Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 6.07.2009
Okunma Sayısı : 3298
Yorum Sayısı : 2
YILDIZLAR DÜŞERKEN PENCEREMİZE (SIZLIYOR ZAMAN)

Zaman, bir ninnidir aklımda kalan.
Kırık bir beşiktir sallanır durur.
Anlatırlar ama hepsi de yalan.
Geçmişi düşündükçe kalbime vurur,
Kırık bir beşiktir sallanır durur.

Zaman, bir fırçadır tabloda solan.
Salla boşlukta gök rengini.
Zaman bir testidir pınarda dolan.
Çınarın altında renk zengini,
Salla boşlukta gök rengini.

Zaman, bir yapraktır dalında kurur.
Bir ‘Eylül’ akşamında rüzgar önünde.
Benimle birlikte savrulur durur.
Ağır ağır ilerlerken batı yönünde,
Bir ‘Eylül’ akşamında rüzgar önünde.

Zaman, bir yıldızdır ufuktan batan.
Bir ömür gibi ansızın kaybolur.
Zaman bir yılandır koynunda yatan.
Zamana hükmeden kendini korur,
Bir ömür gibi ansızın kaybolur.

Zaman, eriten bir seldir sevgimizi.
Yanında olmaz kimse senin acında.
Bulandırır denizi ardından kalbimizi.
Sevdiğin sallanırken o darağacında,
Yanında olmaz kimse senin acında.

Zaman, uykuya dalmış gecelerdir.
Yıldızlar düşerken penceremize.
Bizi ölüme sürükleyen hecelerdir.
Zaman hançerini saplar hançeremize,
Yıldızlar düşerken penceremize.

Tan yeri ağardı, mehtap kaçıyor.
Zaman anlaşılmaz yaptı insanı.
Ufukta yeni bir gün daha açıyor.
Düşün ki dost mu düşman mı zamanı,
Zaman anlaşılmaz yaptı insanı.


Mustafa İsmet Keskin
07.12.1998



“YILDIZLAR DÜŞERKEN PENCEREMİZE” ŞİİRİNİN TAHLİLİ:

Zaman tık-tıkları,
Güder yaratıkları.
Kan sızan pençesinde
Beynimde yırtıkları.

Böyle tarif ediyor üstad zamanı. Her şeyi çepeçevre kuşattığı hengâmede insanın benliğine sirayet eden anlar. Her şeyi kaçırma ve bitirme telaşıyla yok etmeye uğraşan bir gulyabani.

Mitolojide bile yerini alan “zaman” hakkında birçok efsane üretilmiştir. Her şeye bir tanrı bulma zorunluluğundaki insan gayreti zamanı da karşımıza bir tanrı suretine büründürmüştür. Eski Roma ve Yunan mitolojilerinde bütün dünyaya, olaylara, egemen olan, bunları koruyan, yöneten bunlar üzerinde sarfı nazar eyleyen “Kronos” ismiyle adlandırılmıştır zaman.

Mitolojiye göre, zaman tanrısı Kronos babasını ortadan kaldırıp onun yerini almış ve bütün dünyaya egemen olmuştur. Tanrı Rhea' dan birçok çocuğu olan Kronos, Zeus dışında bütün çocuklarını da yok etmiştir. Zeus, Kronos'a başkaldırmış, onun egemenliğine son vermiş, belirli bir yerde, belirli sınırlar içinde kalmasını sağlamış, onun yok ettiği tanrıları tekrar gün ışığına çıkarmıştır.

Mitolojide zamanın, tanrıları bile ortadan kaldıran, onların egemenliklerine son veren, onları yok edecek güçlerle donatılmış ve her bir ana hükümranlığını kabul ettirmeye çalışan bir kavram olarak görmekteyiz. Daha güçlü tanrılar bu etkinliği sınırlamaya çalışmışlar, ancak zamanın gücü kaybolmamıştır. Sonrasında ise Zeus'un Kronos'un egemenliğine son vermesi, onun yetkilerini kısıtlama neticesi insanlarda zamanın ölçülmesi düşüncesini doğurmuştur.


