‘’Saçlarımın ucundan başlıyor artık
kırılma
Kelimelerin tadına bakıyorum
Zehrinden korktuğum acı kelimeler
yutuyorum yanlışlıkla…’’(Alıntı)
Albenisi mi ömrün hani mimozaların
dolandığı bahçenin girişi ve üzerime serili binlerce tomurcuk; uçuşan
polenlerin isyanını çekiyorum içime ve hapşırıyorum şiir dilinde varsa yoksa
içimdeki hengâme bir de dört duvarım içine hapsolduğum hayatın devasa çatışı
iken ve işte tek sığınağım: önce Tanrı sonra annem.
Düşlerimi kefenlemedim henüz ve ben
aralıksız düş doğuruyorum oysaki henüz küçük bir çocuk kadar korunaksız ve
masumum ve metanetimle sınanıyorum bense bırakmadan elimden dirayeti bazen
ufacık bir fanusa sığdırıyorum yüreğimi içine de evreni içinde ben yokum ama.
Yokluğum da varlığım da bir insanlar
için yine de yaşamın tadını çıkarmaya çalışıyorum içimdeki oyun bahçesinde.
Tutmaksa bir yerleri tutunmaksa
hayallere.
Sarı liralar yutuyorum çocukluğumda
ve her misketi arkadaş belliyorum ve ben bir ker bile taş sektirmedim ömrümde
ne de olsa hayat izin verdiği kadar oynamam da mutlu olmam da yasaklandı bana
kendimi keşfettiğimi güne değin.
Mustarip olduklarım değil asla
yakındığım.
Layık olduğum güzellikler ben
yaklaştıkça uzaklaşan.
Çağıranlar var beni uzaktan bense
çağlıyorum ve kuruyorum ölü bir dere yatağı gibi.
Çivilendiğim o soğuk duvar oysaki ben
bir duvarı bile güldürebilirim içimdeki şarlatan çocuk sayesinde.
Olmuyor ama.
Sahne dolmuyor.
Sayfalar açmaksa payıma düşen ve işte
zafer benim!
Bir ‘’aferin’’ almak da değil üstelik
niyetim sadece sevginin gücünü sunmak istiyorum insanlara ve bu yüzden hem
yazıyorum hem ağlıyorum hem seviyorum hem de b/ağrım yanıyor.
Bir şölen adeta kalemle buluşma
vaktim.
Şenlikli bir iki saat geçirdiğim
kalemle sevişip sessizliğimi yazarak giderdiğim yine de fazla bahsetmiyorum
sevgiden çünkü sevdiğimi fark eden her insan ürküp çok uzaklara gidiyor üstelik
benim onları yolcu etmemi de beklemezken üstelik hayallerimi de çalıp sırtlanıp
firar ediyorlar içimdeki gezegenden bense uydusu olduğum aşkın bana sinsice
güldüğünü sezinleyip ve de utanıyorum aşkı telaffuz ettiğim için. Elbet bir
paranoya geliştirdiğim aşikâr üstelik çocukluğumda yaşadığım yaşattığım da
aralıksız bir paranoya…
Günlerden bir yaz vakti.
Değil yazmak okumayı dahi sökmediğim
ve bacak kadar boyumla tüm gün teybi dinleyip ezberlediğim şarkılar ta ki
anlamını çözemediğim o şarkının ne anlam ifade ettiğini anneme sorana değin ve
şarkı hala kulağımda:
‘’Aşktan da üstün aşktan da üstün.’’
Rengim pembe ve mahcup.
Sadece bir hece.
Sadece bir kelime.
Üstelik bana bir ömür yoldaş
olacağını bilmediğim.
Aşk nedir sahi?
Aşina olduğu bir soru olmasa gerek
annemin ve o da mahcup gözlerle s/üzüyor beni:
‘’Seni sevmek gibi güzel kızım.’’
Ve hızlıca geçiyor mutfağa.
Bense mutlu ve şaşkınım ama içime de
bir kurt düşmüyor değil hani ve işte aşk ile olan ilk tanışıklığım.
Gözlerim kocaman elimde bir bardak
limonata ve de limonata tadında iken hava anlıyorum ki; bu tek hece başıma çok
iş aşacak.
Aşkın lütfu ve latif esintisi.
Günlerden illa ki aşk.
Mevsimlerdense ilkyaz.
