Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 30.06.2009
Okunma Sayısı : 3301
Yorum Sayısı : 1
Bir Şiir Tahlili: “Televizyon Karşısında Esrik Çağrışımlar” Şiiri – Turan Gündüz


TELEVİZYON KARŞISINDA ESRİK ÇAĞRIŞIMLAR

Herkes kendi öyküsünü izliyor kirli beyaz perdede
müneccimler, korkuluklar, temyiz mahkemeleri
hepimiz ekranız aslında.

Kendimi ihbar ediyorum ey vergi iade müfettişleri
yüzümde binlerce parmak izi var
derd-i maişet ile eskiyen zihnime
akıl almaz narkozlar zerk ederek
yumuşak karnına yaslandım büyülü kutuların.

Gördüklerim inancımı kavileştirdi
lanetliyorum on emir'e sahip çıkmayanları
kanun layihalarıyla delil sunmama ne hacet
kucaklarında ölü çocuklarıyla memeleri sızlayan kadınlar
toprağın bir parçası olduğumu hatırlattı bana
delişmen kalbim uyuştu aşkınlaşma sancısı ile
kuruntu duvarlarını aşarak
kuşlarla aynı dili konuşmaya başladım.

Dilimin üstündeki ölü harfler silkelenince
yüzlerine tükürmenin şaşkınlığını yaşattım kalpazanlara
ve lakin bulutlar kadar açık edemedim gözyaşlarımı.

Ey gerçeği soyup ökçeleri üstünde dans ettirenler
kutsal seyir ayinlerinde kendini çırılçıplak izleyenler
belki yalvarma makamındayım hala eğri odunlar taşıyorum
ama benim bir adım da muzip put kırandır
meşru sorular sorarım bu dünyada sürgün varlıklara
gözlerindeki örtüleri kaldırırım özel mektuplarımı karıştıranların
varsın olsun beni yalan makinesine bağlasınlar
darası alınmamış terazilerde sözlerimi tartmaya çalışsınlar
kendine kıyak bahaneler bulan münkir koleksiyoncular.

Bırakın kalsın akşamüzeri kuşların ötüşü yerli yerinde
mademki yüreğime düşen cemredir
ne yapsa yeridir.

Turan GÜNDÜZ




“TELEVİZYON KARŞISINDA ESRİK ÇAĞRIŞIMLAR” ŞİİRİNİN TAHLİLİ:

İş bu söze Hak tanıktır.
Bu can gövdeye konuktur.
Bir gün ola çıka gide,
Kafesten kuş uçmuş gibi.

Hayat öyle bir sahne ki, her şeyi izlemek imkânlar dâhilinde. İnsan hayatı bir can koltuğundaki rahatlıkta izleyebilir. Bu seyirler karşısında her şeyi görmek ve yorumlamak mümkün. Sahnede iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, dost ile düşmanı, ak ile karayı aynı sayfada mütalaa etmek hiç de zor olmasa gerek. Bu sahne öyle bir şey ki, ilk sayfasında hayat, son sayfasında ölüm yazılı. Her şey bu ikili arasında cereyan eden koşuşturmacalardan ibarettir. Öyle bir sahne ki, her şey ayan beyan karşındadır. Bu sahnedeki her şey gerçek, her şey katıksız, saf, özündeki gibi birebir. Sahnenin ardındaki perdede oynan ise: Gerçek.


Hayat ve ölüm ikilisinin sebebidir gerçek.
Dünya denizinin açık sahillerinde, yelkenimizi dolduracak ve bizi sevdalı limanlara götürecek bir avuç rüzgârın peşinde nereye doğru yelken açtığımızın farklında olmadan yol alıyoruz. Yol şaşkın, yolcu şaşkın; dalgalar inat, rüzgâr kavi, zaman çetin. Hayat biteviye devam eden hengâmesinde devam etmekteyken bu düğmeye kim bastı? Bu sahneyi kim çıkardı? Tam da her şey yolundayken derken, bu kaçıncı bahçe gördümse tarumar, hepsi neden tarumar?


Elimizde hayat denen sermayeyle deli divane dönüp duruyoruz. Sermaye tükenmek üzere, zaman kısa. O kadar kısa ki, bir daha yerine koyamayacağın süre misali. Uzun ve kısa. Başlangıcı ve sonu belli olan sermaye.


