Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 3.09.2009
Okunma Sayısı : 3755
Yorum Sayısı : 10
AŞKIN HİÇ HALİ

Uçmayan halı uçtu
Bezirgan kapı açtı
Gözden sedefler saçtı
Deniz uzak sanırsın

Olmayanı ol/duran buyurunca seccadem uçan halım olur / bir usta öğreticinin çırağı ol/urum / Ol Resul tüccardı ben de aşk alıp aşk satan bir tacir / eteğine diz çökebilsem
İnciyi doğuran midyenin ışıltısı sedeftir / ol anda göz nurum sedef olur / deniz sedefin dışında sanırsın / deniz senin dışında sanırsın /

Kalp hançerini sevdi
Lale zârını serdi
Diken dedi gül dedi
Acı tuzak sanırsın

Kalbim aşkının hançerini yedi / ol vakit seni sevdi / lale dik duruşundan halel verdi / inledi /
Diken aşkla gülünü sevdi, gül aşkla dikenini / böylece gübre güle de dikene de tatlı geldi /

Hayat yakın ten yakın
Canını at tan yakın
Aşka düş sönme sakın
Kaf ne uzak sanırsın

Hayatın içindesin / ol senin canın tenin / ancak dünyayı sevme sevin / çün sonsuz aydınlık yakın /
Bu gurbette aşk acısıdır hayalleri büyüten / bir ömür masal diyarını çocukça bekleten / Kaf kalbindir /

Umuda yeis azâb
Ayaktan düşmez türâb
Sen sen olma ol harâb
Ölüm uzak sanırsın

Umut ancak kesilirse ölür / ayağın da hake basar bir ömür / başın semada ama kökün masivada / o vakit keder senden uzak ol/ur mu /
‘Ben’ dersen toprağa yaklaşırsın ‘O’l dersen göğe / buna rağmen uzak mı sanırsın yeri göğü kainata nisbetle / Ölüm yakın /


Safiye Korkmaz



“ AŞKIN HİÇ HALİ ” ŞİİRİNİN TAHLİLİ

Ateşböcekleri dans ederken halelerin üstünde

Dehlizlerin içinde yaşadım / derindi
Kuytuların tam da yüreğinde kayboldum
Yokluğunda bir dünya çizdim kendime
Senden sonra dönmemeye ayarladım
Küçük bir çocuk kaldı yüreğim
Salıncağın boş olan yanında sallandım
Bir ileri bir geri hayaller kurdum
Bir geride takılı kaldı saatim

Zaman kaybolmuştu yelkovanın üstünde

Ah minel aşk…
Yüreğimin en geçilmez, sarp köşelerinde kendisine mesken tutmuş karanlık gecelerimdeki düşlerimin kaynağı. Senin elindendir bütün çekilen ıstıraplar, sıkıntılar. Sevgili! Kalbimin en kuytu köşelerinde ayakta durmasını becerebilmiş birkaç kırık dökük duygumla kalemime sarılıyorum. Aşk elindendir sevdanın özü. Bütün ıstırapların membaı, gözesi.

Ah aşkım ne olur, “azat et!” yüreğimi bu çıkmazlardaki dehlizlerden artık. İçlerimizi dağlayan ve kimsesiz soğuk gecelerdeki ateşli düşlerimizin termometrelerindeki cıva mesabesindeki sıcaklık gibi yüksel bedenlerimizde ey aşk. Yüksel ki, bedenimin soğukluğu aşkının sıcaklığıyla eritsin kaskatı yürek buzlarımı. Karanlık, soğuk ve yapayalnız gecelerimdeki kaldırımlarda tek umut kaynağım oldun, bilir misin? Ay nasıl karanlık ay yalazı gecelerde kaldırımların soğuk yalnız bedenine yansırsa, sende ey aşk yansıdın tüm benliğimde.

Değersiz çiçek gibiyim. Dalından koparılıp bir kenarda yüz üstü bırakılan gonca gül gibi. Solacağım korkusuyla eriyorum günden güne. Oysa benim uğruma ne nağmeler dizmişti feryat koparan bülbüller. İnleyen nağmelerle büyüdüm gonca oldum, gül oldum. Aşkla etrafıma rayihalar saçtım, büyüledim etrafımdaki bal yüklü âşıkları. Ateşböceği oldum gecelerde pervaz eden kelebeklere. Hepsi aşkla döndüler durdular, yandılar tutuştular.