İlk yardım alan sefil oyuncaklarım ve
hayali oyun arkadaşlarım.
Aşkın bir ölçüt olduğu mu?
Aşkın bir uzantısı olduğum mu?
Âşık oluyorum ardı ardına nerede ise
hayatıma eşlik eden her insana her nesneye.
Devasa bir rahmet ve ben en çok aşkı
bir de Rabbimi severken ve git gide büyüyen bir ivme ile kendimi de sorgularken
bulacakken.
Aşka dair bir özet değil hani.
Aşkın ta kendisi iken yaşamak.
Bir rengim yok henüz ama beyaz
olduğumu söylüyor herkes.
Saçımda uçuşan kızıl kelebekler bir
de kelebek yakalamak için bahçeye çıkmayayım mı?
Oysaki ben hayallerimi kovalıyorum ve
oyun çağımda daha çok hayal kuruyorum ve hayali meslekler ediniyorum.
Hayatımın nerede ise her anında saklı
binlerce anı.
Bir nüans ise yaşamak.
Bir redif mi yoksa?
Ya da rutubetli bir oda ve duvar.
Ve kim olursa olsun yaşayan
yeryüzünde aşkı layığıyla yaşaması ve yaşatması gerekirken.
Revaçta olan bir kelime: öznel ve
özel.
Niteliği olan ama günümüzde niceliği
önem arz eden.
Parayla pulla ölçülmeyen ve
hayallerin sınırsızlığında rambursman yaptığım belki de: hele ki bankacılığı
dahi aşkla üstüme geçirmişken ve provizyon almaya gerek duymadan havale
yaptığım bir duygu.
Çocukça bir heves addedilse de.
Üstelik nefsimi çocukken öldürüp
nefes nefese yaşayıp sevmenin de bana verdiği haz ve coşku ile aşkı telaffuz
etmek hayatımın her evresinde bana eşlik eden.
Üzümünü ye de bağını sorma…
Asla da kabullenmediğim bu yüzden
ağzım açık bile değil üstelik aç biilaç yaşadığım ama ruhumu katıksız
duygularla aşkla beslediğim.
Vakıf olduğum her duygu her
farkındalık.
Coşkunun da eşliğinde aşkın koruyucu
kanatlarında uçmakla iştigal.
Heyecanımın asla sonlanmadığı.
Bazense hezeyanların solmadığı.
Harcı âlem de değil üstelik hercai
hiç değil.
Adeta Hemzemin Geçidi içimdeki
köprünün ayakları yıkılsa bile can simidimle kıyıya ulaştığım…
Aşk bir cankurtaran.
Aşk bir can yeleği.
Aşk bazen bir kâbus.
Pekişen duyguların nazarında aslında
aşk, hayatın ve kâinatın şifresi.
Asla ve asla iki kişinin arasında
kalacak kadar da sığ bir duygu değilken aşk ve aşkın aşina olduğu bazen özlem
bazen hasret bazense imkânsızlıkla değeri daha da artan bir o kadar acıtan…
Ve işte aşkla yaşadığım kadar aşkla
iştirak ettiğim hayatın her kulvarında eksiksiz yaşamak ve hissetmek iken aşkı.
Bir insan ya da nice insan genelde
aşktan ve çokça sevilmekten ürkerken belki de yaptığım en büyük hata aşk
sayesinde kendimi bulduğum bir o kadar bulmama vesile pek çok insana da aşk ile
yaklaşırken üstelik kadın erkek fark etmeden aşk adına hatırı sayılır işlere
başarı ile imza attığım ama genelde hayata tutunamadığım elbet vesile olan
yaşadığım kırgınlık ve hayal kırıklığı ve pişmanlık ile aslında aşkı tek hak
eden layığıyla yaşayacak bir insan iken kendime yaptığım haksızlık yüzünden tek
ayakta cezaya kaldığım ömrün de rövanşı iken şimdilerde haiz olduğum sayısız
duygu ve imkânsızlık…
Arayışınsa asla sonlanmadığı belki de
uzaklardan esen o rüzgârın ve şairin de kulağıma fısıldadığı gibi:
‘’Vasiyetimdir
En güçlülerden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim…’’
Tıpkı an itibari ile ve de bir ömür
ben hayatı aşk diye diretip de simgelere sakladığım vasiyetim ve ön sözü ile
hayatımın romanının asla da taviz vermediğim değerlerim bir o kadar
yalnızlığım…