Soyut terennümlerle dolu bucağım,
Somut yarınlara dönüşmek isteyen
umutlar.
Saklı yaralarımı aklıyorum
Ah’ların peşrevinde yitik bir
abdalım,
Yitimlerim kadar hicvindeyim hüznün:
Karaladıkça boşlukları
Düşüşe geçen telaşlarımı kapıyorum
Akan rimelinden arakladığım siyah
saçlı kadının.
Siyahtan öte bir yol varsa
Elbet görürüm ekseninde yitip giden
gölgemden
Edindiğim en muteber cümle belki de;
Varla yok arası umutların tarhında.
Kırk haramilerin tarhındayım… epeydir…
Bir garip eksen bir garip heyelan yüklü
ömrün de
Kıyamında hele ki sükûnetin
Alt yazı geçtiği sesli coğrafyası
içimin hüznünde
El pençe divan kader.
Damsız hüzünlerin reçinesine boca
etmekse aşkı bir de yoldaş bildiğin bir can ise canından bile öte.
Serkeş tınıları gecede raks eden ela
acıları yüreğin…
Belası başın adın gibi nakşeden,
zaman gibi bir yanıp sönen belki de şatafatı gizemin.
Aryaların bayat gürültüsü, sezilerin
kalburüstü algısı bir de demlenen çay misali gittikçe rengi koyuya çalıyorsa
elemin.
Başörtüsünden fışkıran üç beş tel saç
misali hatta saçının DNA’sından yonttukların bir de körebe oynayan zaafların…
Tozpembe tüm hülyalar.
Zansız tüm aşklar ve zamansız ve
sorgusuz belki de en muteber kaygı ölümüne sevdanın muzip reveransında eğilip
bükülmeden sevdiğinin yansımasını görüyorsan her bulutta, her zerrede ve her
yok oluşta varlığına kani isen üstelik duraksız bir notada gizem, serkeş bir
eksende rota belki de muzip bir şarkı yine başın her göğe erdiğinde usulca
titrerken için.
Titrindesin işte aşkın ve
kovuşturduklarından bile hallice bir nüansa tabi iken evren.
Evrelerin kâbusunda biten korku, sarı
yaprakların şeceresini tutan ulu çınar oysaki her hazan bile baharın coşkusuna
vakıf, eğer ki nükseden duygular barınak misali bir kelam kadar da yakın
bildiğin her akran cümle.
Tümden gelen niyazların bitiminde
belki de hatta varmayı dileyip adımlamaya dahi başlamamışsan…
Külfet mi yoksa neşeli bir var oluş
şarkısı mı hele ki gıptayla süzüyorken mutluluğu bir de kayıtsız açılımlar
getiriyorsan her saçmalığa bil ki âşıksın.
Terennüm eden her çiçek.
Noksan bulduğun her uzvun.
Yansımayı değil de yansıtmakla haşır
neşir bir aynanın meali işte içindeki ukdeyi yükseğe taşıyan, alçakları
bulutlara değdiren bir de muzdarip olduğun her bağnaz fikri bir hipotez olarak
sunabiliyorsan…
Sözlerin saltanatında bir avuç kumu
boca ediyorum serptiğimin bilincinde olmaksızın aslında bilincimin sınandığına
bile kani değilim.
Epriyen kumaşlar dokumaksa hayalim,
sükûtun izini sürüyorum cahil bir şiiri meal bilip, yükümlü kılındığım neyse
atıfta bulunduğum.
Sararan parmaklarında içimin
mutaassıp coşkusuna nazire eden o kırmızı saçlı çocuk çıka geliyor: kâh bir
şiire nakarat olan kâh kayıp bir masalı peşinden sürükleyen…
Zemherilerin bakışlarındayım.
Zamansız gölge misali bir edimde, bir
konumda, bir sezide… dokunuşun müdahili feveran, aşkın nüansı ise sadece
hasret.
Gölgelik misali her kelimem, sevgiyi
mahcup kılan da bir ikilem bir de beynamaz bir şarkı tutturdum mu.
Tutuklu serenadı gecenin; dip acısı
noktasız cümlelerin hele ki kaybedip boşluğu iken o marazi hatıra ve tanımsız
duyguların da altını fosforlu kalemle çizerken.
Mesul kılınmak çok göreceli hele ki
işinin erbabı bir fani isen. Bir mukavvadan ev yapan, elinin çatlaklarına
aldırmadan temizliğe girişen belki de attığımız çöplerin çetelesini tutan nice
yabancı hatta serzeniş bile etmeden ve biz sadece nefsimizle tokalaşırken.
İşteler yüklü ama asla işveli ve
müptelası olmadan zaafların sonra da kanmamak adına algıların gücüne sığınmak.
İmla hatalarına bulanmak sonra da
silgiyle silmek yeniden dilin gücüne inanıp sessizliğimi bozmak.
Sayfalar kadar hoyrat olmayı
dilediğim, saflığımın muteber dokunuşunda sığınmak adına saklambaç oynadığım
bir parantez belki de.
İçim kıyılırken yan odadan seslenen
annem ve güne yine onun ayak sesleriyle uyanmak.
Dilsiz, gözsüz ve sözsüz olsa da
insan bir duyumun bir bir meal teşkil ettiği o farkındalık üstelik niyazlarınız
dahi duyumsanırken ve takdir görürken.
Varlık ne kaygılı ne de alaylı ama
edepli ama sıra dışı belki de bakir bir cümleyi abartmadan sunmak lahzasında
ömrün.
Kirişi tüm acıların, edaların da
yürek burkan tınısı bir de seyrine doyamadığın ama her seferi bir sonraya
aktardığın yolculuk: pervasız üstelik.
Kılıksız ve doğaüstü bir olay babında
mademki dualarının kabulünde yine yürekte fettan ve muzip bir şakayığı baş tacı
etmişsen.
Durmaksızın.
Sevip de sevilmeyi önemsemiyorsan
eğer ki.
Müptelası olmaksa kelamı da selamı da
eksik etmediğin.
Gel ve buyur gönül soframa o zaman ve
duraksamadan dök içinin kırıklarını, dökelim gözyaşı hem de ahkâmların bile
umurumuzda olmadığı bir dünyayı değil tahayyül etmek bilfiil inşa etmişsek
gönlün pervazında ve sükûtun dansına iştirak eden bir gölgeyi dahi kabul
etmişken korkusuzca ve asil bir reverans ile o hoyrat şarkıyı bile sinemize
sıkıştırmışsak.