Hayatın faniliği karşısında insanoğlu acizliğini tekrar be tekrar görmekte ve buna şahitlik etmektedir. Bu devam eden fanilik kıskacında önemli olan ebediliği yakalamaktır. İşte şairin gücü burada başlar. Zamana meydan okuyan Don Kişot tavrıyla, her şeyi zamanın kıskaçlarından, pençesinden kurtarmaya çalışır. Bunu yaparken de mekânı zamandan ayrı düşünemeyecektir. Çünkü meydana getirilen her eser, zamanın etrafında bir mekân içinde meydana gelmektedir. Mekân, zamanın içerisinde çepeçevre kuşatıldığı kutlu dilimler, anlar. İnsanı büyüleyici tavrıyla etkileyen ve her şeye gücü yeten büyülü mekânlar. Zamana meydana okuyan eserlerin ortaya konulduğu kutlu ve mutlu ortamlar.


Şair, şiiriyle adeta zaman girdabında çaresizce dönüp duran kelimeleri, selamet limanlarında duygu yüklü yüreklerle kavuşturacak; aşka susamış gönüllerdeki aşk yangınlarını söndürmek için ustaca manevralarla işinin gereğini yapmasını bilecektir. Şair, ebedi olana namzet bir yapıya sahip olarak fikirleriyle, duygu ve düşünceleriyle geleceğin fikir mimarlığını yapmasını bilecektir. O, zamanın sınırsızlığı içerisinde zamansızlığı ve mekânsızlığı yakalamasını bilen, bu duygularla okuyucusunu hayal değil, gerçeklerle bezenmiş hülyalarda gezdirmesini bilen kişidir.


Şair, zamanın tik-takları arasında geçmişin izlerini gün yüzüne çıkarmasını bilecektir. Bunları ele alırken de bir arkeolog hassasiyetini eserlerinde, kelimelerinin seçiminde, kullanımında, işlemesinde gösterecektir. Zamana direnme pahasına ayakta kalabilmiş güzide, nadide eserlerin tercümanlığını cesurca yapmasını bilecektir. Sadece adı dillerde kalan şiir sanatının unutulamaya yüz tutmuş gerçek ustalarına, söz ustalarına söz hakkını vermesini, gerekirse haddini bilerek kenarda durmasını bilecek kadar civanmert yürekli olmalıdır. Çünkü o, vefa abidesinin timsalidir. Zamana inat, dost bağının bülbülleri olup, güller uğruna şakıyıp, mersiyeler, naatlar, gazeller, kasideler ve bilmem daha neler neler dizmesini bilecektir, bilmelidir.


Zaman, her şeye inat gerekeni yapmaya devam ediyor. Direnen yürekleri bazen bağrında eritebiliyor, bazen de gönüller sarayının tahtında oturtmasını biliyor. Zaman; çirkinliklerin, karamsarlıkların, melankolik etkilerin havasına inat her şeye, her güzel yüreğe, susamış gönüllere ab-ı hayat çeşmelerinden billur kaselerde su sunmasını bilmelidir.


Şiir yazma işi, zamana inat sessiz bir çığlık, inadına bir başkaldırıdır. Her şeye, durmadan deveran eden yörüngesindeki bütün mahlûkatı kuşatan anlara, dakikalara, ondan ötesi akrep ve yelkovanın hareketine inat olarak. Zamanın biteviye devam eden hengâmesinde çağına ayna tutan, çağının gerçeklerine tanıklık eden bir sefirdir. Her şeyi kelimeler diyarında temsil görevi üstlenen bir nefer. Zamanın gerçeklerine, imzası altında şahitlik eden bir gönül erbabı şahsiyet. “Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir.” Çilingir misali her kapalı yürekteki pas tutmuş kapalı kapılar ardındaki hazineler dolu bitkin, bezgin, harap, kayıp gönüllerin kapılarını açacak. O kapılar ardındaki yüreklere inşirah suları serpecek yiğit ruhlu kalem erbabı. Şair, her bir sözünün zamanla tohum misali yüreklerde boy vererek, toprak misali gönüllerde filizlenerek, gelişerek insan yüreğinden insanlığın yüreğine doğru yol alacak bir çınar ağacı mesabesinde gelişen bir ağaçtır. Başında fırtına ile boranlar esecek olsa da o taşıdığı değerlerin farkında olarak hareket edecek dallarını ona göre yeşertecektir.


“Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader. ” diyen zaman mahkumu bedenler. Akrep ve yelkovan arasındaki bir ömürlük hayatlar. Hayatın anlamını zaman karşısında “anladım, bildim” diyen çileli yürekler. Her ne olursa olsun zamanı kendi lehimize kazanmaya çalışmalıyız. Zamanına inat yaşamasını bilmeliyiz. Fakat bunu yaparken de dikkatli davranmalıyız. Ancak zaman kazanmaya çalışırken, Steinbeck' in şu sözlerini de göz ardı etmemeliyiz: “ Zaman kazanmaya çalışırken, çok zaman yitirilir.” Başka bir yaralı yürek ise farklı bir öneride bulunuyor: “ Zamanı sıkıştırmaya kalkma; zaman yaşamın kendisidir. ” Bu öneriler, tespitler göz ardı edilince bitmeyen çileler, sevdalar, umutlar, karamsarlılar ardı ardınca yel değirmenleri misali saldırmaya devam edecektir. Yaşamı yaşamaya anlamalı biçimde devam etmesini bilmeliyiz. Unutmamalıyız ki, her tatlı hatıramızın etrafında bir zaman çemberinin olduğunu. Zamanı anlamlı ve anlamsız kılma gayretleri bizden kaynaklanmaktadır.


Zaman, hayatın biteviye süren hengâmesinde ve dünyanın deveranında yörüngesel bir düzeninde devam ediyorken, her şey elimizde. Şair ruhlu insanlar da bu ana şahitlik etmesini bilecektir ki, gelecek nesiller yaşanılan anın koşturmacasından dem vurmasınlar. Acı tatlı devam eden tezatlar ikileminde her şey rüzgârların yelkenleri yönlendirmesi misali güzellikler limanına doğru yol alsın. Limanlarda bekleyen yanık yüreklere, aşka susamış gönüllere bir damla da olsa ab-ı hayat zerreleri sunsunlar. Geri gelmeyecek addedilen yüreklere sallanılan ve o kalkışta sallanılan mendillerin yürek erbaplarına selamlar getirmesini bilecektir şair ve yazar ruhlu kalem erbapları. Zamanın biteviye devam koşturmacasına inat olarak.

Şair öyle seslendiriyor zamanın mutluluk veya hüzün dolu anlarını mana yüklü kelimelerinde:
Bak! İşte gizleri yaşamın, işte mutluluk,
Gülümsüyor bir kapı aralığından.
Ellerimizi uzatsak tutabiliriz belki,
Şimdi ya da hiç bir zaman.

Her şey bize biz kadar yabancı artık!
Giderek yitiyor zaman içinde insan.
Oysaki çağları aşabiliriz birlikte, gel!
Şimdi ya da hiç bir zaman.
Bu mana dolu kelimelerden yola çıkarsak, zamanı anlamlı ve anlamsız kılma çabası elimizde şairimizin deyişleri içerisinde.



Bu zaman dolu kelimelerden sonra tahlil edeceğimiz “ Yıldızlar Düşerken Penceremize (Sızlıyor Zaman) ” adlı şiirimizin tahlilini biçim ve içerik yönünden ele alıp incelemeye çalışalım. Şiirimizin biçim özellikleri olarak karşımıza şu özellikleri çıkmaktadır:

Şiirimiz hece vezniyle kaleme alınmış bir eserdir. Yalnız burada dikkati çeken bir özellik olarak hece veznine dizelerde dikkat edilmemesidir. Normalde şiirimiz hece vezninin 11’li ölçüsüyle yazılmıştır. Fakat bazı kıtalardaki mısralarda bu hece sayıları 9 ve12 olabilmektedir. 11’li hece ölçüsünün 6 + 5 kalıbıyla kaleme alınmıştır. Her bir kıtada belli bir durak düzeni gözetilmiştir. Bazen bu duraklar belli mısralarda 7 + 5 durak düzeninde de karşımıza çıkabilmektedir. Alışılmış olan hece vezninin dışında bir kullanım görülmektedir şiirde.

