Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 18.08.2009
Okunma Sayısı : 3897
Yorum Sayısı : 1
BİR ŞİİR TAHLİLİ: “GİDECEĞİM” ŞİİRİ – KADİR YILDIZ


GİDECEĞİM

Sana olan sevgimi yüreğimden atarak
Onca derdi kederi kervanıma katarak
Senli anılarımın cümlesini satarak
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim

Mezarımda da bağlı kalacağım ahdıma
Sanma ki üzülüpte küseceğim bahtıma
Hiç kimseyi sevmeden oturtmadan tahtıma
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim

İsyan etmeyeceğim kötü alın yazıma
Son beste için düzen vereceğim sazıma
Nağmeleri katarak yürekteki sızıma
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim

Arkamdan söylenecek hiçbir sözü duymadan
Yüreğimi boş koyup kimseleri koymadan
Gençliğimi yaşayıp baharıma doymadan
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim

Gülerek gideceğim gözyaşlarım akmadan
Sana umut olacak hiçbir ışık yakmadan
Elimi sallamadan hiç ardıma bakmadan
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim


KADİR YILDIZ / 08.01.2009




“ GİDECEĞİM ” ŞİİRİNİN TAHLİLİ

Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Sevmek ve sevilmek her şeye ve herkese rağmen.
Kuruyan topraklara can suyu; Leylasını kaybetmiş Mecnunlara yol gösteren levha; dumura uğramış duygulara içli yüreklerden bir nefha; ölü ruhları diriltici esinti; neyin duygularını, inleyişlerini harekete geçiren üflemeler; susamış suya hasret yüreklere abı hayat suyu; kanayan yüreklerdeki yaralara merhem; harika diyarlardan gelen tatlı rayihalar; kaskatı kesilmiş gönüllere içten bir sesleniş ve daha nice iksir dolu kelimenin membaı: AŞK ve SEVGİ.


Ey aşkla dolu yüreciğimin heyecanı, amacı, kaynak pınarı.
Arayışlarımın tek adresi gösterdiğim sensin sevgili. Duygularımın tercümanlığını yaparak, kilitli kapılar ardından bakan masum, yaralı, hicranlı yaşlı gözlerimin dipnot düşülen itiraflarını yazıyorum satırlarımda. Kelimelerin kifayet getirdiği dakikalarda kaleme ve kâğıda sarılıyorum sensiz hayallerle avunurken. Satırlarım kalemi kendisine çekerken yazıyorum. Çünkü seni anlatan bu duygularım, hayallerim, düşüncelerim sayfalarda boy vermezse içimdeki hafakanlara yenik düşeceğim diye korkuyorum. Sensizliğin acı uçurumundaki dipsiz kayalardan medet umarak, kendimi salıvermek istemiyorum hayallerimin kenarında sevgili. Yalnızlığımın kumsalında adını yazıyorum suyun gelgitlerine. Gelgitlerin gücü mesabesinde dayanıyor yüreciğim adının silik kazıntılarında.

Yelkovanların akrepleri kovaladığı şekliyle koşuyorum zamanın biteviye dönen hengâmesinde. Gideceğim diyorsun ama hala izlerin yüreğimde taş kesmiş şekliyle duruyor. Adın mıh gibi zihnimde duruyor. Hırçın dalgaların başlarını sahilden sahile vurması misali hırçınlığım dinmek bilmiyor. Gördüğüm her şeye seni anlattım. Seni, senden kıskanır oldum. Her yerde seni arar oldum. Sensizliğinde bile tekrar sana âşık oldum. Seni anlattım yağmur yüklü buluta, kanadında umut taşıyan kuşa, yüreğinde aşkının kırıntılarıyla avunan gönlüme, bin bir umutla meyveye durmuş fidana, etrafı aydınlatmak gayesiyle ışınlarını gönderen güneşe, taşa, yaprağa, dala, tohuma, kuzuya… Her yerde sen vardın. Arar oldum her şeyde hayalini…


Hani kıssalardan, asırları delercesine meydan okuyacak kapasitede hisseler çıkarılacaksa işte size hisseli bir kıssa.