Bir çiçeğin kara sevdalı, bağrı yanık sevdalısının aşkını anlatırlar ya ciltler dolusu kitaplar. Hikâyeler vardır kimilerinin yüreğindeki ince sızılara gam yükler; hikâyeler de vardır kimilerinin yüreciklerine kam dolu kelimelerle sırlar yükler durur. En ateşin yürekler bu dertle yanar da tutuşur, yüreklerindeki sevdanın rayihası tüm cihanı kaplar. Hekimler bu aşk elinden bizar düşmüşlerin dertlerine derman araya dursun, biz bağrı yanık, serseri kalbin peşinde canı özünden olan bülbülün aşk elinden çektiği feryadını dinleyelim:

“ Tutuşmaya hazır bir kibrit çöpü gibiyim. Küçücük bir kıvılcım bekliyorum aşkından. Fakat bilemiyorum ben nereden geldim bu bağbanların bahçelerine? Oysa ben kanat açıp özgürlük âlemlerinin ufuklarına doğru yüce dağların kartalı gibi süzülecektim. Kanatlarım pervaz edecekti seyrü seferlerde sevdaya düşmüş yürekleri. Ey gülü ruhsar, girdin gönül bahçeme. Esir ettin beni kendine benliğimde.
Doğru söze armağan sunmak gerektir ki, gönüller şad olsun. Aşk, bülbülün yüreğine öyle bir tohum atmıştır ki, artık yağmurlara görev düşmüştür. Yüreklerdeki aşk yağmurlarının mevsimi beklenedursun, bülbül çoktan serenatlar dizmeye başlamıştı bile dikenler ardındaki goncalara. Gonca nazlı, gonca işveli. Biliyordu ki bütün bu nağmelerin tek sahibi sultanı kendisiydi.
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü?

Bülbülün içli bakışlarındaki sır, yüreğinin dışa vurumu olan gözlerde saklıydı. Her şey göz evinden belliydi, aşikârdı. Ciğerparesi ise bu aşk elinden mustaripti, sitemkârdı. Gamı da kederi de kendi kendine çekiyordu, dikenler arasında başını nazlı nazlı salına salına büyüten goncanın endamı karşısında.

Gonca, bembeyaz çehresiyle etrafındaki halayıklar gibi pervane eden canlılara nispet edercesine bülbüle cilve ediyordu. Biraz zahmet çeksindi aşk elinden bitap düşmüş bülbül. Bülbül, bu aşk elinden zaru-figan ederken, beyaz sırmalı gonca gül en onulmaz yaralar açıyordu yüreklerde.

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı?
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan.
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı?
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım.
Uyarır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı?

Bülbül olarak en güzel nağmeleri senin için diziyorum. Ve sonunda sen açtın çiçeğim. Sen açınca gönül evim nurla doldu. Yaralı gönlümü gül bahçelerine çevirdin yüzünün ışıltılarıyla. İşte o an en kesif rüzgârların esintileri, en onulmaz zebani halayıklarının işkenceleri bile yaklaşamaz benim gönül bağıma, bahçeme. Bu nağmelerin ardında haykırmıştı gül bülbüle. Bir gün kovmuştu bülbülü artık bitmek bilmeyen nağmelerin inleyişleri arasında. Bülbül dayanamamıştı. Deli divane olan bülbül kendisini gülün bağrındaki dikenlere salıvermişti. Aşk elinden bitap düşmüş yüreciğini dikenlere çaldı. Vurdukça aşk ateşinin onulmazlığı içinde takati kesildi, bu sevda uğruna canından olduğunun farkına bile varamadan terki diyar eyledi.

Gül ancak o zaman anlayıvermişti aşkın acısını. Sevmenin ve sevilmenin manası o andan itibaren tüm bedenini sarmaya başlamıştı. Aşk şimdi beden değiştirmiş, gülü yakmaya başlamıştı. Güle durmuş gonca, bülbülün aşkından ve canını teslim eyleyişinden öyle bizar oldu ki, geceler boyu teessüre kapılarak ağlamaya başladı. Gül bu aşk ateşinden öyle etkilendi ki, bu aşkın odu onun bağrına da saplandı. Gövdesi bu dışarı sızan bülbülün aşkıyla akan kanlarını emdi emdi. Kimsecikler bilmemeliydi bu aşkın kanayan sızılarını. Öyle ki, sabahın ilk ışıklarıyla ziyaretine gelen dostları beyaz gülün yaprakları üzerinde dane dane olmuş gözyaşlarına şahit oldular. O andan itibaren iki beden bir kalp olmuş atmaya başlamıştı.