Şiirde dikkati çeken bir özellik ise her bir kıtanın beş mısradan kurulmuş olmasıdır. Her bir dizedeki ikinci mısra kıtada nakarat biçiminde beşinci mısra olarak tekrarlanmıştır. Bu kullanım şiire farklı kullanım ve söyleyiş özelliği katmıştır.

Zaman, bir ninnidir aklımda kalan.
Kırık bir beşiktir sallanır durur.
Anlatırlar ama hepsi de yalan.
Geçmişi düşündükçe kalbime vurur,
Kırık bir beşiktir sallanır durur. ……………Nakarat biçiminde söylenen mısra.


Şiirimizin kafiye düzeni de farklılık arz etmektedir. Çapraz kafiye düzenindeki birinci dizeyle üçüncü dizenin; ikinci dizeyle dördüncü dizenin kendi aralarında kafiyeli olduğu kafiye düzeninden farklı olarak, ikinci mısranın nakarat olarak son mısra olarak kullanılmasıyla farklı bir kafiye düzeni oluşturulmuştur. Adeta nakarat mısrası olan dördüncü mısra ile beşinci mısranın kafiyeleri aynı olmuştur.

………………..…….. solan. ………...… a
Salla boşlukta gök rengini.. …….…... b
…………………..…. dolan. ………....… a
…………………..…. zengini, ……...…… b
Salla boşlukta gök rengini.. ………..… b…………..tekrarlanan mısra .


Bu dizelerden yola çıkarak şiirde tam kafiye ve zengin kafiye çeşitleri kullanılmıştır. Bunun yanında redifler de kullanılmıştır. Bu kafiyelerin kullanımı dizlere göre değişiklik göstermektedir. Burada şunu görmekteyiz ki, kelimeler zorlama olarak hece vezni düzeninde kullanılmaya çalışılmıştır. Bu zorlama kelimeler neticesinde de şiirde bazen mısra düzeni, bazen de kafiye düzeni ve çeşitleri olarak faklılıklar görülmektedir. Fakat şairimizin kelimeleri ustaca kullanımı neticesinde bu zorlama kullanım, okuyucu tarafından fazla hissedilmemekte ve şiiri okurken bir uyumun varlığı görülmektedir.


Cumhuriyet dönemi edebiyat neslinden sonra gittikçe artan serbest vezinle yazan şairlerimizde görülen devrik ve eksiltili cümle kullanımı, hece vezniyle yazılan şiirlerimizde ara ara görülmektedir. Şairlerimiz burada şiire farklı bir etki ve hava katma gayesi güttüklerinden, okuyucuyu sıkmama ve coşkuyu devam ettirme kaygısı görülmektedir. İncelemeye tabi tuttuğumuz şiirimizde de yer yer devrik cümle kullanımlarını görmekteyiz.

Zaman, bir ninnidir aklımda kalan.
Anlatırlar ama hepsi de yalan.
Geçmişi düşündükçe kalbime vurur,
Bir ‘Eylül’ akşamında rüzgâr önünde.
Zaman bir yılandır koynunda yatan.
Zaman hançerini saplar hançeremize,


Şiirde benzetmelere ve tamlamalara sık sık yer verilerek zaman kavramının sınırları çizilmeye çalışılmıştır. Burada esas maksat zaman kelimesinin farklı çağrışımlarını kullanarak okuyucunun muhayyilesinde farklı bir etki ve tesir bırakmaktır. Benzetme olarak şiirde aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır: “ zaman, bir ninnidir; zaman,
bir fırçadır; zaman bir testidir; zaman, bir yapraktır; zaman, bir yıldızdır; zaman, uykuya dalmış gecelerdir; zaman, eriten bir seldir sevgimizi; bizi ölüme sürükleyen hecelerdir. ”
Kıtalarda bazen de sıfat ve isim tamlamaları kullanılarak şiir, adeta büyülü kelimeler yumağı haline getirilmiştir. “ kırık bir beşik, gök rengi, çınarın altı, renk zengini, batı yönü, bir ‘eylül’ akşamı, ölüme sürükleyen heceler, tan yeri, yeni bir gün. ”