Hayat, iki nokta arasındaki uzun veya kısa çizgi. Anlamlı veya anlamsız gayretler çabası. Silindiği zaman bir daha baştan yazamadığımız mürekkep kalemli defter. İnsanın bir göz açıp kapaması misali an ve anlar. Han ve hancının devamlı çalıştığı doymak bilmeyen iştiyakları, hevesleri karşısında kervanların suda, parmak ucunun bıraktığı dalga boyutunun genişliği mesabesindeki izi. İnsan kendisini ya ateşe atmalı ya da ateşe dayanacak noktaya ulaşıncaya kadar eritmeliği benliğini yokluk ateşinde. İşte bu doyma noktasındadır ki, her şey eriyip mecrahını bulup ona göre yön çizecektir.


Anlayana bu televizyon ekranın da çok şeyler anlatılır da, fakat bundan dersi sadece idrak sahibi faziletli karakterler çıkarırlar. Kapıya dayandığı zaman ölüm iş işten geçmiştir de, şakası yoktur. O vekâlet kabul etmez. Kişinin kendisiyle nerede, nasıl, ne zaman karşılaşacağı dakikalar bilinmez. Rahm-ı maderden dünyaya geldiğimiz ana kadar her şeyden bihaberizdir. Gözler açılınca ağlamaklı gülmeler karşılar bizi sevdalı yüreklerde. Her şey şaşkındır, ne yapılacağı ilkin kestirilmez, fakat göz açıp kapayıncaya kadar geçen süreler neticesinde hayat başlatılır, hem de ağlatma başlangıcıyla.


Hayatı anlamlı ve anlamsız kılma çabası. Saman çöpü alevi misali geçen seneler süresindeki dostluklar, arkadaşlıklar, sevdalar, sonu gelmeyen arzular. Ne olduğunu, nasıl sürdüğüne nail olamadan göçüp gitmeler. Ardına bakmadan, dostlara, evlatlara, yürekteki tahtına oturmuş nice avunma sevdalara evlada diyemeden gitmeler. Mirasyedi nesiller gibi harcanan zaman dilimleri, hayat sermayesi.


Başlangıcı hayat olan ve neticesi ölümle son bulan bir rüya. Unutanlar zamanla unutulurmuş denilen dakikalar. Küçücük anlardan büyük mutluluklar, hazlar toplanan zamanların geride bırakıldığı anlar. Tomurcuklar güllere dururken yaz güneşinin kavurucu hararetinde eriyen, solan ve kuruyup toprak olan güller, dikenler, yapraklar, kökler…


Ölüm aslında bir mihenk taşıdır anlayana. Onda ayrıcalıklı olma, farkındalıklı yaşama duygusu yoktur. Her şey eşittir, birdir. Herkesin uzaklığı birdir. Asrın sahibinin minare başından haykırdığı gerçeği görmek lazımdır: “Âlemde çok görüyoruz ki: Zalim, günahkâr, gaddar insanlar gayet refah ve rahat içinde, mazlum ve dindar insanlar gayet zahmet ve zillet içinde ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelip, ikisini eşit kılıyor. (Sözler sf.555) ”


Ama böyledir işte seyredilen ekran. Ne varsa serüvende onu seyrettirir. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık zamanlarının serüvenlerini bir çırpıda seyrettirir. Hayatın acı gerçekleri karşısında dudak büküşler, içli serzenişler boşunadır. Seyircilerde, sahnedeki hayatın bıraktığı bir sarhoşluk, bir melankolik durum sezilse de, yaşanılanlar an be an gerçektir. Eksikliğine, fazlalığına, hayallerine, ütopyalarına karşın.