Bir gün sormuşlar ermişlerden birisine: “ Sevginin sadece sözünü edenlerle onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Bakın göstereyim demiş ermiş kişi. Önce sevgiyi dillerinden gönüllerine indiremeyenleri çağırarak onlara mükemmel bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar kendilerine ayrılan yerlere. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
‘Ermiş, bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.’ diye bir de şart koşmuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunu üzerine şimdi demiş ermiş kişi, sevginin kıymetini, değerini gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözlerinde sevgi şimşekleri parlayan ve dudakları sevgi, muhabbetle şakıyan gül yüzlü insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‘Buyurun.’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. İşte demiş ermiş, ‘kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa da o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.’ ”


Hepimiz bir yürek taşırız içimizde. Yüreğimizin bazen en kuytu addedilen köşelerinde farkına varamadığımız zaman dilimlerinin birinde yeşeren duygularımız boy vermeye başlamıştır bile. Yeşeren düşünceler, boy verip meyveye duracağı ana kadar ne fırtınalara, boranlara meydan okuyarak yetişmiştir. Yüreklerdeki aşk tohumları adeta aşk vurgunu yemiş ilkbahar esintilerinin rayihaları etrafında boy verip sürgüne durmaya başlamıştır bile.
Aşk, yüreğe düştü mü bir defa, artık her şey zamanın altın dilimindeki insanın sevgi ve muhabbetiyle sulanıp boy verecektir. Yürek, hicran yarasıyla yanıp tutuşunca da gönüller sevgilinin aşkıyla hun olup gidecektir. İlkbahar umudunun sancıları misali seven ve sevilenin duyguları mahiyetinde değer kazanacaktır yürek. Yüreği anlamlı kılan aşk bir defa kalbe düşmüştür bile. Her seven sevdiği şeyin mahiyetince değerli ve anlamlıdır.

O’nun aşkı olmasaydı yaratılmazdı kainat. Tüm kapıların cümle kapısı O (sav). İlahi aşk, muhabbet neticesinde insan yüreği şeklinde tezahür etmiştir. O (sav), sahilsiz zannedilen denizlerin korunaklı limanı. Elindeki diriltici iksirle kanayan yüreklere bir nefha üflemiştir. İklimin rüzgarı o rayihayla her şeyi kuşatmıştır. Benlik sancısı, aşk sancısıyla kavrulmaya başlamıştır bile. Dalında kurumaya yüz tutmuş meyve onun bahar esintileriyle olgunlaşmaya durmuştur. “Medyundur ona bütün bir beşeriyet” sözlerinin sertacı. O, ilahi aşkla yanarken, bütün bir beşeriyeti de peşinden sürükleyerek o aşka giriftar eyledi.

“ Sen… Kaderin sillesini de ödüllerini de aynı şükranla karşılamış birisin… Tutkuların kölesi olmayan bir adam göster bana… Kalbimin içinde, hatta kalbimin kalbinde taşıyayım onu… Tıpkı seni taşıdığım gibi. (Hamlet) ” sözünü aşkı için söyleyen bir maşuk. Her şey sensiz bir anlam, bir mana ifade etmiyor senin aşkın olmasa.
Hani vardır ya uçmayı yeni yeni acemi kanat çırpmalarıyla öğrenmeye çalışan kuşlar. Ürkektir, çekingendir, her şeyin bir anda başlayıp bir anda biteceğine inanırlar. Uçamaya başladılar mı, baba ocağından ilk ve son ayrılış. Ne acı geriye dönüp bakmadan gitmeler. “Acaba bir daha gelir miyim?” düşüncesinin yer bulmadığı zihinler yumağı. İşte ey sevgili, benim kalbimde senin aşkın için ürkek ürkek atan, seni kaybedeceğim duygularının bedenimi sarıp sarmalamaya başladığı kimsesiz anları yaşayan bir sine. Acaba tekrar senin aşkınla kavuşabilecek miyim, seni tekrar sarabilecek miyim?” düşüncelerinin helezonunda bilinmezliklere doğru gidiş. Tıpkı Hz. Yusuf misali kırlarda hayallerini gerçekleştirme gayesiyle bir daha baba ocağına dönüp dönmeyeceğinin fikrinin hedef tahtasına doğru yol aldığı düşüncelerinin karmaşasında boğuşan yaralı yürek.

