değil…
Günü ve geceyi uyuttum da geldim; bir
de annemi ve ben mahlası olmayan bir şairim belki de şair bozuntusu kimine göre
ve kimyamdaki taşkınlıkla yükleniyorum kendime.
Meylettiğim bir çiçek var ki içimde
solmayı ve koparılmayı bekleyen ve inadıma o çiçeğe itibar etmiyorum artık ve
acımla ihya olup eksenimde yol alıyorum…
Kibirsiz bir isyanım ben ve de şaşkın
bir beşer:
Şaşmakla ölmek arasında gidip
geliyorum ve şeşi beş görenlerden açık ara farkla en çok kendimi şaşırtıyorum
ve de insanları analiz edip kalp gözümde saklı sırlarla yol alıyorum.
Yazdığım kadar da nefes aldığım
doğrudur ve yaşamakla yaşarmak arasında gidip geliyorum bu sefer.
Her acının açısı farklı ve her açının
algılanışı da:
Algı eşiğinde debelenmeden
algılarımla alt ediyorum zalimi ve kötülüğü ve kötülükleri ile beslenenlere
inat daha da iyi bir insan olmak adına veriyorum mücadelemi: kalemimse benim
sihirli değneğim ve asi ruhumla verip veriştiriyorum asalak gölgelere.
İsyanım kötüye.
İsyanım haksızlığa.
İsyanım nefrete…
Gün devindi bense yerimde saydım.
Geceye erdim ereli uykuya daldım:
Kibarca sevdiğim kadar usulca
uzaklaşıyorum densiz ve kibirli gölgelerden ve kim olursa olsun karşımdaki duruşumu
asla bozmuyorum ve başım dik olduğu kadar kalemi de dikmişken sayfanın ortasına
ve de insanların gözüne…
Hüzünse ayrı dünyalara ayak bastığım
bazen tavan yapan korkularım ve kaygılarım…
Canım yandığı kadar mutluyum ve de
akla zarar…
Canım yandığı kadar yazıyorum bilsem
de afaki bir uğraş olduğunu…
Canım yandığı kadar seviyorum kendimi
ve ruhumun röntgenini çekip sunuyorum altın tepside yüreğimse hayli yorgun ve
ateşli bir o kadar kapatmışken kalbimi beşeri aşklara…
Ve işte ihya olduğum elbet Rabbin
çağrısı elbet imkânsızlığın ağrısı ve ben hayatı da mutluluğu da ağırdan
aldığım kadar adım çıkıyor Molla’ya ve ağır yürüdüğümden mi nedendir yeni
sıfatlar ekleniyor adımın başına.
Bir adım daha atıyorum ve adımla
yaşayıp ismimle müsemma şiirler yazmayı reddediyorum bu sefer ne de olsa çiçek
kadar kırılgan olsam da çelik gibi irademle tüm safsataları duymazdan ve
görmezden geliyorum.
Görmezden gelen kimse daha da
yakınlaşıyorum Rabbime ve kendime ve soyut duygulardan kendime inşa ettiğim bu
somut cennette hürriyetimi ve hüviyetimi kolluyorum ve kodluyorum da ne de
olsa…
Sevginin hazında ve hasında saklıyım
ben itibar ettiğim kadar insanlara itibar görmesem de ikaz lambamı yakıyorum ve
yalnızlığın kıvrımlarında s/onsuzluğun ateşi ile yanıyorum yoksa nasıl yazardım
bunca şeyi ve nasıl ayakta kalırdım bunca şeye rağmen…
Cilası yitik günün göğün de randıman
almadığı bir iklime selam verdiğim.
Sessizce surlara serdiğim sırlarım.