Hayat serüvenini televizyon karşısında anlatan bu kısa girişten sonra “ Televizyon Karşısında Esrik Çağrışımlar ” şiirimizi biçim ve içerik yönünden ele alıp tahlil etmeye çalışalım. Şiirimizin biçim özellikleri olarak karşımıza şu özellikleri çıkmaktadır:


Şiirimiz hece veznine inat duyguların yürekten yol alıp, kanatlanmasıyla duygu yüklü defterlerde kalemle hemhal olup, satırlar ve cümlelerle bağdaş kurup serbest bir tarzda dışa vurumunu hatırlatmaktadır. Şiirimiz serbest vezinle yazılmıştır. Bu şiir türü Cumhuriyet döneminden sonra Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı Garip akımı neticesindendir. Birinci Yeniler diye de anılan Garip akımının doğmasını sağlayan Orhan Veli’nin bir şiiridir. Bu şiir, edebiyat dünyasında büyük yankılar uyandırmış, şiiri eleştirenler kadar övenler de olmuştur. Şairler ve eleştirmenler adeta ikiye bölünmüş “Böyle şiir mi olur?” diyenler olduğu gibi Orhan Veli’yi deha olarak niteleyenler de çıkmıştır. İşte bu hengâmede boy veren serbest vezne dayalı şiirler günümüzde hece vezniyle at başı gitmektedir. Şiirimizin şairi Turan Gündüz de pek çok günümüz şairi gibi hece vezninin yanı sıra serbest tarzda da şiirler yazmayı yeğlemiştir.


“ Televizyon Karşısında Esrik Çağrışımlar ” şiirindeki kelimelerin seçimi bir ahengi ve uyumu göstermektedir. Her bir dize şairimizin duygularını bir tablo haline sokmuştur. Şiirin okuyucusu şiirle, televizyon karşısında günlük mutat olarak seyrettiği hayatın hengâmesini izliyor izlenimine kapılmaktadır.


Şiirimiz altı parçadan oluşmaktadır. Her bir parça kendi duygu yoğunluğunu yansıtmaktadır. Kendi içinde ele aldığımız zaman bir bütünlüğün meydana geldiğini, yani bir mozaiğin parçalarını oluşturan bütün misali bir izlenim vermektedir.


Şiirde şairimizin kullandığı dil ve üslup çok durudur. Kelimeler herkesin anlayacağı durulukta bir Türkçeyle yazılmıştır. Fakat bazı kelimeler terim özelliğiyle kullanıldığından sözlük kullanmak gerekmektedir. Bunun yanı sıra Osmanlıca Türkçemize ait bazı kelimeler kullanılarak bir ahenk oluşturulmaya çalışılmıştır. “ beyaz perde, müneccim, temyiz mahkemeleri, müfettiş, narkozlar, derd-i maişet, layihalar, zerk etmek, kavileşmek, kalpazanlar, ökçe, ayinler, meşru sorular, cemre. ”


Şiirdeki temel düşünce günlük hayat karşısında izlenimleri veren günlük hayat koşturmacasıdır. Şiirde, mısraların kendi içinde bir ses uyumu görülmekte ve bu da şiirimize bir zenginlik, estetiksel, biçimsel ve şiir dili bakımından da farklı bir güzellik katmıştır. Görüleceği gibi şiirde bir sadelik vardır. Aynı zamanda duygusal yoğunluk ve şiirin bütünü içinde ele alınması gereken ahenk dikkat çekicidir. Bu da şiire genel olarak bir musiki havası vermektedir. Şiirdeki musiki sezgisi, müzikteki ritim gibidir. Nasıl ki, müzikte ritim düzenli tekrarla sağlanıyorsa, şiirde de ritim ünlü ve ünsüz seslerin düzenli bir şekilde tekrarı ile sağlanmaktadır.

Her şiirde farklı bir dil, bu dilin meydana getirdiği bir biçim söz konusudur. Sözcüklerin yüklendiği anlam yapı itibariyle herkesin anlayabileceği bir dildir. Bu da şiirin biçimini etkilemiştir. Şairimiz, duygu ve düşüncelerini ifade etmek için güzel ve etkili bir şiir dili oluşturmuş ve öyle bir yapı oluşturmuştur ki, şiirimizin iç dengesinde okuyucusunun yüreğine bizzat hitap eden en etkili ve en kısa yolu bulmuştur. Bu, şiirin dili ve sözcüklere yüklediği anlam ile imkân bulmuş, şiirde bu şekliyle biçimlenmiştir.