İşte ben bir Yusuf oldum Kenan ilinde. Bir daha seni bulup, bulmamanın eşiğinde hafakanlar geçirten ıssız, kimsesiz, karanlık geceler geçiriyor zihnim. Boğuşuyorum hayallerimle. Günbatımı rüzgârlarının tatlı hayalleriyle avunmaya çalıştığım esintiler koynuma dolarken, düşünüyorum, avunuyorum. Geleceğin günün kuruntusuyla avunuyorum. Karşılık beklemediğimi bilmeni isteyerek, tahtına gelmeni istiyorum medhiyeler dizerek sevgili.
Sana geldim, ayaklarına kapanmaya geldim.
Af dilemeye geldim, affa layık olmasam da.
Sevgili !
En sevgili,
Ey sevgili !
Uzatma dünya sürgünümü benim.


Üzerinde en çok konuşulacak ve satırların bile kifayet getiremeyeceği derecede yoğunluğa sahip bir kelime: AŞK. Bu sonu gelemeyen kelamlara bir nebze olsa da burada virgül koyup, tahlilini yapmaya çalışacağımız “ Gideceğim! ” şiirini ele alıp incelemeye çalışalım.
“ Gideceğim! ” şiirimizi biçim ve içerik olarak ele almaya çalıştığımızda karşımıza ilk bakışta biçim özellikleri olarak şu satırların döküldüğünü göreceğiz:


“ Gideceğim! ” şiirimizi, şekil bakımından incelendiğimizde hece vezniyle kaleme alındığını görmekteyiz. Bu tür kullanımlar halk edebiyatı ürünlerimizden koşma tarzında yazıldığından bu adla da anılmaktadır. Bu hece vezniyle terettüp eden şiirlerimizde kafiye düzeni olarak koşma türü kafiye biçiminin kullanıldığını görmekteyiz.
Şiir hece vezninin 7 + 7 = 14’li hece kalıbıyla yazılmıştır. Bu kalıbı şiirin bütün dizelerinde 14’li hece kalıbı olarak görmekteyiz. Bu da şiirin belirli bir düzen içerisinde, belirli bir kalıp gözetilerek kaleme alındığı okuyucuya göstermektedir. Günümüz şairlerinde çok sık olarak kullanılmayan bir düzen olduğundan şiirimizin havasını değiştirmiştir. Milli edebiyat şairlerinin hece ile yazanlarının sıklıkla kullandığı bir tarz olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tarzda yazmak, konuşma havası edasında kelimeleri satırlarda bu düzende bir araya getirmek kalem erbabı şahsiyetlerin işi olsa gerektir.

Şiirde kafiye düzeni olarak, koşma tarzında görülen “ aaab – cccb – cccb – eeeb – eeeb ” düzeninin takip edildiğini görmekteyiz. Şiirdeki kıtalarda görülen kafiyeler sessiz harflere dayanmakla birlikte genellikle iki ses benzerliğine dayanan kafiye çeşidi kullanıldığından şiirde “ tam kafiye ” çeşidinin kullanıldığını görmekteyiz. Kafiye düzeni olarak ikinci ile üçüncü kıtalar ve dördüncü ile beşinci kıtaların aynı düzende kaleme alındığı dikkatimizi çekmektedir. Bu kıtaların sonundaki son dizeler şiirimizin başlığı olan “Gideceğim” kelimesinin içinde bulunduğu “Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim” cümlesiyle bitmektedir. Yani her bir kıtadaki ilk üç dize kendi arasında son dize ise serbest tarzda oluşan bir kafiye biçiminde düzenlenmiştir. Bu son dizedeki nakarat şeklindeki “Sabah başımı alıp dünyadan gideceği ” cümlesi adeta şiirin yazılma sebebi olan sevgilinin vurdumduymazlığını, haykırışlara karşı kayıtsız, ilgisiz kalışını okuyucuya şairce haykırıldığı satırlar olarak görülmektedir.