O gündür bugündür bembeyaz olan goncagül, bu aşkın simgesi olarak kızıl açamaya başlar. Bülbülün aşkı karşısında içine kapanan gül, bu elemin teessürüyle yapraklarını dökmeye başlar. Her kırmızı gül bize bülbülün aşkını haykırır da; yapraklarını döken gül de, bu aşkın teessürünü ele verir.
Bülbül güle gül dedi.
Gül gülmedi gitti bülbüle. ”

Öyle aşklar vardır ki, karşılık göremeden biten. Yusuf kuyuları misali kervanlarla kurtarılmayı bekleyen sevdalar. İsmailler gibi bıçaklar altına yatıp da bu aşk uğrunda en samimi duygularını yollara döken. Bu aşkın esiri olmuşum yalnızlığımda. Etrafımı bir duvar gibi sarmış aşkın koyu kesif dumanı. Gözyaşlarım inat etmiş duygularımın tercümanlığını yapmaktadır. Gözyaşlarım topraktaki tohumlara yürek bulutlarından su ikram etmekte ve açmalarına danelik etmektedir.

Aşkın hiç hali nasıl olur bilir misiniz? Bir bedende iki can, iki beden de bir aşk odu. Aşk bedene girdi mi, bazen bir Mecnun bazen de bir Kerem ve Züleyha olur da haykırır tüm benliğiyle aşklarını. Aşk öyle gözü karadır ki, bu sevdaya tutulan her şeyi onunla göze almıştır bile. Sevgilinin kapısında aşkıyla bir hiç olma yolunda çırpınırda durur. Zaten aşkın adı sevda da, hiç olma değil miydi? Nice karasevdalılar at sırtında diyarlar dolaşırken bu hiç olma mesabesinde değil miydiler?

Bu âşıklar adeta “ aşkın ile âşıklar yansın Resulallah ” diyen semazenlerin pervane olup dönmesi gibi kendi benliklerinde hiç olmalarıyla başlar bu başlangıç. Bu bitiş, bu hiçlik aslında bitişi gösterse de gerçekte bir başlangıcın ilk satırlarını oluşturmaktadır. Her son gibi görünen bitişlerin habercisi aslında bir başlangıç değil mi? Gece yeryüzünden aşkını alıp giderken, güneşle birlikte yeni bir aşk doğmaktadır aslında. Bununla beraber ne gamlı ne kamlı aşklar başlayacaktır kara toprağın bağrında son bulan.


Ah minel aşk! Ne çektimse senin elindendir. Yeter kafi gelmedi mi bu ayrılıklar sana? Yetmez mi bu bağrına saplanan kara saplı hançer? Bizce yetmesi kafi olan satırlarımız aşk elinden bizar ola dursun biz, bize bu satırları döktüren şiirimizin esasına dönelim. Gözyaşı halkalarıyla halkalanmış bu tutsak şiirimizin hiçlik noktasındaki varlığına dair birkaç satır yazmak icap etmiştir.
“Aşkın Hiç Hali ” adlı şiirimizi biçim ve içerik olarak ele almaya çalıştığımızda karşımıza ilk bakışta biçim özellikleri olarak şu satırların aşkın diliyle döküldüğünü görmekteyiz:

Şairimizin duygu yoğunluklarının en üst zaman seyrinde olduğu dakikalarda yazıldığı görülmektedir. Şiirimiz aslında şairimizin dediği gibi hece vezniyle kaleme alınmış fakat şiiri okuyan şiir sevdalılarının içeriği hakkında daha da bilgilenmeleri açısından açıklamalar mahiyetinde serbest tarzda kaleme alınmış bir tarz görülmektedir. Daha önceki şiirlerimizden yola çıkarak bir değerlendirme yaptığımızda farklı bir tarzda kaleme alındığına şahit oluyoruz.