Şairimiz, “ Televizyon Karşısında Esrik Çağrışımlar ” şiirinde kendi şiir anlayışına uygun olarak, duygu ve düşüncelerini doğrudan değil, dolaylı yoldan anlatmayı tercih etmiştir. “yumuşak karnına yaslandım büyülü kutuların / kuruntu duvarlarını aşarak / ama benim bir adım da muzip put kırandır ” gibi tamlamaları çokça kullanarak şiirde daha çok tasvire ait olan öğelerle söylemek istediklerini okuyucuda çağrışım yaratacak şekilde duyurmaya ve sezdirmeye çalışmıştır.


Şiirde biçimi oluşturan şairin dünyaya bakış tarzıdır. Şairin iç dünyası biçimin oluşmasını sağlayan unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiirimizde devrik ve eksiltili cümleler kullanmayı yeğlemiştir. Şairimiz bu ve benzeri şiirlerinde çağdaş şiir anlayışı tarzını yakalamayı hedeflemiş izlenimi vermektedir.
Herkes kendi öyküsünü izliyor kirli beyaz perdede
Kendimi ihbar ediyorum ey vergi iade müfettişleri
Yumuşak karnına yaslandım büyülü kutuların.
Lanetliyorum on emir'e sahip çıkmayanları
Toprağın bir parçası olduğumu hatırlattı bana
Kanun layihalarıyla delil sunmama ne hacet
Kuruntu duvarlarını aşarak
Dilimin üstündeki ölü harfler silkelenince
Ve lakin bulutlar kadar açık edemedim gözyaşlarımı.


Şiirde muhteva ve konu olarak karşımıza ilk bakışta hayatın acı tatlı, yalan yanlış gerçeklerini simgeleyen bir televizyon imgesi karşımıza çıkmaktadır. Adeta şairimiz hayata bu pencereden, bu simgeden bakmaktadır. Şairimizin “televizyon sahnesi” sembolüyle anlatmaya çalıştığı ‘hayat yolu’dur. Tabi ki bu simgeyi destekleyici kelimeler ve kavramlar bütünü tamamlama amacını taşımaktadır.


Bu hayatın akışı içerisinde devam eden aksaklıklar, haykırışlar, itiraflar ve serzenişlerle şairin bize anlatmaya çalıştığı şey, ne yaparsak yapalım hayat sahnesi bir geçici sahnedir. Senaryo bitince ve perde kapanınca her şey son bulacaktır ve kaçınılmaz son olan ölümden kaçışın olmadığı gerçeği anlaşılacaktır.


“ Televizyon Karşısında Esrik Çağrışımlar ” adlı şiirimize ait bu biçim özelliklerinin yanı sıra içerik özellikleri olarak da baktığımızda şiirimizle ilgili şu özellikler karşımıza çıkmaktadır.


Şiirimizin konusu hayatın biteviye devam eden hengâmesi, karışıklılığı içerisinde zevksizliğin, çirkinliğin, sahtekârlığın ve karışıklığın hâkim olduğu, içinde yaşadığımız gerçek hayat sahnesidir. Tema olarak şiirin ana düşüncesi “Karmakarışık bir dünyada yaşamak zorunda kalan bir insanın karamsarlığı, mutsuzluğu, yılgınlığıdır.” diyebiliriz. Şiirde bezgin, mutsuz ve umutsuz bir insan tipi çizilmiştir. Şiirdeki bu mutsuz insan tipi şairimiz karımıza çıkmaktadır. Onu nadiren de olsa umutlanmış ve hayata meydan okuyan edasıyla görürüz. Bu bağlamda aşağıdaki satırlar şairimizin ümidinin ve haykırışlarının izlenimlerini yansıtmaktadır:
Gördüklerim inancımı kavileştirdi
Delişmen kalbim uyuştu aşkınlaşma sancısı ile
Kuruntu duvarlarını aşarak
Kuşlarla aynı dili konuşmaya başladım.
Dilimin üstündeki ölü harfler silkelenince
Yüzlerine tükürmenin şaşkınlığını yaşattım kalpazanlara
Ama benim bir adım da muzip put kırandır
Varsın olsun beni yalan makinesine bağlasınlar
Mademki yüreğime düşen cemredir
Ne yapsa yeridir.


