Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 11/7/2020
Okunma Sayısı : 1329
Yorum Sayısı : 8
İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL'DA SALTANATIN KALDIRILMASI--2. BÖLÜM--

Mustafa Kemal daha Samsun'a gönderilirken kafasında iki düşünce vardı: 1- Düşmanı yurttan kovarak Misak-ı Milli ile belirlenmiş sınırlar dahilinde bağımsız yeni bir devlet kurmak 2- Cumhuriyeti ilan etmek.

9 Eylül 1922 ve hemen peşinden gelen 11 Ekim 1922 Tarihli Mudanya Ateşkes Antlaşması ile birinci hedefe ulaşılmıştı ama ikinci hedefin önünde önemli bir engel vardı: Saltanat...Devamında da halifelik tabii ki.

Evet Saltanat da halifelik de Cumhuriyetin önündeki engellerdi ve her ikisini de Padişah Vahdettin temsil ediyordu.

Öte taraftan Mustafa Kemal daha 1920 senesinin 21 Nisan Günü tüm yurda TBMM nin açılışı ile ilgili yaptığı bildiride '' Amacı yüce saltanat ve hilafeti kurtarmak olan Türkiye Büyük Millet meclisi.'' Demişti ve dahi en yakın arkadaşları bile Saltanatın kaldırılmasına hiç de sıcak bakmıyorlardı.

Yapılması gereken öncelikle pek çoğu silah arkadaşları olan milletvekillerini saltanatın kaldırılması gerektiği fikrine alıştırmaktı. Hali hazırda halifeliğin kaldırılması çok büyük tepkilere yol açabileceğinden o konu sonraya da bırakılabilirdi.

Evet, şimdi filmi az geri saralım.

Mustafa Kemal ilk kez açık bir şekilde 25 Eylül 1920 de yani TBMM nin açılışından sadece altı ay kadar sonra Padişah Vahdettin için ''Hain'' demişti ve öyle pek de tepki ile karşılanmamıştı. 

Oysa daha bir sene önce 27 Eylül 1919 Tarihli İrade-i Milliye gazetesinde kendisini 9. Ordu Müfettişliği görevinden alan, hakkında tutuklama kararı çıkartan Padişah'a hitaben yazdığı yazıda Milli Mücadeleye verdiği destek için ona teşekkür ediyor, ( Evet yanlış okumuyorsunuz. 27 Eylül 1919 da Mustafa Kemal, Sivas'ta bizzat kendisinin çıkarttığı İrade-i Milliye Gazetesinde padişaha Milli Mücadeleye verdiği destek için teşekkür ediyordu.) ve yazdığı yazısını '' Emir ve Ferman Hazret-i Tacdar-i Azamilerinindir.'' Cümlesiyle noktalıyordu. Yani kısaca padişahın emrinde olduğunu söylüyordu.

Şimdi saltanatın kaldırılması gerekiyordu ve ''Tacdar-i Azamileri'' artık ''Hain'' olarak anılıyordu. Çünkü başka türlü saltanat kaldırılamaz, Cumhuriyet ilan edilemezdi.

Kısa süre içinde Mecliste de padişahın hain olduğu fikri benimsenmeye başlandı. Mesela meclisin 8 Şubat 1921, 23 Nisan 1921, 9 Temmuz 1921 Tarihli gizli oturumlarında artık pek çok milletvekili de Padişah'tan '' Hain'' diye bahsettiği gibi ona ağır hakaretler ediyorlardı.

Evet, 19 Ekim 1922 de İstanbul'a gelen Refet Paşa sadece Trakya bölgemizin Yunanlılar tarafından boşaltılmasına nezaret etmeyecekti. Bir diğer görevi Padişah Vahdettin'in attığı her adımı takip etmek ve aynı zamanda ona bazı telkinlerde bulunmaktı. ( ilerde okuyacaksınız.)

