Sözcüklerin orantılı güç kullanıp kullanmadığı konusunda kaygılarım var bir de depreşen mülkiyetim: hani, ben olma kaygımla sahiplenmek öncelikle de günbegün değişime uğrayan içimdeki iklim döngüsü.

 

Sahiplenme güdüme ek olarak sahiplenilme arzusu duyuyor muyum peki?

 

Sorduğum ne bir aruz vezni ne de ölçüt sadece doğamın uzantısında kucakladığım rahmeti pekiştirip yine evrene teslim etme arzum.

 

Soruların muhatabı var ya da yok belki de üstüne alınmayan kimse benim sadece üstüne alınan ve artı parantez açmaktan vazgeçmediğim ön görülerim bir de eklenen ön yargıları çeşitli insan gruplarının ve içselleştirdiğim önsezilerim.

 

Kuvvetle muhtemel seninle karşılaşmayacağımız aslında senin bir gerçek olup olmadığının bilincinde bile değilken-alt bilincim sağ olsun-beylik bir hezeyanla satırları döşüyorum işte hele ki içimin muhtevası yazdıklarımdan katbekat fazla iken.

 

Göğün ıslık sesini duyup da gözlerimi en tepeye diktiğim ve O’nunla göz göze geldiğim. Bil ki; tek hissettiğim tam olarak bu ve yine O’nun vasıtasıyla insanlarla-tanıdığım tanımadığım-iletişim kurabilme yeti’m.

 

Gerçeklerin yalanla eşleştiği günümüz ve her yalanı da gerçek sandığımız. Hele ki insanın ömrü hep yanılsama ile geçti mi ve üzerime geçirdiğim o siyah pelerin… sanırsın ki çalı süpürgeme oturup gezeceğim paralel evrenlerde.

 

Metazori yazmadığımı bil ve metazori bir yakınlık kurma amacında da değilim sadece anlamlandırırken ve anlatırken bir şeyleri üstüne basa basa vurgulayıp kabul görmek istemi benimki ve biraz da sevilme ihtiyacı.

 

Öğrencilerin senin etrafında pervane iken demem o ki; o yollardan ben de geçtim lakin geçmişe mazi, demenin ötesinde içimdeki ilhamı tetikleyen hep düne özlemim ve yarınlara varma isteğim.

 

Aşk iken kıyıma uğrayan ve de insanlık derken biriken hüzün tepeciği ile kıyama durduğum gerçeği.

 

Bu kadar hayal kırıklığı; bu kadar efkâr ve her halükarda şen kahkahalar atabilmemin verdiği hoşluk ve inanılmazlık hele ki hüzün dağları arasında bir geçit bulmaya çalışırken nasıl oluyor da mutlu ve umutlu olmayı başarabiliyorum?

 

Hayattan bahsetmiyorum lakin vazgeçemiyorum da.

 

Bazen düşünüyor ve sık sık soruyorum anneme, beni ne amaçla doğurduğunu ve sadece şaşkın gözlerle bakıp aklımdan iyice şüphe ettiğini söylüyor ve sarılıp da boynuna tüm sevgimi de boca ederken bu kez; yeniden düşüneceğini söylüyor.

 

Detaylar ve resmin geneli.

 

İnsanlar ve içine düştüğümüz boşluk derken o göreceli kalabalık ve insanlar seni biteviye sorgularken tut bakalım ucundan en mantıklı fikrin.

 

Fikrimi beyan edip de tepki çektiğim…

 

Sessiz kalıp da her şeyi kabullenmiş addedilmişliğim.

 

Sıfatların peşine düşen arılar gibi birbirimizi itham ettiğimiz ve soytarı kimliklerle eşleşip hak etmediğimiz ne ise zulme uğratılıp bir türlü arkası gelmeyen hikayeler.

 

Roman gibi belki de öykündüğümüz hayaller.

 

Gerçek gibi belki de içine düştüğümüz tuzaklar.

 

Hezeyan yüklü kimi zaman ve çatallı bir sesi duyup da en güzel söylemi ayıklayıp üstümüzü giyindiğimiz.

 

Satırlar kayıyor ekrandan ve karşıdaki saat kim bilir kaçı vuruyor?

 

Ne önemi var ki tüm olup bitenin hele ki kendimi kaptırdığım hayat ve yazın’ın birlikteliğine elbette miadı dolacak hüznün ve yanılsamanın da donup kalacağı o noktada illa ki bir satır başı da kendim için yapacağım.

 

Hüviyetler belki de sorgulanan ve vezni olmayan bir yazımda aşka dair bir cümleyi de boca ettiğimiz efkarın her yansımasında.

 

Korunaklı dünyalarımız olduğuna da inanmıyorum artık bu anlamda bata çıka yürüyoruz hayat denen bataklıkta ve cennet bahçesini dilediğimiz dünyanın da arka bahçesi huzura ve mutluluğa doyacağımız.

