Bir rehavet çöktü yine
akşam akşam… Son zamanlarda bunu o kadar sık duyumsuyorum ki…
Dalıp dalıp gidiyorum
çöken karanlığın eşliğinde ve esaretinde. Güneş batıp, alacakaranlık olmuyor
mu, hele bir de sokak lambalarının loş ışığı iyiden iyiye kendini belli etti
mi, korunmasız o küçük kız geliyor aklıma: Hani şu, içimden bir türlü koparıp
atamadığım…
Hayra alamet değil oysa
geçmişe saplanıp kalmak, hep öyle demiyor mu uzmanlar…
Az çok bir şeyler
bilmiyor değilim psikolojiye dair. Ama bildiğim bir şey daha var ki; eskiyi ara
sıra yâd etmek mutlu kılıyor beni, tabii ki; iyi ve güzel şeyleri andığım
sürece…
Henüz doğmamıştı
kardeşim, bu olayın vuku bulduğu zamanlarda. Ben de beş altı yaşlarında var
yoktum. Ve tabii ki kadim arkadaşımın varlığı… Nasıl unutabilirim o beyaz saçlı
meleğimi… Kim mi: Tonton ihtiyarım, biricik babaannem. Melek dedim de… Aslında
melek olup olmadığını anneme sormalı, ne de olsa çok meşhurdur gelin kaynana
ilişkileri. Ama bizimkiler iyi anlaşırlardı Vesselam. Sanırım babaannem
kaybettiği kızı gibi benimsemişken annemi, annem de onu öz annesi benimsemişti.
Hatta öyle ki; babam bile kıskanırdı zaman zaman onların bu samimiyetini,
sevgisini.
Kısaca severlerdi
birbirlerini ama en çok da beni… E, ne de olsa haylazı ve yumurcağı idim evin.
Sanırım, sevgi arsızı olma huyum o günlerden miras.
Gelelim sadede…
Henüz okula
başlamamıştım. Annemler işten gelene kadar birbirimize emanettik zahir. Ta ki…
İtiraf etmem gerekirse; babaannem tam bir FBI ajanı gibiydi. Asla ayrılmazdı peşimden Hiç mi rahat bırakılmaz insan. Gittiğim yerler de kısıtlı diğer taraftan; neticede evin odaları arasında koşturur dururdum O da benimle birlikte mekik dokurdu odalar arası. Her ne hikmetse; siyam ikizleri gibi idik. Düşünsenize yetmiş beş yaşında bir kadın ve peşinde koşturduğu gariban çocuk. Tabiri caizse, gölgem gibi, sürekli peşimde idi.
Yaşlı olmasına rağmen,
gençleri cebinden çıkarırdı hem enerjisi hem de zekası itibariyle. Nitekim ben
ne zaman mızmızlansam ve annemle konuşmak istediğimi söylesem, her ne hikmetse
telefon sürekli meşgul çalardı. Bunu sonradan anlayacaktım ki; bana tuşlattığı
numara ev numarası imiş. Tanrım, ne kadar da safmışım. Alın size, o günlerden
kalan bir miras daha. Bir bana bakınız bir de şimdiki çocuklara…
Sair günlerden biri
yine… Ve bitmek bilmez koşuşturmalarımız ev içersinde. Odasında istirahattaydı,
büyük olasılıkla yorgun düşmüştü yaşlı bedeni benim tempomdan. Aniden telefonun
çalmasıyla, yerimden fırlayıp, açmaya gittim. Annemle konuşma ihtimalini
düşünmüş olmalıyım ki, çok mutlu olmuştum. Akabinde duyduğum inanılmaz bir
gürültü ile olduğum yerde kala kaldım. Öne gelmemle, geri dönmem bir oldu. Ve
babaannemin yanına gittiğimde gördüm ki; kadıncağız boylu boyunca yerde
yatmakta. Feryat figan içersindeydi. Acı içinde bağırırken ikimiz aynı anda
ağlamaya başladık. Çocuk aklımla onu sakinleştirmeye çalışıyor ve olduğum yerde
dört dönüyordum. Ne var ki; elimden de hiçbir şey gelmiyordu. Kısaca perişan
haldeydik ikimiz de. Değil birilerine haber vermek, tam anlamıyla uyuşmuş
vaziyetteydim.
Büyük ihtimalle
vücudunda kırık vardı öyle ki; acı içinde kıvranmaktaydı yerde. Ve
yapayalnızdık.
Ben her hikmetse babaannemi
ön odaya götürmeye karar vermiştim ve onu sürüklemeye başladım ufacık bedenimle.
İte kaka, bitap bir şekilde bir hengâmenin içine daldık gittik. Ben ağlarken o
bağırıyor, inletiyorduk evi. Hayır, bizi duyan da yoktu işin kötü tarafı. Zaten
biri duysa bile büyük ihtimalle cinayet işleniyor sanırdı.