Şiirde, eski hatıralar yumağının oluşturduğu duygusal tavırların ağır bastığı romantik bir hava sezilmektedir. Romantik sanatçılarda görülen olayların gerçekliği değil, gerçeğe uygun olması şairimizce benimsenmiştir. Dış dünyanın betimlenmesi, şairimizin iç dünyasını ve değişmeyen hatıralar dünyasını destekleyici tarzda ele alınmıştır. Bu duygu yoğunluğu şiire lirik yani coşkulu bir anlatım havası kazandırmıştır. Şairimiz şiirinde, kendi kişiliğini gizlememiş, ötesinde bir kurguyla şiirini kendi hatıralarından yola çıkarak kaleme almıştır. Şairimiz şiirini okuyanda belirli duygu coşumları oluştursun diye süslü ve sanatlı bir üslupla yazmış, şairane anlatımı benimsemiştir.
Yine şiirde realist ve romantik sanatçılarda görülen her kesimden insanı anlatmayı yeğleyen bir hava sezilmektedir. Şairimiz herkeste görülebilecek olan duygu hareketlenmelerini ele almıştır. Şiiri okuyan herkes, şiirde kendisinden bir parça, bir kesit bulabilmektedir. Zaten şairlerimizde bu duygu hareket noktası olduğundan, okuyucu kitlesi tarafından şiir, kolayca kabul görmekte ve benimsenmektedir.


Şiirdeki kelimelerde kullanılan harflerin özelliklerine baktığımızda ise bir uyumun ve ahengin durgunluğu göze çarpmaktadır. Adeta şiirde sert sessizler yokluğu hissedilmektedir. Burada şiirimizin ana temasında verilmek istenen zaman karşı verilen bir gayretin yorgunluğu hissedilmektedir. Özellikle de karşımıza harf özellikleri olarak “ z, n, l, y, r, s ” harflerinin bütünlüğü çıkmaktadır. Kelimeler seçilirken bir uyumun arandığı, titiz bir elemenin varlığı şiirimizde hissedilmektedir. Adeta şiirin bütününe aykırı harflerin oluşturduğu harfler yok sayılmış ve zamana inat her şey olduğu gibi kabul edilmiş izlenimi verilmeye çalışılmıştır.


“ Yıldızlar Düşerken Penceremize (Sızlıyor Zaman) ” adlı şiirimizin bu biçim özelliklerinin yanında, içerik özellikleri bakımından ele alıp incelemeye çalıştığımızda şiirimizin şu özelliklerini görmekteyiz:

Şiirde “zaman” kavramı mühim bir yer teşkil etmektedir. Adeta şiiri çepeçevre kuşatan ve her kelimesine sirayet etmiş rayiha misali. Zaten şiirimizin adı da bunu bize hatırlatmaktadır. Zamanın hengâmesini penceresinde seyre dalan şairimizi bu esnada hatıralar yoğunluğu benliğini ve duygularını sarmıştır. Bunlardan kurtulmanın tek çaresi olarak da kelimelerin büyülü dünyasında kaleme sarılmıştır. Kalemin ucunda harfler olarak kâğıda dökülen duygulanmalar şiirimizi meydana getirmiştir. Burada subjektif bir bakış açısı hâkimdir. Her şey şairimizin muhayyilesindeki biçimiyle şekil almaktadır.


Zaman, bir ninnidir aklımda kalan.
Kırık bir beşiktir sallanır durur.
Anlatırlar ama hepsi de yalan.
Geçmişi düşündükçe kalbime vurur,
Kırık bir beşiktir sallanır durur.
mısralarında çocukluk çağlarının verdiği mutlu anların burun sızlatan içli ve tatlı hatıraları ile şiire başlanılmıştır. Bundan sonraki kelimeler ve kıtalar buradan hareketle kaleme alınmış izlenimi vermektedir. İnsanın yaşı ilerledikçe geride bıraktığı anları gözü yaşlı ve kaddi bükülmüş olarak hatırlamaktadır.