Refet Paşa'yı İstanbul'da sadece coşkun bir İstanbul halkı değil aynı zamanda Sultan Vahdettin’in yaveri Binbaşı Remzi ve Ali Nuri Beyler ile veliaht Abdülmecit ( Son halife) törenle karşılamıştı. Padişah yaveri Ali Nuri Bey Refet Paşa’ya “Hoş geldiniz” dedikten sonra Refet Paşa söz alarak “Yüksek halifelik makamına bağlı olduğumu bildiriniz.'' Demişti.

Cuma namazı için Ayasofya Camii’ine giden Refet Paşa minbere çıkarak camide bulunan kimselere “Bu zafer hakimiyet-i milliyenin zaferidir. Bu zafer Allah’a inançtan ve halifeliğe bağlılıktan doğmuştur. Burası Müslüman’dır ve ilelebet Müslüman kalacaktır” Dedi.

2. FASIL- SALTANATIN KALDIRILMASI - TÜM FİKİRLERİ TEK NOKTADA BULUŞTURAN KONUŞMA: '' FAKAT İHTİMAL BAZI KAFALAR KESİLECEKTİR.''


*İleride en büyük Atatürk düşmanı olacak olan Sinop Milletvekili Rıza Nur[*] ve 82 arkadaşı 30 Ekim 1922 de İstanbul'daki hükumetin tasfiye edilmesini isteyen bir kanun teklifini meclise sundu.

*Bu kanun teklifi 31 Ekim 1922 de görüşüldü ama karara bağlanamadı.

*1 Kasım 1922 de Mustafa Kemal mecliste oldukça sert bir konuşma yaptıktan sonra TBMM Saltanatın kaldırılması kararı aldı. 

O konuşma şöyleydi:

“…Hakimiyet ve Saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye verilmez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına el koymuşlar, bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini bildirerek hâkimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline fiilen almış bulunuyor. Mevzubahis olan millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, derhal olacaktır. Şu an burada toplananlar, meclis ve herkes meseleyi normal görürse, bence uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Bu kararın alınması üzerine daha on-on beş gün önce saltanatın kaldırılmasına karşı olduğunu söyleyen Rauf Orbay, büyük bir U dönüşü yaparak saltanatın kaldırıldığı bu günün bütün yurtta bayram olarak törenlerle kutlanmasını teklif etti ve bu teklifi kabul edildiğinden 2 Kasım 1922 de Saltanatın kaldırılması bütün yurtta, özellikle de İstanbul'da büyük bir sevinç ve coşku ile kutlandı.

Halk nasıl ki on dört sene önce Meşrutiyetin ilanını büyük bir coşku ile kutlamış ise şimdi de Saltanatın kaldırılmasını ayı coşku ile kutluyordu ve slogan aynıydı: '' Hürriyet, adalet, uhuvvet( Kardeşlik), musavat( Eşitlik)

*2 Kasım 1922 tarihi itibariyle Refet Paşa'nın İstanbul'da çok önemli iki işi  vardı:  1-Saltanatın kaldırıldığını ama halifeliğin devam ettiğini artık sultan olmayan Vahdettin'e resmi olarak tebliğ etmek. 2- Mustafa Kemal'in emriyle daha önce Sultan Vahdettin ile yaptığı görüşmeyi tekzip etmek. Yani ''Böyle bir görüşme olmadı, gazeteler yalan ve uydurma haberler yapmışlar hakkımda.'' Demek, gazetelere tekzip yazıları göndermek.

Ülkenin her köşesinde saltanatın bayram olarak kutlandığı bu günde İstanbul sanki işgal altında değilmiş gibi hem İtilaf Devletleri işgal kuvvetleri olaya hiç karışmıyorlar hem de İstanbul halkı ve gazeteler Padişah Vahdettin'e veryansın ediyorlardı ve işin ilginci saltanatın kaldırılması aleyhine sadece Rum gazeteleri bir şeyler yazmıştı.

* 2 Kasım 1922 de Refet Paşa ikinci kez Yıldız Sarayında Padişahın daha doğrusu artık sadece halife olan Vahdettin'in huzuruna çıktı.