……… atarak _______a
……… katarak_______a
……… satarak _______a
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim _______b

……… ahdıma _______c
……… bahtıma _______c
……… tahtıma _______c
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim _______b

Şiirimiz, şairimizin duygularının dışa coşumsal vurumu izlenimi olarak çıkmaktadır. Şairimizin bu coşkulu anı, hüzün dolu bir havaya bürünmüş biçimdedir. Şairimizin sevgiliye karşı olan duygusal tutumu dramatik bir hava biçiminde şairimizin kelimelerine yansımıştır. Fakat genel olarak şiirde şiir türü olarak satirik şiir türü ağır basmaktadır. Bu türde bir kişi, olay veya durum iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştiri esas mahiyette olduğundan eleştiri ön plandadır. Tabi ki burada bir şahıs olarak ele alınan sevgili eleştirel bakış açısıyla ele alınmamış, sevgilinin vurdumduymaz, ilgisiz tavırları dikkate verilmiştir. Zaten şiirimiz, şairimizin sevgilisinin tavırlarına karşılık kaleme alınmıştır.

Şiirde sevgilinin, şairimizin duygularına karşı olan vurdumduymaz tavrının esiri olan kelimelerin ağırlıkta olduğunu görülmektedir. Şairimizin seçtiği kelimelerde her ne olursa olsun sevgilinin aşkına karşı bir başkaldırı emaresi hissedilmektedir. Özellikle de “Sana olan sevgimi yüreğimden atarak Sanma ki üzülüp de küseceğim bahtıma / Senli anılarımın cümlesini satarak / Gençliğimi yaşayıp baharıma doymadan / Gülerek gideceğim gözyaşlarım akmadan / Sana umut olacak hiçbir ışık yakmadan / Elimi sallamadan hiç ardıma bakmadan / Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim ” dizelerinde bu haykırış edasını görmek mümkündür. Her kıtanın sonunda nakarat olarak tekrarlanan dizedeki “gideceğim” ifadesi sevgiliye hatırlatılmaktadır. Fakat ne olursa olsun son bir hamle yapmanın gerekliliği üzerinde şairimiz durmakta, sevgiliye vefasızlığı hatırlatılmaktadır. Öznel duygular, nesnel duygular harmanında harmanlanarak sevgiliye ithaf edilmiştir. Burada şairimiz sevgiliye olan duygularını dışavurum ifadeleriyle dile getirmeye çalışmaktadır. Öznel unsurların ağırlıkta olduğu görülmektedir. Şairimize ait duygular, kaleme isyan edercesine satırlarda başkaldırmış gibidir.

Şiirde sade ve anlaşılır bir üslup ve dil kullanılmıştır. Şiirde realist duygularla dile getirilen kelimeler ağırlıkta olmasına rağmen, şairimizde romantik duygular daha çok ağırlıktadır. Dış âleme ait unsurlar objektif bakış açısıyla kaleme alınırken, subjektif kelimeler daha fazladır. Sevgilinin bıraktığı olumsuz, kötümser hava, şairimizde karamsar bir havaya sahip psikolojik bir etki bırakmıştır. Şairimizin psikolojik değişimi şiirde hâkim havadır. Realist hava, şairimizin muhayyilesindeki duygularla yeniden biçimlendirilmiştir.

Şiirde benzetmelere ve tamlamalara bir kelime ve kelime grubu dışında yer verilmemiştir. Duygular şairimizin muhayyilesinden çıktığı gibi satırlarda kalem vasıtasıyla yerini bulmuştur. Şiirde devrik cümlelerin kullanımı göze çarpmaktadır. Şiiri daha etkili ve çarpıcı kılmak için bu çeşit bir kullanım şairimizce benimsenmiştir. “mezarımda da bağlı kalacağım ahdıma, sanma ki üzülüp de küseceğim bahtıma, isyan etmeyeceğim kötü alın yazıma, son beste için düzen vereceğim sazıma, gülerek gideceğim gözyaşlarım akmadan ” dizelerinde devrik kullanımı görmekteyiz. Bazen bu devrik cümleler, şiirde kullanılan 7+7 hece vezninden dolayı, şiire konuşma havasında sevgiliye yazılmış şiir izlenimi uyandırmaktadır. Mısralar uzun olunca devrik cümle kullanımı pek dikkati çekmemektedir.


Zaten şiir, sevgiliye karşı duyulan veya duyulacak olan hislerin dışa vurumu biçimidir. Bu dışavurum bazen bir isyan şeklinde, bazen de kabına sığmayan kelimelerin kanatlanması şeklinde tezahür etmektedir. Şiiri yazan şair, romantik duyguların eşiğinde realist olamaya çalışırken sevgiliye karşı bazen, içli nağmeler döker. Şiirimizdeki seven sevgilinin hareketleri ve duygular karşısındaki tavırlarını, başka bir şairimizin dediği gibi,

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
bitmek bilmeyen bekleyişleri karşısındaki haykırışları dile getirmektedir. Bu bekleyişlerin bazen ardı gelmeye bilir, ama aşığın maşukunu bekleme zamanı karşısında aşkına cevap bulabileceği umudu bu bekleyişleri anlamlı kılacaktır.