Şiirimiz hece vezniyle kaleme alınmıştır. Hece vezniyle kaleme alınmış şiirimizde her bir kıtanın açıklayıcısı mahiyetindeki birkaç dizeden oluşan serbest tarzda yine şiirin şairince yazılan mısralardan oluştuğunu görmekteyiz. Şiirimiz hece vezniyle yazılmış olan dört (4) kıtadan ve yine bu kıtaların şerhi mahiyetindeki serbest vezinle kaleme alınmış dört (4) kıtadan müretteptir. Hece vezniyle kaleme alınmış kıtalar hece vezninin 7’li hece kalıbından oluşmaktadır. Şiirimizde duraklar mevcut değildir. Zaten edebiyatımızda duraklar genellikle sekiz ve daha üstü hece kalıbıyla yazılan şiirlerimizde görmekteyiz. Şiirimizde hece vezninin kafiye düzeni, ritmi ve ahengini görmekteyiz.

Kafiye çeşidi olarak şiirde bir uyumun olduğu görülmektedir. Tüm kıtalarda iki ses benzerliğinin esas alındığı tam kafiye çeşidinin kullanıldığını görmekteyiz. Kafiye düzeni olarak halk edebiyatı ürünlerimizde karşılaştığımız koşma tipi kafiye düzenin hâkim olduğunu görmekteyiz. Bunun yanı sıra her kıtanın son dizesinde “ sanırsın ” sözcüğü tekrarlanarak bir uyumun sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu kelime tekrarıyla aşkın hiç hali vurgulanmaya çalışılmıştır.

………………… uçtu ………. a
………………… açtı ………. a Koşma tipi kafiye
………………… saçtı ………. a
………………… sanırsın ………. b

Şiirde kullanılan dil çok sadedir. Kelimeler de sanatlı kullanımı görülmemektedir. Kelimeler gerçek anlamlarının dışında fazla kullanılmamıştır. Kelimeler ağırlıkta olarak gerçek anlamlarında kullanılmaya çalışılmıştır. Yalnız kelimelerin anlam boyutu olarak her bir mısradaki kelimeler bize edebiyatımızın gizli, el değmemiş tozlu sandıklarındaki ciltlerdeki halk hikâyelerinin veya binbir gece masallarından kesitler sunmaktadır. Kelimeler mozaiğin parçaları gibi bir bütünü oluşturan parçaları andırmaktadır. Her bir kelime grubu okuyucusuna bir halk edebiyatı ürünlerinin gerçeğini sunmaktadır. Halk hikâye ve masallarına ait “ uçan halı, bezirgân kapısı, sevda hançeri, lale zar, aşk ateşi, Kafdağı ” kelimeler bize bu masalların kokularını hatırlatmaktadır.

Başka bir açıdan incelediğimizde şiirimiz aslında unutulmaya yüz tutmuş eski edebiyatımıza ait edebi örneklerin rayihalarını getirmektedir. Günümüzde adını bile uzun kış gecelerinde gözlerinde gözlükleriyle eski hatıralarını anlatan ecdadımızın dizinin dibinde dinlediğimiz veya dinlemeye çalıştığımız, günün yorgunluğunda göz kapaklarımız kapanmadıysa eğer, tatlı hatıralar diye anımsamaya çalıştığımız anlarda kalmışlardır. Gel zaman git zaman artık bu hatıralarımız da kalmayacaktır. Yalnız bir şartla, şiir sevdalısı kalem erbaplarımızın ifade etmeye çalıştıkları duygularının yoğunluğunda merak edip de araştırmaya, incelemeye çalışan birkaç edebiyat sevdalısı genç tarafından bilinecektir bu eserlerimiz. Aslını unutmaya başlayan insana şiirimiz bir ders mahiyetindedir.

Şiirimiz hece vezniyle kaleme alınmış bir eserdir. Yalnız burada dikkati çeken bir özellik olarak hece vezniyle yazılmış satırların açıklanma ihtiyacıdır. Bu kolaycılığa kaçan, araştırma ve incelemeye uzak, kendilerini edebiyat meraklısı veya şiir sevdalısı gören birkaç genç tarafından okunacağı dikkate alınarak yazılmış eserlerde kolaycılığa kaçan anlayıştır. Şiir okuyanda farklı farklı duygulanmaları ortaya çıkarma işlemidir. Her okuyan onda farklı limanlara gidebilmelidir. Bu açıklama mahiyetindeki satırlar da serbest vezinde gördüğümüz devrik ve eksiltili cümle kullanımı görülmektedir.

