1
Kükreyen iç sesin yalnız ve ölçüsüz
hüznünde, anlatmaktan yorgun düştüklerimiz…
Yol yakın ya da uzak belki de anlam
atfettiğimiz anlamsızlığın iç bükey acıları.
Zaman kirli bir tabaka bırakıyor her
gidişinin ardından ve sadece hayata ve zamana yükleniyoruz.
Hangi gölgeyi sahiplenebilir ki insan
ve büyüklerimizin hep dediği gibi: insan eti ağırdır.
Boyutsuz bir maruzat:
Neden?
Neyden ileri geldiğini bilmediğimiz
geniş ölçekli bir nefret dalgası ve huzursuz bünyeler.
Korunaklı olsa keşke her birimizin
dünyası ve koruyucu imgeler gibi her gün başı yaptığımızda korunsak… elbette
tek sahibimiz sadece O ve ilk koruyucumuz O iken…
Elbette dinleyip asla şikâyet etmeyen
ve bizden elini çekmeyen de…
Göçük ertesi varlığın iz düşümü şekil
A’da yordadığım; şekil B’de sebep-sonuç ilişkisi aradığım ve şekil C’de olduğu
gibi hiçliğin resmi.
Bir resim.
Bir miat.
Bir milat.
Bir çöküş.
Anlaşılma güdüsünden arda kalan yine
o mahcup ve mazlum fıtrat.
Sebepli sebepsiz sevmek için at
koştururken kimi insan… ve arda kalan diğer çoğunluk?
Adı üstünde: tekil varlığımız ve
üçüncü çoğul şahısların bizden götürdükleri.
Detaylar boğarken insanı ve genelinde
resmin hala eksik kalan parçalar.
Bir anne yüreğinde nasıl konuşlu ise
yine aynı beklenti ile hizmet verdiğimiz sevginin geri dönüşümü yok iken.
Yine de sevgiyi maruzat belleyip
sığınmak sadece sığamamak yere göğe ve tepkisizliğin iz düşümünde yüksek
voltajlı bir akım.
Varlığın yoklukla kıyası.
Varlığın hiçliğe tekabül ettiği
aslında her birimiz eşit ve yalın iken genel kabul görmüş kurallar çerçevesinde
her nedense kendimizi üstün görmek diğerlerinden.
Diğerleri… bazal metabolizmanın
çalışma hızına ivme kazandıran hüznün sebebiyet verdiği dışlanmışlık hissi
oysaki sevdiklerimiz iken bize yetmesi gereken ve bizim yetemediğimiz inancı
ile yaşanan tükenmişlik sendromu.
Sayısız teori.
Psikolojik düzlemde: kaygı-durum
bozukluğu.
Sosyolojik anlamda soyutlanma
gerçeği.
Ve dini bütün bir insan tarafınca
anlaşılmak istemi ile Yaratandan dolayı yaratılmış tüm canlıları sevme
ihtiyacı.
Sevmek mi bir ihtiyaç yoksa sevilip
el üstünde tutulmak mı?
Elbette günümüz dünyasında hangi
paradoks bunu gerçeğe dönüştürebilir ki?
Sevmek… boyutsuz bir farkındalık.
Sevilme ihtiyacı… göreceli bir
yoksunluk ve asla emin olamadığımız.
Bir gök gürültüsünden korkup
yağmurdan kaçmak gibi sevmek ve yaşama sevinci ve her şeyi çürüten tek bir
teori: ölüm gerçeği.
Ansızın hâsıl olan bu kaygı düzeyi ne
kadar yüksek bir eşikte kişiye yansıyor ve kişi de bunu yansıtıyorsa görünen o
ki; siz çoktan mutlu olma hakkını yitirdiniz.
Soluduğumuz havadaki ölüm denen
neşriyatın eşliğinde ölmekten mi korkmak en kötüsü sevdiğimiz insanları kaybetme
korkusu mu ağır basan?
Hele ki ölümle yüzleşmişseniz.
Belki de sevgisizlik yine mahkûm kılındığımız
ölüm kadar can yakan.
Hangi gölgedir aşkı reşit kılan?
Hangi yürektir sadece kendisi için
atan?
Atıp tuttuklarımız ve alttan alıp
sustuklarımız.
Caydırıcı bir etmek yine yaşama
sevincinize kök söktüren.
Ölümü düşünmek en azından bunu gerçek
manada yaşamak ve yaşama ihtimalini yüreğinin kuytularında barındırmak.
Çok yaşa!
Mademki hapşırdık ve önerilen bu… ya
iç sesiniz size çabuk öl, diyorsa.
Bu da yetmezmiş gibi sevdikleriniz
iken yokluklarını aklınıza bile getirmek istemediğiniz…
Genelde bir çöküş.
Mücadele.
Yaftalan kimliğiniz üstelik belirsiz
bir istikamette siz sevgi gibi muteber bir duyguyu dillendirirken aşka hizmet
eden evrenin bekçilerine karşı gelip nefreti soluyorsa çoğunluk.
Gerekli gereksiz koşuşturduğunuz ve
bile bile lades dediğiniz.
Sabır ve metanet.
Akabinde gününüzü bile güzel
değerlendirip beterinden korunmak adına dualarınızı eksik etmediğiniz.
Kaybolmuşluğun faturası da sadece
size kesiliyorsa oysaki siz hiçbir şeyinizi ve vasfınızı kaybetmemişken.
Makamlarca şarkı.
Şarkılarca çalınan hüzün.
Hüzün tarafından tırtıklanan
benliğiniz.
Benliğiniz yüzünden çıkmaza
girdiğiniz.
Aslında çıkmazın ölçüt olduğu bir
yörüngede kaybolmayı son sürat becerirken…
Kelam ya da kimlik; sevgi ve hoş görü
ve özeliniz.
Bazen bir alışkanlık bazen bir rutin
bazense gözünüz görmeden hiçbir şeyi sadece umuda yolculuk yaparken…
Umudun diğer adı mı?
Yarına bir isim koyarsak belki…
İsmi olmayan bir duyguya rast gelip
aslında kendimizi tanımlarken.
Kendimiz başkaları tarafından
tanımlanırken…
Ama en önemlisi değil mi insanın
kendini bilmesi ve yine Yaradan nezdinde bilinmesi.
Saydamsanız.
Saygılıysanız.
Zararsız bir fani iseniz…
Ve tüm zararınız kendinize sadece bir
şarkıyı mırıldanmak iken en büyük isteğiniz hatta ve hatta basit bir nakarat
sadece sizin ve O’nun arasında…
Sanırım adına yaşama sevinci diyorlar
üstelik defalarca çalınmışken ama siz sadece yüreğinizin şarkısını çalarken…