Şiirimize ait bu biçim özelliklerinin yanı sıra “ Gideceğim! ” adlı şiirimize içerik özellikleri olarak da baktığımızda şiirimizle ilgili şu özellikler karşımıza çıkmaktadır:


Sana olan sevgimi yüreğimden atarak
Onca derdi kederi kervanıma katarak
Senli anılarımın cümlesini satarak
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim
dizeleri bir karşılıksız aşkın haykırışları mahiyetinde şiirimizin daha ilk kıtalarından itibaren şairimizin ilerleyen duygu coşuşlarını ifade etmeye kafi gelmektedir. Şairimizin duyguları tüm yaşanılan hatıralara ve onca geçirilen zamanlara inat olarak sevgiliye bir ihtar mahiyeti de taşımaktadır. Sevgilinin vefasızlığını anlayan şairimizin duyguları sevgiliye feryat etmektedir.

Hani anlatırlar ya hikâyede:
“ Leyla, kendisinin aşkıyla deli divane olup, kendisini mum misali yakan ve erimeye yüz tutan Mecnun’un sevdasına karşılık verecek hiçbir fiiliyatta bulunmaz. Mecnun, buna mukabil kendisini çöllere salar ve çöldeki hayvanlarla dost olur. Çünkü insanlar arasında onun ızdırabını anlayacak, onun aşkına derman olabilecek hiçbir yaralı yürek bulamamıştır.

Gel zaman geç zaman, Mecnun çöllerde başını öyle bir taşlardan taşlara vurur ki, gerçek sevgilinin sevdasını bulur. Onu sadece o, kara sevdalıların sevdalısı olan hakiki sevgili (cc) anlamıştır. Issız gecelerde, soğuk bedenlerde ve dağdağalı fırtınalı günlerde Mecnun’a sadece gerçek âşık olan Allah’u Teâlâ (cc) karşılık vermiştir. Mecnun buna mukabil maşukunu bulmuştur. Tıpkı suya susamış kuru, çorak toprakların yağmur danelerini bulması gibi. Bu toprağın sevgilisiyle öyle bir vuslat anı vardır ki, toprak gerçek sevgilisi olan daneleri ta yüreğinin içine gömer. Bu aşığın, maşukunun sevgisine karşılık vermesi gibi bir şeydir. Mecnun buna lakayt kalamaz ve aşkına cevap verir. Yunus’un dediği gibi: ‘ Ballar balını buldum / Kovanım yağma olsun.’ sözüyle sevgiliye cevap verir.

Aradan epey zaman sonra Leyla, Mecnun’u görme hevesiyle çölde gezinirken Mecnun ile karşılaşır ve ona ben senin uğruna çöllere düştüğün ‘Leylayım’ der. Mecnun yanındaki dostlarıyla perişan bir vaziyette hasbıhal ederken iken gözünün ucuyla Mecnuna şöyle bir bakar. ‘ Leyla, ben gerçek Mecnunumu buldum. Ben artık fani mahbuplara bel bağlamaktan vazgeçtim.’ der. Bu söz karşısında Mecnun’un yıkıldığı andır. Çünkü artık onu sevecek bir mahbup kalmamıştır. ”
Şiirimizin şairinde de aynı Mecnun istidadını görmek mümkün. Varsın bu kelamlardan sonrasını sevgili düşünsün. Duygular ilk başlarda onu anlatırken, şimdilerde başka mahbuplara yönelmiş ve bundan gayrısını varsın vefasız sevgili düşünsün. Bunu da şairimiz dörtlüğün son dizesi olan ve her kıtada nakarat mahiyetinde tekrarlanan “Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim.” sözüyle de sevgilisine inadına haykırmaktadır.

“Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim.” mısrasına baktığımızda çok manidar anlamlarla yüklü olduğuna şahit olmaktayız. Bu mısra ila ilgili olarak öncelikle şu soruyu şairimize sorma ihtiyacı hissediyoruz. Niçin başka bir zaman diliminde değil de, zamanın sabah diliminde şairimiz başını alıp gitmektedir? Özellikle neden bunu seçmiştir? İşte şiirdeki esrar da burada yatıyor olsa gerek. Konu üzerinde biraz mütalaa edip zihnimizi zorladığımızda, sabah saatlerinin yeni bir günün müjdesini haber vermekte olduğunu ve yeni hayatların başlangıcının muştusunu haber verdiğine şahit olacağız. Şairimiz de, sevgilisinin vefasızlığına inat olarak yeni hayata yeni bir baştan başlangıç yapmak uğruna sabah tabirini kullanmaktadır. Çünkü güneşin ışık halelerini yeryüzündeki canlılara gönderdiği ve onlara yeni hayattan yeni nefhalar üflediği zaman dilimleri bu vakitteki sırda gizli olsa gerek. Şairimiz duygularına bu son mısra ila son vermiş ve sevgiliye sanki haykırma edasıyla başka sevdalara yelken açtım bile serzenişini yapmaktadır. Ve bu seslenişi her kıta sonunda da tekrarlamaktan sanki çekinmemektedir.

Mezarımda da bağlı kalacağım ahdıma
Sanma ki üzülüp de küseceğim bahtıma
Hiç kimseyi sevmeden oturtmadan tahtıma
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim
Bu kıtayla şairimizin farklı bir ruh halinin izlerini temaşa etmekteyiz. Her ne olursa olsun birbirimize verdiğimiz ahdimize sen bağlı kalmasan da ben, mezarda bile verdiğim sözün arkasındayım mesajını sevgiliye vermektedir. Ve bu tavrı sevgiliden de beklemektedir. Vefanın yamaçlarında dolaşan şairimiz okuyucusuna; şartlar, zaman ve mekân ne olursa olsun insan ahdine bağlı kalmalı mesajını vermektedir.

Bu kıtadaki mesaj, tıpkı “kalu bela ( ‘Ruhlar âleminde, evet, sen bizim Rabbimizsin.’ dediğimiz ahiret âlemi ) ” da Allah’ u Teâlâ’ya verdiğimiz sözü çağrıştırmaktadır. Fakat maalesef yaşadığımız çağda insanoğlu acaba Rabbine verdiği söze ne kadar sadık fikri tartışmaya açık mahiyette. Biz, bugün neyin esiri olarak hayatımızı devam ettirmekteyiz? Kimimiz fani geçi şeylerin esiri olmuş hayatını idame ettirmekte iken, kimimiz de ölümün kıyısında olduğumuz halde farkında değiliz.
Vefa abidesinin zirve ismi sevgililer sevgilisi hayatında vefasızlığın hayal ikliminde dolaşmaya cüret edemediği yüce bir kamet olarak önümüzde serlevha olmuşken, bizdeki bu vefasızlık niye? Bu, ne zamana kadar sürüp gidecek? Yok mu karanlıkları sabahlara ulaştıracak vefa timsalleri şahsiyetler? Bu sorular yumağında boğuşurken şairimizin dediği gibi diyoruz:
O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
İçine nefs sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.
Bir an yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.
Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allahın rızasındalar.

Senin ahdına bağlı kalmaman karşısında, ben mezara girsem de yine emin ol ki, seninle olan ahdimize bağlı kalarak ve senin vefasızlığına inat ben, sonuna kadar kalbime kimseyi sokmayacağım. Kalbine senin sevginden başka sevgililer koyanlar hallerinden utansınlar; senden başka sevgililer peşinde koşan hallerinden utanmazlar hallerinden utansınlar; dünyaya geliş gayesini saptıran sapıklar hallerinden utansınlar; verilen ahdu peymana karşı vefasızlık gösteren vefasızlar hallerinden utansınlar.


İsyan etmeyeceğim kötü alın yazıma
Son beste için düzen vereceğim sazıma
Nağmeleri katarak yürekteki sızıma
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim
dizeleri, önceki satırlardan yola çıkarak isyankar tutumun gözler önüne serdiği kelimelerin okuyucuda yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için şairimiz tarafından bir açıklama mahiyeti taşımaktadır. Senin tüm vefasızlığına ve ahdine isyan edercesine karşı koyuşun karşısındaki tutumun beni asla isyan ettirmeyecektir. Alın yazım ne kadar kötü olursa olsun ben asla kaderime isyan edecek bir kelime kullanmayacağım.