Fakat eksiltili ve devrik cümle kullanımı şiire farklı bir hava katmıştır.
“Ol Resul tüccardı ben de aşk alıp aşk satan bir tacir / Diken aşkla gülünü sevdi, gül aşkla dikenini / ol senin canın tenin / Bu gurbette aşk acısıdır hayalleri büyüten / bir ömür masal diyarını çocukça bekleten / ayağın da hake basar bir ömür / başın semada ama kökün masivada / buna rağmen uzak mı sanırsın yeri göğü kainata nispetle / Ölüm yakın / çün sonsuz aydınlık yakın ”

Şiirde benzetmelere ve tamlamalara sık sık yer verilerek aşk kavramının sınırları çizilmeye çalışılmıştır. Benzetme olarak şiirde aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır: “seccadem uçan halım olur / Ol Resul tüccardı ben de aşk alıp aşk satan bir tacir / göz nurum sedef olur / gurbette aşk acısıdır hayalleri büyüten / Kaf kalbindir ”
Kıtalarda bazen de sıfat ve isim tamlamaları kullanılarak şiir, adeta büyülü kelimeler yumağı haline getirilmiştir. “ uçan halım, bir usta öğreticinin çırağı, midyenin ışıltısı, göz nurum, deniz sedefi, masal diyarı, senin canın, aşk acısı, aşkının hançeri ”

Şiirimizde, eski hatıralar yumağının oluşturduğu duygusal tavırların ağır bastığı romantik bir hava sezilmektedir. Romantik sanatçılarda görülen olayların gerçekliği değil, gerçeğe uygun olması şairimizce benimsenmiştir. Dış dünyanın betimlenmesi, şairimizin iç dünyasını ve değişmeyen hatıralar dünyasını destekleyici tarzda ele alınmıştır. Bu duygu yoğunluğu şiire lirik yani coşkulu bir anlatım havası kazandırmıştır.

Dil bilgisi açısından şiirimizde fiil soylu kelimelerin sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Fiil soylu kelimelerde kip olarak görülen geçmiş zaman kalıbı esas kullanılmıştır. Kafiyelerde şahıs olarak üçüncü tekil şahıs kullanılmıştır. Böylelikle bu kip kullanılarak geçmişe atıfta bulunmuştur şairimiz şiirinde. Okuyucusuna da geçmişin izlerini göstermektedir.


“Aşkın Hiç Hali ” adlı şiirimizin bu biçim özelliklerinin yanı sıra, içerik özellikleri bakımından ele alıp incelemeye çalıştığımızda şiirimizin şu özelliklerini görmekteyiz:

Uçmayan halı uçtu
Bezirgan kapı açtı
Gözden sedefler saçtı
Deniz uzak sanırsın

Olmayanı ol/duran buyurunca seccadem uçan halım olur / bir usta öğreticinin çırağı ol/urum / Ol Resul tüccardı ben de aşk alıp aşk satan bir tacir / eteğine diz çökebilsem
İnciyi doğuran midyenin ışıltısı sedeftir / ol anda göz nurum sedef olur / deniz sedefin dışında sanırsın / deniz senin dışında sanırsın /

mısralarında gizli bir el sizi harikalar diyarındaki gizemli şehirlerin tılsımlı mekanlarına götürmektedir. Eski zaman halk hikâyelerinde uçan halıların varlığından bahsedilir ya. Şairimiz okuyucusunu hayaller âleminde seyr-ü sefere çıkartmıştır. Daha ilk satırlardan itibaren zaten bu haykırışı ifade etmiştir. Uçmayan halıları uçurtmak. Okuyucusunu yaşanılan çağın elem, sıkıntı, koşturmacalarından bir an olsun uzak tutup, rüyalarımızdaki mekânlara götürmek niyetindedir. Binbir gece masallarının ana temalarında kahramanları uzak diyarlara taşıyan veya kötülüklerin elinden kurtaran sihirli bir araç olarak gösterilir uçan halılar.

Şairimiz şiirine oryantalist bir bakış açısı kazandırmaya çalışmış. Fakat bizim kavram anlamı olarak kullandığımız oryantalizmden farklı olarak kullanılmıştır. “Nedir?” oryantalizm dendiğinde ise batının, doğu dünyasını anlamak, zafiyetlerini öğrenmek ve nihayetinde sömürmek için geliştirdiği bir disiplin olarak anlamaktayız. Özellikle Filistin kökenli Amerikalı bir sosyal bilimci olan Edward Said'in aynı ismi taşıyan kitabı ile meşhur ettiği bir kavramdır. Ona göre oryantalistler doğu'yu batı'nın değerleriyle yargılayıp, bu değerlerle "adam edilmeye muhtaç" görmektedir. Oysa her kültürün kendi içinde kendi değerleriyle ele alınması gerekmektedir. Oryantalistler doğu'yu geri kalmış, sakatlıklar diyarı olarak nitelerlerken, haremden yola çıkarak ezilen kadınlar klişesine özellikle vurgu yapmaktadırlar. Oryantalist sanatta sadece Doğu'nun batı inşası tensel şehvet düşkünlüğü resmedilmemiş aynı zamanda Doğu'nun kan ve kılıç ile simgelenen despotik ve barbar bir doğaya sahip olduğu şeklindeki doğuşu kökeni oldukça eski bir önyargıya dayalı imgeler de bulunmaktadır.