Yürekleri deryaları aşan abide şahsiyetler olan annelerimizin bizi birer yün yumağı misali sarıp sarmaladıkları o, zaman dilimlerinin tatlı hatıraları zamanın tik-takları karşısında hala içimizde bir sızı gibi hissedilmektedir. Zamanın bizi avutmağa çalıştığı anlardan dem vurulmaktadır. Nasıl ki, yüce kameti balalar kırık dökük beşiklerde yarınlara doğru yetiştirilirken farkında olmaz ya; zamanın kırık dökük anlarında yetişen nesiller bu hengâmede zamanın dişlileri arasında gidip gelmektedir.

Hatıralar o kadar kesif bir şekilde hücum eder ki, insan bunların varlığından bile şüphe etmeye, doğruluklarından emin olamamaya başlar insan. Her ne olursa olsun bunlar bile insan kalbine bir yorgunluk, bir eziklik duygusu verir. Bu hatıralar sağanağı altında insan zamanla ezilir ve altından kalkamaz bir hale gelir. Şairimiz de yaşadığı geçmiş günlerin çetin ve amansız hatıralarının yoğunluğundan dem vurmaktadır. Hani insan önünü göremeyeceği sisli bir ortama girer de her şey ayan beyan görülmez olur. Seçilemez bu anda her şey. Karmakarışık duygular yumağında hallaç pamuğuna döner ortalık. Fakat bu hüzünlü anlarda imdada ılık meltem rüzgârlarını andıran, tatlı bir tebessüm gibi yanakları harekete geçiren anne yüreğindeki şefkat esintileri ulaşır. Hey gidi unutulamayası, hatırlandıkça “nerde o şevk, o heyecan” dolu günler, zaman dilimleri.


Zaman, bir fırçadır tabloda solan.
Salla boşlukta gök rengini.
Zaman bir testidir pınarda dolan.
Çınarın altında renk zengini,
Salla boşlukta gök rengini.
dizelerinde bir tabloya hayat sunan usta sanatkarın fırça darbelerindeki titizlik anlatılmaktadır. Her bir fırça darbesiyle tabloya hayat veren ustanın yanı sıra fırçanın zamanla solan renkleri ifade edilmeye çalışılmış. Hayat tablosunda biçimlendirilmeye çalışılan insan, zaman karşısında nasıl da solmakta ve eski mazi günlerini kaybetmektedir. Her bir fırça darbesiyle aslında yapılmak istenen tabloya bir ahenk verilmeye çalışılırken, farkında olmadan tabloda estetiğe doğru bir gidiş sezilmektedir. Hayat da böyledir şairin muhayyilesinde ve kaleminde. Zamanın fırça darbeleri misali şekillendirmesiyle hayatımız bir anlam kazanmakta veya aksine anlam kaybetmektedir. Zamanı anlamlı veya anlamsız kılma çabaları, gayretleri…

Zaman, şairimizin muhayyilesinde bir pınardan su doldurmaya çalışan güzel misali, hayat testimize doldurduğumuz su gibidir. Pınarın başında meşguliyetimiz testimizin dolmasına fırsat verecektir.
Hani anlatırlar ya hisse çıkarılacak kıssada kırık testinin zaman karşısındaki galibiyetini:


Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktiği iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş.

Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.
"Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum."
"Neden?" diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?"
Kova cevap vermiş. "Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için tasıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun."Sucu şöyle demiş.

"Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş.

"Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yasayamayacaktı."


İşte kıssadan hisse çıkarma zamanı. Aslında zaman karşısında mağlup olduğumuz zannettiğimiz anlarda belki de zamana karşı galibiyetimizi haykırdığımız anlardır. Sabırla pişen zaman dilimlerinde sonradan karşımıza çıkacaktır bu yorucu koşunun skoru. Hepimizin hayat koşuşturmacasında kendine has kusurları vardır. Hepimiz aslında zaman karşısında çatlak kovalarız. Allah’ın(cc) büyük kader planında hiçbir şey ziyan edilmez. Zaman, aslında onu anladığımız ölçüde kusurlarımızı güzelliklere çevirebilir. Önemli olan onlarla yüzleşmesini bilmektir.


