Bir yaşam tarzı
haline gelen kabalığın bu kadar rahatsız edici bir davranış biçimi olacağını
elbette düşünmemiştim. Hatta önceleri kabalık bir salgın haline dönüşmeden önce
bir güldürü unsuru olarak bile kabul görebiliyordu zihnimde. Ama şimdi her köşe
başında, her insanla tanışmada sert bir tokat gibi zihnime iniyor kabalık. Kibarlık
ve zarafet kabalık tarafından vahşice katledilmiş ve orta yerde bırakılmış
cesetlere benziyorlar. İnsanlara zarif davranışlarda bulunulduğu zaman, kibar
sözler söylendiği zaman ya bu cesetleri görmezden geliyorlar ve sırtlarını
dönüp gidiyorlar ya da bu cinayetin faili sanki benmişim gibi acısını çıkarmaya
çalışıyorlar. Hâlbuki bu çağda ben katletmedim kibarlığı ve zarafeti. Ben
yalnızca yaslarını tutan ve anılarını yaşatmak isteyen bir hayranıyım bu
olguların o kadar. Belki biraz sonra yazacaklarım birilerini rahatsız edecek
ama yazmadan da edemeyeceğim; zaten İç ve Orta Anadolu’da maalesef ölü doğmuş
davranış biçimleriydi kibarlık ve zarafet. Ömrünün tamamını İç ve Orta Anadolu’da
geçirmiş bir bahtı kara olarak açık yüreklilikle söyleyebilirim ki bu davranış
biçimlerini hemen hemen hiç göremedim desem yalan söylemiş olmam. Ben kabalığın
başşehirlerinden birinde doğdum ve bu şehirlerde savruldum ve hatta yoğruldum.
Her nasılsa bir türlü bu anlayışın içine bir türlü dahil olamadım. Zaman zaman
dahil olmak hevesini taşıdım içimde her ne kadar sevmesem de ama beceremedim. İşin
aslı ben ömrüm boyunca bir grubun içine dahil olmayı beceremedim. Daha okula
gitmeyen bir ana kuzusuyken bile mahallede çocuk gruplarının içine giremedim.
İlkokulda da bir arkadaş grubum yoktu. Ortaokul, Lise, Üniversite ve hatta
Askerlikte bile maalesef bir topluluğa dahil olamadım. Oysa ne özenirdim
askerdeki tertip muhabbetine. İş hayatımda da bir arkadaş grubum olmadı,
olamadı. Bu beni oldukça üzdü hala da
üzmekte. Her zaman o istenmeyen siyah ördek yavrusu oldum maalesef. Bir yerde
bir sorun olduğu kesindi elbette. Grup içindeki zorunluluklar beni hep grubun
dışına attı. Aslında o kadar da özgürlüğüne düşkün birisi de değilimdir. Hemen yelkenleri
suya indiririm. Ama bir grubun içindeki zorunluluklar ve sorumluluklar beni sanki
boğazımda ve ayaklarımda prangalar varmış gibi hissettirir. Bu yüzden tek
başına olmanın tarif edilemez huzuruna koşarım her defasında. Bir de bir tarafı seçince aklım hep diğer
tarafta kalır. Bu popüler olan kabalık salgınına dahil olamamamın nedenleri de
belki de bunlardır. Ancak maalesef bu kabalık salgını durumu benden daha mühim
bir toplumsal bir yara halini almış bir durumda.
Şu yadsınamaz
bir gerçek ki kabalık her zamanda ve her yerde mevcuttu. Cahillik, vurdumduymazlık,
aşağılık kompleksi gibi temeller üzerinde yükselirdi. Ancak bu temellerin
dışında sinema, televizyon, radyo, internet ve sosyal medya tarafından hiç bu
kadar yükseltildiği ve parlatıldığı olmamıştı. Kınanmak yerine hiç bu kadar takdir
edildiği de olmamıştı. Toplumun hemen hemen her kesiminde cahillik ve en ilkel
haliyle kabalık yüceltildikçe yüceltildi. Takdir edildi ve parlatıldı. Sonunda bir
yaşam biçimi halini aldı. İnsanlarla ve insanların kusurlarıyla dalga geçmek,
insanları aşağılamak, vıcık vıcık ağızlar ve şivelerle insanları ezmek,
küçümsemek ve hatta bir adım ötesine geçip hakaret etmek normalleşti. Bununla
ilgili sosyal medyada akımlar oluştu. Kabalıkla çekilen iğrenç videolar komik
sayılarak milyonlar tarafından izlendi. İzlenilenler milyonlar tarafından
taklit edilmeye başlandı. Gündelik yaşamda insanlar çevrelerindeki insanlara bu
şekilde davranmaya başladılar. Ancak kınanmadılar aksine takdir edildiler. Durum
böyle olunca kantarın topuzu kaçtı ve işler rayından çıktı. Elbette işin
başından beri bu durumdan rahatsız olan insanlar vardı. Ancak bu insanlar ya bu
salgına kapıldı ya da kınamaktan ve ayıplamaktan vazgeçtiler. Çünkü artık
kabalık normalleşmişti. Bu durumu şöyle örnekleyebiliriz; bir zamanlar dini inançlar
gereği insanlar tanrılara kurban edilebiliyorlardı. Bu normal bir şeydi ve
kimse bu durumu yadırgamıyordu. Eğer günümüzde bir insan aynı şekilde kurban
edilse yer yerinden oynar. Platon’un dilinden Sokrates’in Savunmasını
okumuştum. Sokrates’in zehirlenerek öldürülmesinin sebepleri bana çok anlamsız
gelmişti. Ama demek ki o dönemde böyle önemsiz sebeplerle insanlar idam
edilebiliyordu. Yani o dönemin normali buydu. Hatta uzunca bir zamandır insanın
insana köle olması ve bir hayvan gibi muamele görmesi de normal olarak
karşılanıyordu. Ama çağımızda bunlar normal durum ve olgular değiller. Bu
konuda aslında en güzel örneklerden birisi de tüm dünya olarak yaşadığımız
Covid-19 Pandemi yıllarıdır. Covid-19 Pandemisinden önce sokaklarda tıbbi maske
ile gezen birisi gördüğümüzde tuhafımıza giderdi. Ama pandemi döneminde tam
tersi bir durum yaşadık ve maske takmayanları tuhaf bulduk. Yani normallerimiz değişti.
Normallerin değişmesi hususunda olumlu değişim ve olumsuz değişim söz konusu.
Köleliğin kaldırılması, insan kurban etmenin yasaklanması olumlu değişim ama
kabalığın yaşam biçimi haline dönüşmesi olumsuz değişme örnek. Kötü yaklaşımlar
maalesef birbirini doğurur. Umursamamazlık cahilliği, cahillik şiddeti, şiddet belki
de savaşları, esareti, köleliği doğurur.
Uzun kısası her
yeri bir sarmaşık misali saran kabalıktan rahatsızım.