Zaten İblisi de meleklerin katından esfeli’s-safiline gönderen tutumu kaderine karşı takındığı isyankâr tavrı değil miydi? Kaderin cilvesine karşı isyankâr tutumu sergileyen şahsiyetlerin hepsindeki ortak tutum asi olmaktır.

Hz Âdem (as) topraktan yaratıldığında henüz bedenine ruh üflenmeden arşı alada meleklerin ziyaretine açılmıştı. Gökteki bütün melekler yakında ruh nefha edilecek varlığı temaşa ediyorlardı. Fakat birisi hariç: İblis, Şeytan, Manifesto… Çünkü benliğini sarmalamış olan nefis benliği ona müsaade etmiyordu. Sen yakıcı ve ondan üstün olan bir ateşten yaratıldığın halde, o bir çamur parçasından yaratıldı, diyordu. Fakat Allah’ u Teâlâ tarafından ruh üflendikten sonra diğer meleklerden üstünlüğünü ispat için akıl melekesi onlara galebe çalıyordu. Gök ehli hayretler içinde bu varlığa temaşa ediyordu. Fakat birisi hariç. İşte onun gök ehli arasındaki ayrılma vakti gelmişti. Evet, zaman İblisin cennetten tard edilmesi gerektiğini gösterdiğinde Hz Âdem can yoldaşı Hz Havva anamızla cennete seyrü sefer edip geziniyorlardı.

Şairimiz aslında kelimelerinde saklı hazinlerin, Kaf Dağı’nın ardındaki abı hayat suyunu, Zümrüdü Anka kuşunun kanadındaki sihrin yolunu kelimelerinde okuyucusuna göstermeye çalışıyordu. Madem bu senin sevdanın son bestesi, o zaman ben de kırık sazımın mızrabına son bir dokunuş yapıp kendime çeki düzen vereceğim. Değil mi ki, bu vefasızlığı sen gösterdin? Değil mi ki, zincirleri sen kırdın? O zaman benim de kendime göre bir palanım var ya, bundan sonrasını var sen düşün. Sazımın dertli telinden dökülen içli nağmeleri senin için değil, kendi yüreciğimin kanayan yaralarına merhem olsun diye çalıyorum. Şurasını bil ki, yüreğimde senin sevgime karşı takındığın tavrın bir sızı gibi kanamakta. Varsın yüreğim sızlasın, kanasın. Ben sabah ışıklarıyla sazımın telindeki nağmelerden yola çıkarak yeni bir besteye doğru yol alacağım. Nasıl ki sen sazının telini başkaları için çalarsında, ben de senin sevgini kalbimden atarak başka nağmeleri tellendirmek üzere sazımın teline dokunuyorum ey sevgili.

Arkamdan söylenecek hiçbir sözü duymadan
Yüreğimi boş koyup kimseleri koymadan
Gençliğimi yaşayıp baharıma doymadan
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim

Senin sevgin karşısında el alemin dilinde pelesenk olan sevdamız artık varsın sakız gibi dilden dile dolaşsın. İnsan vefat edince arkasında kalanlara nasılki, “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna karşılık ne cevap vereceğimi düşünmeden aşkımı alıp yollara deli divane düşüyorum. İnsan gönül tahtına bir defa koyduğu şeye bel bağlarsa vefasızlık karşısında hayal kırıklığına uğramamak için kendini emin, güvenli limanlara çekmelidir.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim (as) bahsederken şöyle bahseder: Rabbisini arama yolunda ilerleyen Hz. İbrahim (as), gördüğü her şeyde bir ilah davası aramış fakat nafile. “Araya araya bulsam izini / İzinin tozuna sürsem yüzümü” sözü dilinde, ıssız gecelerde dolaşırken en sonunda aşığın maşukuna kavuşması misali Rabbisini bulur. Bulduğunda ise dayanamayıp, “ La uhibbul efilin (Geçici, fani şeylere bel bağlamayın, sevmeyin.) ” sözünü söylemiştir. Acaba bugün geçici, fani şeylerin arkasından koşturanlar neyin esiri olduklarını biliyorlar mı? Bedenler öyle şeylerin peşinde koşuyor ki, Niyazi Mısrı’nin dediği gibi “ Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim, / Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.” mısraları iradesizce dudaklardan dökülmektedir.