Zaman, bir yapraktır dalında kurur.
Bir ‘Eylül’ akşamında rüzgâr önünde,
Benimle birlikte savrulur durur.
Ağır ağır ilerlerken batı yönünde,
Bir ‘Eylül’ akşamında rüzgâr önünde.
Sonbahar mevsiminin gittikçe yaklaşan belirtileri karşısında çaresizce yapılan haykırışlar. Hayat misali yaprakların dalında tutunma kaygısı taşıdığı ve hayatla, zamanla mücadele içinde geçen dalda kalma feryatları. Sonbahar, hüzün mevsimin belirtilerinin bariz bir şekilde görüldüğü şafaklar. Zaman misali anı geldiğinde durma telaşında kalmadan, elveda bile diyemeden bırakıp gitmeler. Ardına bakmadan habersizce gidişler. Geride bırakılan mahzun yüreklerin acısına inat.

Şairimizin duyguları çocukluğun hüzünlü ve tatlı hatıralarıyla başlayıp, sonbahar misali gençlikten sonraki zamanlardan dem vurmaktadır. Zaman o kadar acımasızdır ki, önüne kattığı her şeyi kader planında savurmaktadır. Sevgilisine ulaşmak için başını taştan taşa vuran su misali, zaman da insanı anın dakikalarında bir o yana bir bu yana savurup durmaktadır. Bu esnada çekilen cefalar göz ardı edilir. Çünkü bu gidişlerin sonu sevgiliye varmaktadır.


Zaman, bir yıldızdır ufuktan batan.
Bir ömür gibi ansızın kaybolur.
Zaman bir yılandır koynunda yatan.
Zamana hükmeden kendini korur,
Bir ömür gibi ansızın kaybolur.
mısraları, batan yıldızlar misali insanın sona doğru gidişatını simgelemektedir. Yıldızlar vardır zamana inat, geceye inat gökyüzünde parlayıp, çaresiz sevdalı yüreklere yol gösterici olma gayretinde olan. Fakat her şeye direnilir de, zamana karşı koyma, asla. Gündüzün muştusunu haber veren ufuktaki şafak emareleri karşısında el etek pençe divan durulup, her şeye boyun eğilir.

Şairimiz adeta Cahit Sıtkı’nın mısralarının arkasında zamana haykırmakta ve etrafına seslenmektedir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın zaman karşısındaki yenilgisi ve haykırışları da aynıdır. Bu seslenişi Cahit Sıtkı’da aynalara karşı görürken, şairimizde ise hatıralarına seslenirken bulmaktayız.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz?
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan,
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim.
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Gökyüzünün başka rengi de varmış.
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış.
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Edebiyatımızdaki bütün serzenişlerin ana kaynağı olarak “zaman” mefhumu karşımıza çıkmaktadır. Bunun misallerini edebiyatımızda arttırabiliriz. Sevgiliye yazılan naatların kaynağında bile zamana karşı yenilginin izlerini, mevcudiyetini görmekteyiz. Zaman acımasızdır, her şeye rağmen; direnmesini bilirsen.


Zaman, eriten bir seldir sevgimizi.
Yanında olmaz kimse senin acında.
Bulandırır denizi ardından kalbimizi.
Sevdiğin sallanırken o darağacında,
Yanında olmaz kimse senin acında.
Yaşlılık günlerinden dem vurulan yalnızlık dakikaları. İnsan ömrünün zamana karşısında çaresiz olarak el pençe durduğu dakikalar. Artık akrebin kıskacında ezilinen günler. Necip Fazıl’ın “Visal” şiirinde dile getirdiği mana dolu beyitler: “ Beni zaman kuşatmış, mekân kelepçelemiş; / Ne sanattır ki, her şey, her şeyi peçelemiş...” Zamanın kuşatması altında kalınılan dilimler. Hiçbir şeye söz geçirilemeyen anlar. Kaddi bükülmüş dizlerin dermansız vakitleri. “Hey gidi günler!” diye anılan geçmiş zaman günleri. Bir başına zamana karşı verilen mücadele yılları. Kimsesiz, tek başına, biteviye… Umutların bir rüzgâr esintisi karşısında dağıldığı zaman dilimleri.