Görmekteyiz ki, batı diye addedilen medeniyet kendi duygu ve düşüncelerini önyargılar kalıbında çerçevelendirip insanına sunma gayreti içerisindedir. İşte biz burada doğu medeniyetinin, batı medeniyetine beşiklik ettiği gerçeğinden yola çıkarak değerlerimizi doğu medeniyetinin geçmişinden gelen değerleri batı medeniyetinin değerleriyle bütünleştirip çağın yanlış düşünceli insanlarına sunmalıyız. Yoksa günümüzdeki kargaşaların kökenine inmemiz biraz olanaksız gibi görünmektedir. Oryantalizmi bugünkü kullanılan yanlış kelime manasından kurtarıp, doğunun değerlerinin gerçekleriyle sarmalayıp dünya medeniyetine sunmalıyız. İnsanlara hoşgörü ve anlayışın kapılarını aralayacak olan biz ecdadı değerler üstü değerlere sahip medeniyet beşiği olan doğu kültürüne sahip bireyler aşılayacaktır.

Şiirimizde şairimiz açılamayacak kapıların sürmelerini sonuna kadar okuyucusuna açmaktadır. Uçamayan halılar uçmakta, kapalı kapılar olarak bilinen sırma köşklerin kapıları aralanmakta, gözlerin sedefler ülkesindeki benzerinin bulunabileceği hatırlatılmaktadır. Her kapalı zannedilen kapılar açılacaktır bir gün. Şairimizce önemli olan insan tüm başlangıçları yüreğinde gerçekleştirebilsin, fetihlere ilk önce yüreklerden başlanabilsin gerçeğini haykırmaktadır.

İnsanın Mevla’sına en yakınanı olan seccadesinde yüreklerinin kabardığı, durgun zannedilen okyanusların gelgitlerle coşmaya başladığı dakikaları iyice anlayıvermesine bağlıdır. Eteğimde bir yığın ahımla, gözyaşımı sunuyorum. Varlığın yaratılış gayesinin karlı alış verişine ortak olabilmek ne büyük mutluluk. Bu ticarette alan memnun, satan memnun. Onun bağrı yanık iklimlerinin kokularını getiren sam yeli rüzgarlarının üzerinde uçan halımla seyahat edebilsem? Gözyaşı medeniyetini kurmaya çalışan er oğlu erlerin safında bende bulunabilsem de bu kervandan geri kalmasam arzusu benliğimi yakıp kavurmaktadır. Gözyaşlarım inci taneleri gibi kendince mecrahında akar dururken ben avuçlarımda sedeflerimle oynamaktayım.

En içli nağmelerin en içli dakikalarda dile getirildiği zaman dilimleri. Kimsesizlerin kimsesi ile hasbıhal yapılan dakikaların bezirgânlar tarafından açılan kapıları. O açılan kapıların boş dönderilmediği anların dilimleri.
Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler


Kalp hançerini sevdi
Lale zârını serdi
Diken dedi gül dedi
Acı tuzak sanırsın

Kalbim aşkının hançerini yedi / ol vakit seni sevdi / lale dik duruşundan halel verdi / inledi / Diken aşkla gülünü sevdi, gül aşkla dikenini / böylece gübre güle de dikene de tatlı geldi

Yenilginin ilk dakikaları. Hançerin hançereye değdiği zaman dilimleri. Bağrı yanık kalplerin bir kez daha “ah” larla inlediği, sarsıldığı mekanlar. Sevgilinin dizi dibinde geçirilen zamansızlıkların içindeki hayal ikliminin okşayıcı rüzgarları.