Evet, ikinci kez... Bir önceki General  Harrington ile yaptığı görüşmeden hemen sonraydı ve 29 Ekim 1922 de gerçekleşmiş hem de dört saat sürmüştü. Bu görüşmede Padişah Vahdettin ve Refet Paşa birlikte yemek yemişler, olay gazeteler tarafından haber yapılmıştı ve Mustafa Kemal'i oldukça rahatsız eden bir görüşmeydi bu. 2 Kasım'da Refet Paşa'dan bu görüşmeyi tekzip etmesini istemişti.  

Peki dört saat süren bu konuşmada Refet Paşa ile Padişah Vehdettin ne görüştüler?

Aslına bakacak olursak görüşme ile ilgili Padişah Vahdettin kendisine konu ile ilgili soru soran gazetecilere çok sonraları '' Bu bir vatan sırrıdır. Açıklayamam.'' Demişti. Refet Paşa ise Padişahın yurdu terk etmesi konusunda onu ikna etmeye çalıştığını, şu anda ortalığın çok karışık olması sebebiyle ülkeyi terk etmezse kendisinin ve ailesinin başına çok kötü şeyler geleceğini, eğer ülkeyi terk ederse bunun geçici bir durum olacağını, ortalık yatıştıktan sonra rahatlıkla tekrar ülkenin başına geçeceğini söylediğini itiraf etmiştir.

Ancak?

Ancak 2 Kasım 1922 de yapılan ve sadece bir kaç dakika süren ikinci görüşmede durum çok farklıdır. Refet Paşa, Mustafa Kemal'den aldığı emri uygulamak zorundadır ve bu emri uygularken artık saltanata karşı bir saygısı söz konusu olmadığı gibi hali hazırda en azından halife olan zâta dolayısıyla halifeliğe de bir saygısı kalmamıştır.

Nasıl mı?

Gelecek bölümde inşallah.
****************

RESİM: Büyük resim bahsettiğim İrade-i milliye gazetesi.( 27Eylül 1919) Altı çizili cümlede Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin'e ''Emir ve ferman Hazret-i Tacdar-ı azamilerinidir'' Diyor.

Küçük resimde ise 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıran meclisi görmektesiniz. O meclisin panosunda Şûrâ suresinin 38. ayeti vardır ve ayetin meali  “Onlar İşlerini istişare ile yürütürler” dir.  (Ve emruhum şûrâ beynehüm) 

***************

[*] Rıza Nur 1921-1923 Yıllları arasında Sağlık Bakalını olarak görev yapmış, Cumhuriyet ilan edildikten sonra Türkiye Cumhuriyetinin ilk Milli Eğitim Bakanı Bakanı, Lozan Antlaşmasına gönderilen heyette İsmet İnönü'den sonraki ikinci adam olmuş, Türkiye'de fenni sünnetçiliği ilk uygulayan  insandır.

Laikliğin kendisi sayesinde ilan edildiğini savunan Rıza Nur, İslam da dahil tüm dinleri eleştirmiş, kendisini Türkçü olarak ifade eden hatta vasiyeti gereğince mezar taşına ismini Göktürk yazısıyla yazdırmış, ayrıca yine mezar taşına '' Türklük için yaşadı, Türklük için öldü.'' Yazdırmış biridir.

Herhangi bir çocuğu olmayan Rıza Nur, Nihal Atsız'ın manevi babasıdır. 

Atatürk hayattayken yazdığı ''Türk Tarihi'' adlı eserinde Atatürk'ten hep övgü ile bahseden Rıza Nur, Atatürk'ün ölümünden sonra yazdığı '' Hayatım ve Hatıratım.'' Adlı eserinde Atatürk'e olmadık hakaretlerde bulunmuş garip bir kişiliğe sahiptir. 

( İşgal Altındaki İstanbul'da Saltanatın Kaldırılması--2. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 11/7/2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.