Upuzun uğraşlar sonucu,
ön odaya vardık. Benim uzun saçlarım darmadağın ve terden sırılsıklam, yüzüm
gözüm yaş içinde… Onun hali ise içler acısı…
Tanrım, ne büyük
cahillik. Ötesinde çok da büyük bir hata idi benim yaptığım. Ama onu ön odaya
götürmeyi tek çözüm gibi görmüştüm ama yaptığımın yanlış olduğunu çok sonradan
öğrenecektim.
Biz ikimiz koyun koyuna
ağlarken, annemler geldi. Gelmeleriyle birlikte, şimdi bir şok da onlar
yaşamaktaydı gördükleri manzara karşısında. İlk işleri babaannemi hastaneye
götürmek oldu tabii ki. Zavallı kadıncağız kalçasını kırmıştı ne yazık ki. Ya
düşme esnasında ya da benim onu sürüklemem neticesinde. Onu yerinden
kıpırdatmakla, aslında kıpırdatmak değil de zorlamakla büyük bir hata yaptığım
gün gibi ortadaydı.
Ama o kadar çaresizdim
ki ve bunu bilemeyecek kadar da küçüktüm. Ve nihayetinde hastanede ameliyata
alındı. Oldukça uzun bir süre de hastanede yatması gerekiyordu üstelik
ilerleyen zamanlarda…
Her gün onu görmeye
gidiyordum hastaneye. Nasıl yalnız bırakabilirdim ki tek ve kadim arkadaşımı.
Allahtan durumu gün geçtikçe iyiye gitmekteydi. Onu görmek ve iyileşmesine
tanık olmak o denli mutlu etmekteydi ki beni. Ve hiç kimse tek bir laf bile
etmiyordu yaptıklarım hususunda. İlerleyen zamanlarda yaptığımın ne denli
hatalı olduğuna ben vakıf olacaktım lakin.
İşin ilginci, ben
kendime yeni bir eğlence bulmuştum. Çocuk parkına gider gibi, hastane
ziyaretlerini oyun haline getirmiştim. Babaannemden başka yatan diğer
hastalarla da dostluk geliştiriyordum bir yandan. Bir bakıma servisin gözbebeği
olmuştum. Sıcakkanlı bir çocuktum. Çok da iyi bir oyun arkadaşı edinmiştim.
Serviste yatan çok tatlı bir hanımla oldukça sıcak bir diyalog geliştirmiştim.
Saatlerce mikado oynuyorduk onları her ziyaret edişimde. Özel ve fazla
kalabalık olmayan bir hastane olduğu için, pek karışan ve kısıtlayan yoktu beni.
Artık nasıl bir ruhu
hali ise benimki, mutlu mesut vakit geçiriyordum hastane ortamında.
Demek ki; yalnızlık tak
etmişti canıma.
Gördüğü tedaviye rağmen
babaannem eski sağlığına tam anlamıyla kavuşamadı. Yaşının da çok etkisi vardı
bu durunda.
Annem her daim özen
gösterirdi ona ama artık eskisine oranla daha fazla ihtimam göstermek durumunda
kalmıştı.
Bu arada, artık ezbere
bilmem gereken telefon numaralarını da bir bir öğrettiler bana. Gerçi biraz
kalmışlardı ama…
Evet, yalnız bir
çocuktum ama asla da şikâyet etmezdim. İlla ki yapacak bir şeyler bulurdum.
Hali hazırda babaannem yine iştirak ediyordu oyunlarıma ama oturduğu yerden
artık…
Ve geç de olsa
öğrenmiştim düşen birine ilk müdahalenin yapılması gerektiğini.
Sonuç itibariyle
kimsenin suçu yoktu bu olayda. Zira babaannemim kaygıları iyi niyetli idi.
Gerçi işgüzarlığı başımıza oldukça iş açmıştı daha doğrusu onun başına. Ama
dediğim gibi, kötü bir niyeti yoktu. Bana duyduğu sevgi ve ilgiden
kaynaklanıyordu tüm bu olanlar. Ve bunu ne yazık ki bir daha yapamadı
durumundan kaynaklı olarak…
Çocukları kendi
hallerine bırakıp, izin vermeli ve özgür bırakmalı bir noktaya kadar. Bırakınız
ne yapacaklarsa yapsınlar imkânlar ve şartlar dâhilinde. Değil mi ki; oyun bir
çocuğun asli görevi ve ciddi bir icraatı, bırakınız doya doya oynasınlar. Gerçi
şimdilerde oyun oynayan çocuklara pek rastlamamaktayız, bilgisayar
çılgınlığından ötürü ama…
Evet, her şey sınırlar dâhilinde
hayat bulmalı.
Disiplin de bir yere
kadar en azından özgürlüğün de belli limitleri olduğu gibi.
Her yaşın ayrı
güzelliği var, hele ki çocukluğun: Çocukların çocukluklarını yaşadığı ve
yaşaması gerektiği gibi…