Hani anlatırlar ya feryadu figan eden gül kızın hikâyesini:
“ Zamanın zamansızlık diliminde bir gün dillere destan güzelliğiyle boy verip serpilen bir Şahale yaşarmış. Bu sevgili hep en iyi erkeği bulacağım ümidiyle yanıp tutuşurken yıllar su gibi acımasızca akıp gitmiş de kız, en iyisine sahip olma düşüncesiyle hemhal olmuş. Gel zaman git zaman bütün gençler evlenmiş çoluk çocuğa karışmışlar. Gençlerden birisi yılar sonra bu güzelin çirkin birisiyle evlendiğini görünce dayanamayıp güzel kadının yanına yaklaşmış ve sormuş.

Sen bu adama mı kaldın? Niye bununla evlendin? Diye sorunca delikanlı, ahu vahlar içindeki kız şu cevabı vermiş:
Ahhh, ahhh! Bunu sana nasıl anlatsam, anlatırım ama bir şartım var’ demiş. Delikanlı, ‘Söyle bakalım şartın ne?’ Kız bunun üzerine.
‘Bahçeye gir ve bana oradan en güzel gül’ü kopar ve getir.’ demiş. Delikanlı, bundan kolay ne var hemen getiririm.’ deyip bahçeye inmiş. Kız arkasında seslenmiş: Şartım şu. ‘En güzel gülü bulana kadar hep ileriye doğru gideceksin, asla geri dönmeyeceksin’ demiş. Delikanlı tamam deyip bahçeye inmiş. Ve aman Allah’ım kırmızı bir gül evet kızın söylediği, bu gül olsa gerek derken az ilerde beyaz gülü görmüş beyaz gül kırmızı gülden daha güzel derken tam onu koparmak üzere elini uzatınca az ilerde sarı gülü görmüş… Beyaz gül, kırmızı gül, sarı gül derken en sonun da bahçe duvarının dibinde güneş görmemiş kurumuş, sararmış, solmuş bir gül kalmış.

Tam geri dönecekken kıza verdiği söz aklına gelmiş, geri dönemeyeceği için o kurumuş ve yaprakları dökülmüş gülü alıp kıza götürmüş.
Al işte istediğini getirdim.’ der. Kız hüzünle delikanlıya bakarak: ‘Şimdi anladın mı onunla ne için evlendim?’ Delikanlı şaşkınlıklar içinde kıza sorar.
‘Hayır, anlamadım nasıl ama?’ Kız nemli gözlerle delikanlıya yaklaşıp gözlerine bakarak: ‘Hep en iyisi, en güzeli, en yakışıklısı, en zengini olsun diye bütün kısmetlerimi geri çevirdim, ama istediğim olmadı. Zamanı geri çevirip eski kısmetleri geri getirme şansım olmadığı için sonun da kala kala, ona kaldım.’ Şimdi anladın mı? der.

Gül, bülbüle cevap veremeyince gözyaşlarının deryasında boğuşup durmaktadır. Her akan gözyaşı değil, yüreği parçalayan bir hançer mesabesinde. Dikene düşen bu ayrılık acısının ateşini körüklemek. Lale, rüzgârın inleyişi karşısında yapraklarını yele verdi de derdinin elemiyle oturdu. Ben sensizlikler içinde kendimi hiç deryalarına saldım.


Hayat yakın ten yakın
Canını at tan yakın
Aşka düş sönme sakın
Kaf ne uzak sanırsın

Hayatın içindesin / ol senin canın tenin / ancak dünyayı sevme sevin / çün sonsuz aydınlık yakın / Bu gurbette aşk acısıdır hayalleri büyüten / bir ömür masal diyarını çocukça bekleten / Kaf kalbindir /

mısraları hayatın biteviye devam eden hengamesinde akan süreler içinde gitmekteyiz. Biz hayatın içinde olduğumuz an kadar da dışında yaşamaktayız. Kendimizi aşkın hiçliğine kaptırdığımızdan şairin dediği mısralar gayrı iradi olarak dillerden dökülmektedir.
Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,

Yaşadığın anlara, aşklara bel bağlama. Geçici fani lezzetler acı elemlere beşiklik edebilir. Baki olanı ararken, fani, geçici, fuzuli meşgalelerle mahbuplara bel bağlamak niye? Fanilikleri içinde en onulmaz yaralara merhem olma gayrısında bulunurlar.
Şairimizin de haykırdığı gibi hayat denizinde can sandalında fırtınalı, dağdağalı bir denizde ilerlemekteyiz. Kaptanımız aşk elinin hiçliğinde benliğini erittiğinden biz yolcular sahili selamet limanlarına doğru gitmekteyiz. Can kafesinden kuş uça gide. Onun aşkıyla yan bu gecelerde. Zannetme ki, Kaf dağının ardı çok uzak. Her an kanat çırpan Anka kuşu götürüverecektir. Unutma ki can, bu bedene emanet binmiş uçan halısında seyretmektedir.