Herkes kendi öyküsünü izliyor kirli beyaz perdede
müneccimler, korkuluklar, temyiz mahkemeleri
hepimiz ekranız aslında.
dizelerinde gerçeği haykırış söz konusudur. Hayat bir oyundan ibarettir. Yani gerçek olan nokta şu: Herkes kendi kulvarında koşan bir sporcuya benzemektedir. Ne zaman ki öne geçtin, işte o zaman arkandakileri hesaba katmak zorunda kalacaksın. Çünkü öndeysen, geridekiler senin takipçin olarak seni bir gölge gibi izleyeceklerdir. Hayata en dar açıdan bakan müneccimler misali asılsız ihbarlar yaparak yoldan çıkarmaya çalışanlar misali.


Tarlalarda ürünlere zarar verecek olan kuşlara karşı üretilmiştir korkuluklar. Fakat zamanla alışan kuşlar korkuluklarla dost olamaya başlar ve sırlarını onlarla paylaşmaya başlayınca işte o zaman başlar bitişin hikâyesi korkuluklar için. Çünkü amacını aslını, özünü kaybetmiştir. İşte hayat budur. Her şey sahneden ibaret. Sahnede oynayan başroldeki kahramanlar ise biz ve hayatın gerçekleridir. Sahnede oyunun son demlerine ulaşılınca artık izleyici izlediği sahneden zevk almamaya başlar ve böylece sahnede devam eden oyun izleyiciler için artık bitmiş demektir.


Kendimi ihbar ediyorum ey vergi iade müfettişleri
yüzümde binlerce parmak izi var
derd-i maişet ile eskiyen zihnime
akıl almaz narkozlar zerk ederek
yumuşak karnına yaslandım büyülü kutuların.
mısraları hayattan sürekli bir şeyler çalmanın hesabını yapan hırsızların yüzsüzlüğünü meydana vermektedir. Çağımızın insanını karamsarlığa, umutsuzluğa, bunalıma sürükleyen birçok olay, varlık ve düzensizlik vardır. Bunların dünyaya ilan edildiği ve bu olumsuzluklardan herkesin haberdar olmasına sebep televizyonlardır. “Devleti nasıl soyarım?”ın planlarını yapan nice insanların haline inat şairimiz saflığın ve dürüstlüğün timsali insanları ön plana çıkarmanın telaşını gütmektedir.


Evine bir lokma helal ekmek götürmenin telaşında gününü gün eden insanların koşuşturmacalarını hayat televizyonunda seyrettikçe hep aynı sahneler diyorum. Yorgun, yılgın, umutsuz, mücadele etme gücü olmayan ve hayatın dişlileri arasında ezilip kalan insanların anlık umutlanmaları ve ardından vazgeçmeleri vurgulanmıştır. Bu insanlara inat soyguncu ruhlu insanlarında çokluğundan dem vurmaktadır.


Hayatın çilesinden, koşturmacasından bıkan insanların sevgisizlik ve ilgisizlik karşısında sığındıkları liman olarak gördükleri eroin, kokain, morfin, sigara vb. bataklıklardaki çirkefliklere sarılan gençlerin vahim sonları şairimizin muhayyilesine yerleşmiş ve onu tedirgin etmektedir. Ailelerin sevgi ile büyütecekleri geleceğin nesilleri karşısında bir direniş emaresi görülmektedir.

Hani anlatırlar ya hikâyecikte:
Babasının her seferinde başından bin türlü bahanelerle kovmaya çalıştığı evin afacan evladı bir gün dayanamaz babasına bir soru sorar:
--Babacığım günlük olarak ne kadar para kazanıyorsun?
Evin babası yorgunluğun verdiği hal üzre şaşkın ve bitkin bir halde afallamaya vakit bulamadan evladının ikazıyla irkilir.
---Baba yorgun olduğundan yine evladının derd-i maişeti için ekmek peşinde koşuşturduğundan halsiz ve mecalsiz bir biçimde beş milyon diye cevaplar.
Evin afacan evladı halinden memnun bir şekilde annesinin şefkatli kucağına atılır, yüzünde gülücükler açarak. Çünkü yarın babası onun olacaktır.
Ertesi günü işten gelen babasının bacaklarına olanca gücüyle daha kapıdayken sarılan afacan evlat, babasını ve annesini de şaşırtmıştır.
Cebinden çıkardığı ve annesinden bir gün önce peşin olarak alıp cebine doldurduğu harçlığını babasına uzatarak:
---Babacığım, bu senin bir günlük kazancın. Bugün benimle oynar mısın?
Bu soru ve cevaplanamayacak derecede zor soru karşısında anne yüreği bile sessizdir, baba ise iliklerine kadar şaşkın ve hayretler içindedir.