Sudan bahanelerle suyoluna gidiyorum
deyip de geri dönmeyenlerin…
Hayır, hayır: bir çağrı değil bu
varsa yoksa ruhumdaki sıra dışı ağrı ve ağdalı duygular iklime nazire yaptığım
baharlanmış ve çiçeklenmiş dallarım…
Bir duygu sağanağına asılıyım ve
başıma yağan nurun devamında canımdan can gidiyor en çok da sevdiklerimin canı
yandıkça ve işte günleri torbaya koyup da gecelerde yazdıklarım sessiz sedasız
terk etti geceyi ve güne teşrif etti ilham perim ve ben saatini öylesine
belledim ki: elimle koymuş gibi buluyorum sözcükleri.
Semanın yağmalandığı bir ikindi.
Kuşluk vaktini kuşlara çaldırdım ve
bildiğim tüm duygularla çarpıldım adeta cin çarpmışa dönen yalnızlığım ve vakur
benliğim ve metanetim.
Sözcükler sobeliyor birbirini:
Bense lades, dememek adına zor
tutuyorum kendimi ve sözcükler bir bir yağıyor gökten.
Ulu orta sevenlerden olmadım ben ve
asla kavuşmadım sevdiğime sanırım öyle biri de asla var olmadı ömrümde ya da
var olduğuna inanıp kendimi kandırdığım ve de hüzne çanak tuttuğum…
Yüreğimin aralık bir kapısı var ve
içeri sızan her kimse yüreğime alıp besliyorum onu ve oylumunda yüreğin oyalar
işliyorum aşk diye işkillenip aşikâr sevsem de itiraf edemiyorum çünkü dilim
tutuluyor ve işte kaçıp kovalansam da nihayetinde kendime ve yalnızlığıma sıkı
sıkı sarılıp sarmalında hüznün, ağıtlar yakıyorum.
Her gün yeniden doğduğum kadar her
gece öldüğüm yalan değil.
Mutluluktan ağlayıp da üzüldüğümde
işi deliliğe vurup güldüğüm de…
Ruhumu gülümseten nidalar armağan
ediyor Tanrı ve içine düştüğüm boşluğu kâh severek kâh üzülerek gideriyorum en
azından ruhumu hoş tutuyorum boşa düşmüş bir vatandaş olmayı dahi becermişken
bundan birkaç sene evvel her boşluğu hoşluğa çevirmek adına tavan yapıyor
duygularım.
Bir batında doğan duygular hayli
külfetli ve kiminin, insan eti ağır, dediğini duysam da asla ödün vermiyorum
doğrularımdan ve ağırlık denen kütleyi sevgiyle eşleştirip bir boşluğu daha
hoşlukla dolduruyorum.
Anlatmak istediklerim bunlardan
ibaret değil.
Benimse içine düştüğüm müşkül
sayesinde insanların meşgule verdikleri anlayışları ve sevgisizlikleri daha bir
yakıyor derinden.
Acılar ırmağında yıkandığım kadar
içimi açmıyorum da artık insanlara ve duygularımı geçiştirip geçkin şarkılarda
demleniyorum dertlendiğim kadar daraldığım ve düze çıkmanın hayalini kurup
kalemimle attığım taklalardan sonra ruhumu takvaya koyup ışıyorum bir yıldız
gibi kaymanın da ötesinde yeniden doğmanın müjdesini veriyor şiirlerim.
Bir içimlik addedilen şiirlerim:
Kelebek ömürlü olsa bile günlük
yazdıklarım aslında benim ömürlük duygularımın ifasıdır her biri bir o kadar
altına imzamı attığım idam fermanım…
Ne de olsa insanların frekansları
anbean değişmekte ve algı eşiğimde bir alçalıp bir yükseliyorum nüktedan bir
ömrü hüzünle eşleştirip tutuklu kaldığım kadar da tutkuyla sevmenin mizacı iken
kalemin her destur, deyişinde sarmalında inancın sevgiyle eşleşen duyguların
ritmine ayak uydurmak adına kalemin cıngılında çığırtkan bir ses gibi nidaların
hız aşımında nükseden coşkum gibi…
Ansızın doğduğum.
Ansızın da öldüğüm…