Aşk, öyle bir ateştir ki, girdiği bedeni yakıp kavurur. Bağrı yanık sevdalılara yol olur yürütür. Bazen gül bahçelerine döner kokularıyla âşıklarını mest eder. Bazen bir güneş olup âşıkların bağırlarındaki meyvelerin olgunlaşmasına meydan verir.
Ulaşılamaz, varılamaz zannettiğin Kafdağı aslında senin yüreğinde bitmektedir. Ulaşılamaz zannedilen deryalara bir kanat çırpımı mesafesinde varabilirsin. Hayat, hayatlar üstü hayatla çevrelenmiştir. Nice âşıklar bu kervanda çöllerde yalnız kaldılar.


Umuda yeis azâb
Ayaktan düşmez türâb
Sen sen olma ol harâb
Ölüm uzak sanırsın

Umut ancak kesilirse ölür / ayağın da hake basar bir ömür / başın semada ama kökün masivada / o vakit keder senden uzak ol/ur mu /
‘Ben’ dersen toprağa yaklaşırsın ‘O’l dersen göğe / buna rağmen uzak mı sanırsın yeri göğü kainata nisbetle / Ölüm yakın /

dizeleri umutların bittiği yerde tekrar filize durduğunu haber vermektedir. Yeis bir bataklıktır, girersen bir daha çıkamaz boğulursun. Şairimiz duygularını ne de güzel kanatlandırmış. İnsanın umutları biterse, yokluğun başlangıcıdır. Unutma kibrin kadar küçüksün. Senin özün toprak, aslın toprak, dönüşünde yine ona olacaktır. Şairimiz ne de güzel seslendirmiş: “ Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. ” Benlik duygusunu yokluk kabında eritmedikçe maveralara yükselemezsin. Ölüm ense kökümüzde boy vermektedir. Uzaklığı içinde yakınlığını hissetmekteyiz. Her şeyin özü O’na dönük olunca boy veriyor. Rahmeti Rahman yeri göğü altı günde “ol” demeyle yatırken, sen zannediyor musun ki, yer altı günde erimesin. Ölüm, can kuşunun can kafesinden uçup veralara pervaz etmesiyle başlayan bir başlangıçtır.

Şiirimizin şairi duygularına yol bulacak sihirli halısının üzerinde dünya semasında umutla uçmaktadır. Hayatın başlangıcıyla ölüm arasında sergüzeştini kaleme almış bulunmaktadır.

Duygularımız aşkın hiç halini yaşarken, bu hiçlik içerisinde son demi vermek üzere Zekeriya Efiloğlu Hocamın aşkının serenatıyla nokta koymak gerekecektir.

TESELLİSİ OLMAYAN BİR YAŞAMA

Sanırsın ay düşmüş gözlerine
bulutların içinden çıkarmışlar bakışlarını
bir ikindi vakti
erkenden batmış güneş
ve bir daha doğmamış

Bugün sensiz yağdı yağmurlar
şemsiyemiz açıkken ıslandık
pencerenin arkasında dolaştı kar taneleri
şimşekler evimizin canına değdi
hala gök gürlüyordu açmışken güneş
oysa daha az önce
gitmişti dönmemek üzere
akşamı bile beklemeden

Sanırsın bir bıçak saplanmış sözlerine
kaçıncı cinayetten kaldığı belli değil
şakağında kindar bakışlar asılı
gülistanı mahvettiler gül koparmak için
zemheridir kollarımdaki

kim bilir hangi iklimin durağındasın
hangi bilinmezdir adresin
bir nefes alabilsem yokluğunda
bir şarkı ezberleyebilsem
bir özgürlük marşı söyleyip
halayın eyleminde dinlenebilsem
yaşanmışlıkları teslim ettim bu gece
şimdi sevdamın kucağına gidiyorum
işte bu son sözüm

Tesellisi olmayan bir yaşama
kayıtsız imza atmışım
abluka altındayım
zamana vurulsun mührüm

ÖMER BATI
03.09.2009 - Gaziantep

( Bir Şiir Tahlili: “aşkın Hiç Hali” Şiiri – Safiye Korkmaz başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 3.09.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.