İşte hayatın biteviye devam eden sergüzeşti deveranında unutulan değerler, farkında olmadan kaybedilen zamanlar.

Gördüklerim inancımı kavileştirdi
lanetliyorum on emir'e sahip çıkmayanları
kanun layihalarıyla delil sunmama ne hacet
kucaklarında ölü çocuklarıyla memeleri sızlayan kadınlar
toprağın bir parçası olduğumu hatırlattı bana
delişmen kalbim uyuştu aşkınlaşma sancısı ile
kuruntu duvarlarını aşarak
kuşlarla aynı dili konuşmaya başladım.
Din kisvesi adı altında yapılan onlarca zulüm. Dinin emirlerini yapıyoruz diye saçmalıklar peşinde koşan insan bedenli canavarların kan renkli dişleri, halkaları. Dinde yeri olmadığı halde yapılan zulümlere kaynaklık eden Avrupa Medeniyeti’ne şairimiz Hz Musa (as) Allah’tan (cc) aldığı on emiri vurgulayarak yapılan bu çirkefliklere bir dur demek ihtiyacı hissetmektedir. Peki bu Hz Musa (as) gönderilen on emirde Yüce Yaratan neleri emir buyurmuştu. Burada bilgi mahiyetinde vermenin gerekli olduğuna inanıyorum.

Evamir-i Aşere de denilen 10 emir, Kuran'da Bakara suresi 83-84. ayetlerde anlatılır: 83. ayet: "Bir vakit İsrail oğullarından söz alıp: 'Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Anaya babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin, insanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin" demiştik. Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hala da yüz çevirmektesiniz."

84. ayet: "Hani sizden, birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi ülkenizden çıkarmayın diye söz almıştık, siz de bunu kabul etmiştiniz. Buna siz de şahitlik edersiniz."

Hıristiyanlar, 10 Emir'in iki taş levhaya kazınmış olarak; Müslümanlar ise vahiy ile Hz. Musa'ya bildirildiğine inanırlar. Tevrat'ı oluşturan kitaplarda bu 10 emirin çeşitli devirlere ait birbirinden farklı anlatımları vardır. (Tevrat, Çıkış, 20/1-17 ve 34/1-25; Tesniye, 5/8-21). Biz burada, Çıkış 20/1-17'de yer aldığı şekliyle veriyoruz:

1- Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Tanrın Yahve benim.
2- Karşımda başka ilahların (tanrıların) olmayacaktır.
3- Tanrın Rabbin ismini boş yere ağza almayacaksın; çünkü Rab kendi ismini boş yere ağza alanı suçsuz tutmayacaktır.
4- Şabbat (Cumartesi) gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın; fakat yedinci gün Tanrın Rabbe Şabbat'tır; sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin, hiçbir iş yapmayacaksın; çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı ve yedinci günde istirahat etti; bunun için Rab Şabbat gününü mübarek kıldı ve onu takdis etti.
5- Babana ve anana hürmet et, ta ki, Tanrın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun.
6- Katletmeyeceksin.
7- Zina etmeyeceksin.
8- Çalmayacaksın.
9- Komşuna karşı yalan şahadet etmeyeceksin.
10- Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun karısına yahut kölesine yahut eşeğine yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.

Bu kısa bilgiden sonra şairimizin neler demek istediğini herhalde anlamış olmaktayız. Sahnede oynanan oyunlar bu emirlerin yerine getirilmediğini ve tutulmadığının şairimizce haykırılmasıdır.


İnsanın bu oynanan oyunlar karşısında içi dışına çıkmakta ve bu çirkefliklere meydan hazırlayan insanlara içten içe bir kin beslemesi bittabi normaldir. Şairimiz; “Katledilen masum evlatların ne suçu var?” sorusuyla vicdanları ihtizaza getirmek istemektedir.