 

Israrcı olmak ya da hayallerin tutsağı olmak ki koca bir yanlış tüm bu söylediğim ne de olsa insan amaç edindiğine bağlanıp şakırken gül bahçesinde an geliyor, unutuyor da; gül mü bülbül mü olduğunu belki de sadece dikenlerin kanattığı o yarada yaranamadığı kim ise ısrarla sevmeyi göze alıp aslında hayatı avuçlarken belki de hayat onu sırtlanmışken insan olmanın meziyetlerini unutanlara bir dip not, her haykırdığımın duyumsanmasını talep ettiğim.

 

Güzergâhı belirlediğim kadar sona meyyal bir üzünçle vazgeçmeyi asla düşünmediğim yine de son bulacağına dair bir korku ne zamanki düşünmeye başlasam yazarken ve bozulan o büyü. İşte yazmanın en güzel tarafı da tam olarak bu: ne yazacağımı bilmeden giriştiğim bir serüven ilk cümlenin nereden huzuruma geleceğini bilmeden ve ne zamanki düşünmeye kalksam yazının büyüsünün ansızın bozulma ihtimali…

 

İhtimaller dâhilinde yaşamak sanırım en zorlayan da bu, insanı.

 

İhtimal dâhilinde ölmek.

 

Kavuşma arzusuna yenik düşüp sonsuza kadar ayrı kalma ihtimali.

 

Sevip de sevilmeme ihtimali.

 

Bir işe baş koyup devamı gelmezse, demenin de meali iken içine düştüğünüz o süklüm püklüm hal ve tavırlar…

 

Alışverişe çıkıp, param yetmezse ihtimali sanırım en akla zarar olan da bu ne de olsa alışveriş çılgını olmaya aday bir zat olarak gidip de ne gereksiz ise aldığım ve son rauntta illa ki eksiklerle dönmek eve.

 

Soruların cevap bulmama ihtimali…

 

Ve işte bingo:

 

Sadece yok sayıp ihtimalleri içinizden geçeni yapmanız ve yağmanız umut umut ve sağanak halinde kim ise yüreğinizden nasiplenen sevebildiğiniz ve umut ettiğiniz kadar konuya vakıf olduğunuz kadarı ile yetinmek sanırım işin özü ve mutluluğun da altın kuralı.

 

Devirdik cümleleri, sevgili yazarım ve ne ben sözümü tamamladım ne de sen okuyup da bir selam verdin bana.

 

Aslında epeydir seninle irtibatı kesmiştim ne de olsa hayatıma yeni kitaplar ve yazarları girdi. Ve ben düş pazarında gezinirken bir cümle birinden; bir sayfa birinden alıp da içime ve öykündüğüm her güzelliğe bir redif de ben eklemeliyim, düşüncesiyle arayı açtım sana son yazdığımdan beri.

 

Öngörülerin, sevgili yazar ve dün gece tanıştığım bir diğer meslektaşın-farkındaysan kendimi hala bu kategoriye sokmuyorum ve bunun nedenini bizatihi açıklayacağım-ve onun cümlelerinde kendimi aramadan kendimi bulduğum…

 

Hissiyatın ta kendisi ve aşkın da ta kendisi iken kelamın bitimsizliği.

 

Bir amaç edindiğim kadar da bir araç iken yazmak ve sen benden otuz sene önden giderken edebiyattaki deneyiminle, ben kim oluyorum da kendimi yazar kategorisine koyup ahkâm keseceğim?

 

Belki de racon kesmesi gereken kim ise üstüne alınmayıp…

 

Belki de racon kesenlerin tüm öz güveni onların gelişimini tetiklerken.

 

İşte dönüp dolaşacağım noktaya an itibari ile vardım: yazar olma düşüncem ya da addedilme ihtimalim… iyi de ben sürekli buna vurgu yaparsam nasıl geliştiririm kalemimi ve zihnimi hele ki tek bildiğimin hala hiçbir şey bilmediğim olarak savunurken…

 

Ayyuka çıkan hayaller, geçtim.

 

Sanrılar ve hitabesi ömrün, geçtim.

 

Korunaklı bir dünyanın da mensupları iken bizler, geçtim.

 

Yazmak bir ihtiyaç mı yoksa öz güvenin kendisi mi ya da bir ihtimal mutluluğa doğru yol alırken…

 

İşte geçemediğim bir nokta ne de olsa aşk kadar sırnaşık ve mutluluk kadar da göreceli iken duyguların illa ki kelimelere dönüştüğü…

 

Ya, sen en çok neyden geçtin, sevgili yazarım?

 

Ben kendimden geçmişken varsın yanıtını verme ama bil ki; takibindeyim ve aşkın da elbette tamamlanma ihtiyacı hissettiğim her duygu ve düşüncemin öz veri yüklü bir yansıması iken cümlelerim…

 

 


( Varsın Yanıt Verme, Sevgili Yazarım başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 18.03.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.