Şiirimizde aslında insan duygularına selamet limanlarına çekecek kelimelerle dolu. İnsan arkasından hayırla yâd edilecek ve anılacak izler bırakmalıdır ki, ahdu peymana karşı vefasız olmasın. Cahiliye devri insanları gibi her şeyi yüreklerdeki tahtına oturtarak artık gönül tahtı hırdavat yığınları gibi izbe, bakımsız bir şekle bürünür. Fakat o yüreklerdeki Nemrutları yıkacak bir İbrahim gerektir ve o da atının üzerinde bir sabah erken yelelerini rüzgâra karşı vermiş gelmektedir. Dudaklardan yüreklere inemeyen putlara artık yıkılmalıdır. Yürekler gerçek sevdasını uğruna yıllarca başını çöllerden çöllere vurduğu handikapları artık bitecektir. Şairimiz bu boş hevesler uğruna ömrünün en taze, verimli zamanlarını bu vefasızlığın timsali olan sevgili uğruna harcadığından bin pişmandır. Zaten şiirin satırlarda boy veren kelimeler okuyucuya bu pişmanlığı hatırlatmaktadır. Ben perişaniyetimi görün ve aman siz de bu karanlık dehlizlerle dolu sevdaya tutulmayın mesajını vermektedir. Miskin Yunus deli divane olmuş aşkından ve bak nasıl konuşuyor.
Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne akîlem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
Mecnun oluban yürürüm
O yâri düşte görürüm
Uyanıp melûl olurum
Gel gör beni aşk neyledi

Bundan sonra ise şairimize düşen heba ettiği ve boş hayaller uğruna koşturduğu ömrünü dolu dolu geçirmektir. Yapılması gereken ne varsa onu yapmak zamanı gelmiştir. Ömür bu, ne zaman son bulacağı belli değildir. Önemli olan bu bilinmezlikler kervanında erzakını hazır vaziyette beklemektir. Şairimiz bunu da yeni bir günün başlangıcı olan sabah vakti yapacaktır. Yaşanılan tüm olumsuzluklara bir sünger çekerek, ardına bakmadan yeni başlangıçlara doğru yelken açacaktır. Şiirin burasında yeni ufuklarda yeni diyarlara doğru yol almanın vaktinin geldiğini haber vermektedir.


Gülerek gideceğim gözyaşlarım akmadan
Sana umut olacak hiçbir ışık yakmadan
Elimi sallamadan hiç ardıma bakmadan
Sabah başımı alıp dünyadan gideceğim
mısraları artık her şeyden el etek çekmiş şairimizin duygularının son demine ulaştığının habercisi niteliğindedir. Yaptıklarımdan pişman olmayarak arkamda bıraktığım muştular bahşeden esintiler sayesinde sevgili, her şey benden ve aşkımdan bahsedecektir.

Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda
Söylemedik cümlelerin hasreti dudağımda...
mısralarından hareketle ey sevgili var artık sende konuş neden konuşmuyorsun? Yoksa hıçkırıklar yumağında boğum boğum kalan duyguların buna müsaade etmiyor mu? Ben artık bana düşeni yaptım, gönlüm rahat, kalbim ferah. Ben ballar balını buldum ki, artık sana kalbimde yer yok unutma. Duygularımın tercümanı yüreğimin kapılarını sürgüledim açılmamak üzere. Sana veda etmeden gideceğim. Çünkü ben bende değilim artık. “Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol” mısrası benim yazdığım duygulara tercüman mahiyettedir.


Şairimizin sevgilisinin vefasızlığına, gadrine uğramamak ve biz de aynı vefasızlığı satırlarımızda göstermemek için kırık mızrabımızın teline son bir kez Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Bir Gün Anlarsın” şiiriyle vurup, sonu gelmeyen duygu yoğunluğu kelimelerle hitama erdirmek istiyoruz. Varsın bundan sonrasını vefasızlar düşünsün…

BİR GÜN ANLARSIN

Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında.
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir.
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

Ümit Yaşar OĞUZCAN


ÖMER BATI
18.08.2009 - Gaziantep

( Bir Şiir Tahlili: “gideceğim” Şiiri – Kadir Yıldız başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 18.08.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.