Daha anne kucağında meme emen bu yavruların, bu masumların kinle, nefretle, savaşla, taşla, sapanla, kötülüklerle ne işi olabilir ki, siz medeniyetin beşiği addedilen Avrupa, bu zulümleri bu yavrulara nasıl reva görüyorsunuz? İnsanların bu çaresiz ve biçare halleri ölümün ense kökünde gezdiğini bize hatırlattığından toprak özüne tekrar döneceğimizi hatırlatarak; aslında bu zulümlerin, entrikaların, savaşların, kavgaların boşuna olduğunu çok veciz bir dille ifade etmektedir şairimiz.


Şairimiz hayatın tüm bu olumsuzluklarına karşı çıktığından artık insanların neler söylediğini anlamadığını belirtmektedir. Her şeye güzel bir gözle bakmanın gerektiği bir dünya oluşturmak için elimizden geleni yapmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. Yoksa insanların anlaşılamadığını ve bu durumdan insanlardan soyutlanmanın gerekliliği ve doğaya ve diğer canlılara döneminin gerekliliği üzerinde durmaktadır. Kurtla kuzunun dost olduğu günlerin özlemini yüreğinde bir sızı gibi duymaktadır.


Dilimin üstündeki ölü harfler silkelenince
yüzlerine tükürmenin şaşkınlığını yaşattım kalpazanlara
ve lakin bulutlar kadar açık edemedim gözyaşlarımı.

Ey gerçeği soyup ökçeleri üstünde dans ettirenler
kutsal seyir ayinlerinde kendini çırılçıplak izleyenler
belki yalvarma makamındayım hala eğri odunlar taşıyorum
ama benim bir adım da muzip put kırandır
meşru sorular sorarım bu dünyada sürgün varlıklara
gözlerindeki örtüleri kaldırırım özel mektuplarımı karıştıranların
varsın olsun beni yalan makinesine bağlasınlar
darası alınmamış terazilerde sözlerimi tartmaya çalışsınlar
kendine kıyak bahaneler bulan münkir koleksiyoncular.
mısraları tek tek mücevheratçı titizliğiyle ele alınsa yeridir. Bu suskunluğu bozmanın gerekliliği üzerinde şairimiz haykırmaktadır. Bu entrikalara, savaşlara, kırgınlıklara, zulümlere, boynu büküklerin gözyaşlarına, hıçkırıklarına ve tüm olumsuzluklara bir dur demenin gerekliliği üzerinde bir araya gelmenin önemini aşılamaktadır. Mademki biz dünyada yaşıyoruz, o zaman bunlara “Dur!” diyecek olanın da bizler olacağını şairimiz yine şair edasıyla okuyucusuna haykırmaktadır. Fakat bu kurulu düzene isyan ve başkaldırı değil de, kurulu düzenin kurallarına karşı görünen davranışları düzeltmek maksadıyla yapılacak bir başkaldırıdır.


Mahkemelerde haksızlıklar karşısında yalancı şahitlik edenlerin yürekleri sızlasın. Yanlışlıklar, düzensizlikler karşısında boynu bükük kalan yetim ve öksüz kalanları bu hallere getirenler hallerinden utansınlar utanmazlarsa da yüzlerine tükürürüm. Mehmet Akif’in deyişleri içerisinde;

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticaın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?
zalimlere diyesi geliyor insanın. Zalime karşı mazlumu korumak gerektiğini şairimiz Akif’çe dile getirmek istemiştir.

Yunus edasıyla doğruluk yolunda ilerlerken henüz bu yolun talebesiyiz. Fakat amacımız dergaha ilerlerken odun parçaları misali dosdoğru olmalıyız. Özümüzdeki gibi.


Hz İbrahim gibi dosdoğru. Hz İbrahim (as) yıllarca putlarla mücadele etmesini bilmiş. Yunus edasıyla yıllarca “ Araya araya bulsam izini / İzinin tozuna sürsem yüzümü ” haykırışlarını deryaları engin yüreğinde bir kanayan yara gibi hissetmiş ve bunun sızısıyla kıvranıp durmuştur. Yıllar sonra Hz İbrahim (as) gözyaşları içinde hıçkırıklarla gören Halil dostları sebebi hikmetini sorduklarında ise şu veciz cevabı almışlardır:

“ Ben Yüceler Yücesi Rabbimi ararken onu gönlümdeki tahtında buldum. Ve ona eş olanları yüreğim kabullenemediği için halkımın taptığı putları bir gün kırmaya karar verdim. Tüm halk kutsal ayinde toplanmışken ben hastalık mazeretiyle evde kalmıştım, gitmemiştim. Ben de bunu fırsat bilip halkın bilinçsizce taptığı tüm putları baltayla kırdım. Fakat en büyüğünü kırmayıp, baltayı onun boynuna astım. Halk eğlencelerden döndükten sonra tüm putların paramparça olduklarını görünce derhal beni tutuklayıp kırılan putların yanına getirdiler. Bunları kimin yaptığını sorduklarında ise ben de; ‘Herhalde bu büyük put onları kıskanmış ve onları baltasıyla kırmıştır.’ dedim. Halk tabiî ki buna inanmadı ve beni aralarından dışladılar, buna ailemde dâhildi. İşte benim sonu gelmeyen gözyaşlarımın sebebi, ‘Ben o gün Rabbimi anlatma adına insanlara yalan söyledim.’ demesidir. Ve kokuyorum ki, bu benim ahrette önüme çıksın. ”

Şairimizde işte muzip put kıran bir çocuk olup, insanlığın başının belası olan tüm kötülükleri kökünden kazımak istenmektedir ve bunu da olanca gücüyle haykırmaktadır. Ve bu söylediklerinin hepsinin de doğru olduğunu belirtmektedir. Hangi sıkıntıya maruz kalırsa kalsın insan asla doğrulardan gerçeklerden taviz vermemelidir. Doğruların dellalı olmalıdır.

Ve bu sözlerinin artık bu kokuşmuş dünyada bir değerinin kalmadığını ifade için de koleksiyoncu benzetmesini kullanmıştır. Çünkü kötülüklerin diz boyu olduğu bir hengâmede doğruları haykırmanın pek cılız bir edayla olacağını bilmektedir. Fakat bu olumsuzluklara rağmen şairimiz inançlıdır, doludur. Yine de son bir umut edasıyla haykırmasını bilmektedir. “Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? / Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!” sözleri adeta şairimizle bütünleşmiştir.


Bırakın kalsın akşamüzeri kuşların ötüşü yerli yerinde
mademki yüreğime düşen cemredir
ne yapsa yeridir.
Şiirde duyguların artık bir inkılap yapacağı zaman gelmiştir. Son deme ulaşıldığında artık bir üveyik kanadı şeffaflığında kelimeler kullanmak gerektir. Her şeyin yerli yerinde güzel olacağı belirtilmiş ve ne olur bir müdahale etmeyin ki, Sait Faik’in ifadeleri içinde “Gelecek nesillere üzülüyorum, kuşların bu güzelliklerini, seslerini dinleyemeyecekleri için.” Kuşların da kendi ortamında, doğasında güzelliğin bir parçası olduğunu belirtmektedir. Nasıl ki bahar gelirken cemreleri toprağın, havanın ve suyun bağrına salar da, bu müjdeli haber tüm insanların yüreğine işler. İşte bu güzelliklerin cemresi de ben olayım ki herkes kendisinde bulduğu tüm güzellikleri etrafına rayihalarını yaysın.


Varsın yürekler yarınlarda kavuşacakları diyarların hayallerini burada kursun. Biz sonunda oraya dönük olarak yaşamaktayız. Nazım Hikmet bir şiirinde öyle demişti: “Sen yanmasan, ben yanmasam, o yanmasa / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” Şairimizde bu acının izlerini, ıstırabını en içli biçimde görmek mümkün.

Şairimiz Turan Gündüz Beye, hayatın gerçekleriyle yüzleşmenin acı bir tarafından bakmayı aşağıdaki duygu yüklü şiirle cevap vermek istiyorum. Öyle bir yaşa ki ölüm senin yerini değil, sen ölüme yer hazırla hayatın biteviye devam eden hengâmesinde, gürültüsünde…

Üşüyorum
Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum…

(Muhsin Yazıcıoğlu)


ÖMER BATI
25.06.2009 - Gaziantep

( Bir Şiir Tahlili: “televizyon Karşısında Esrik Çağrışımlar” Şiiri – Turan Gündüz başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 30.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.