Şairimiz bu duygu birikimlerini gözlemlerine dayanarak vermektedir. Hayat ders alınacak o kadar ibretlerle doludur ki, şairimiz sadece bir ibret penceresini açmış, yıldızlar altında zaman inat olarak bir bir düşen yıldızlar misali hayat penceresinden seyretmektedir. Fakat müdahale hakkı ve yetkisi bulunmadan yapılan çaresizce bir seyrediş.

Sessiz gemilerin yol alırken, sevgiliye bir mendil dahi sallanamayan zamanlar. Hayat kitabında son sayfalara doğru gelinilen zamanlar. Ya son sayfada biterse korkuları. Tek başına haykırışların ardı arkasına kesilmeyen iniltileri. Tüm sevilenlerin bir bir kara toprağın bağrına verildiği zamanlar.


Şairimizde burada ölümü bir darağacına benzetmek kaygısı hissedilmektedir. Yaşanılan zaman dilimlerinde hayat tablosuna atılan her bir fırça darbesinin keskinliği veya eksikliği mesabesinde korkulan son dakika anları. Aslında ölüm o kadar da korkulacak bir son değildir. Ölüm, ebedi âleme gidişin aslında bir vesikası, biletidir. Şairimiz ne de güzel ifade etmiş ölüm anını:

BAYRAM;
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!

GÜZEL ŞEY;
Ölüm güzel şey; budur perde altından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?

Ölüm anına bu pencereden bakabilmek. Her şeyi son anda zir-ü zeber etmek var. Bu alış verişte karlı veya zararlı çıkmak elimizde hayat denilen biletlerimizle.


Zaman, uykuya dalmış gecelerdir.
Yıldızlar düşerken penceremize.
Bizi ölüme sürükleyen hecelerdir.
Zaman hançerini saplar hançeremize,
Yıldızlar düşerken penceremize.
Şiirimizin başlığının konulduğu kıtalar. Her şeyin sükût ettiği zamanlar. Son demde sözcüklerin kifayetsiz kaldığı anlar. Zaman penceremizde yıldızlarımız birer bire düşerken, her şeye elveda diyebilme hünerini gösterme çabaları. Hece hece birleşen kelimelerin son ulaştığı nokta: ÖLÜM. Zamanın gitgide biz ab-ı hayat suyu verdiği addettiğimiz ve bilinçsizce içtiğimiz suların son damlasına ulaştığı dakikalar. Yüreklerin bu vefasızlık karşısında çaresizce, mahzun edayla baktığı son demler.


Tan yeri ağardı, mehtap kaçıyor.
Zaman anlaşılmaz yaptı insanı.
Ufukta yeni bir gün daha açıyor.
Düşün ki dost mu düşman mı zamanı,
Zaman anlaşılmaz yaptı insanı.
Kara toprağın bağrına bedenlerimizi saldığımız zamanlar. Elma kurdu misali içten içe bizi eriten hayat dolu dakikaların bitiş noktası. Kaçınılmaz olan sona yaklaşılan anlar. Gelecek baharın müjde tohumlarının atıldığı mekânlar. Tohumların tekrar filizlenip, boy vereceği bereketli topraklar. Öze dönüş hikâyesinin bittiği, kalemin dayanma noktasını geçtiği son satırlar. Şairimizin yürekleri aşan duygularına bir nokta koyacağı anlar. Virgüllerle devam ettirilmeye çalışılan hayat diliminin zaman karşısında yenildiği ve yerini noktaya bıraktığı sayfa.


Toprağın kuşatıcı iklimiyle her şeyi bağrına aldığı zamanlarda biz de özümüzü ve yüzümüzü ona çevirerek satırlarımıza bir son verme ihtiyacı hissederken, sözü duyguların ve gönüllerin üstadına bırakıyoruz.

KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında ,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

………
………

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi...

( Necip Fazıl Kısakürek )



ÖMER BATI
05.07.2009 - Gaziantep

( Bir Şiir Tahlili: “yıldızlar Düşerken Penceremize” Şiiri – M. İsmet Keskin başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 6.07.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.