Dudaklarımdaki yenilgi yüklü kanama, aslıma uydurduğum asılsız bir kimlikten ise asla haz etmediğim gerçeği

 

Yarının utkunda saklı ışığı teyelliyorum yüreğimdeki deliğe ve kocaman bir çentik adıyorum kaç kere öldürüldüğümün sayısını hayal meyal hatırlarken.

 

İskarpinlerinde o yeşil gözlü yetimin de delik yüklü bir mizansen saklı aslına dönmek adına gaye gösteren nice insandan da alacaklı.

 

Üç kenarlı bir kareyim ve iç acılarımda kaç derecelik bir eksilti var, asla tahmin edemiyorum.

 

Yorgun bir rüzgâr esefle kınıyor beni:

 

‘’Hadi’’ diyor:

 

‘’Bin sırtıma.’’

 

Binsem de binmesem de biliyorum ki hiçbir talebim kabul görmeyecek.

 

Bu sefer güneş ile göz göze geliyorum ve gözlüklerimin camındaki buğuya hayretle bakıyorum.

 

‘’Sen yağmursun’’ dememe kalmıyor bu sefer gerçek anlamda sırılsıklam oluyorum hâlbuki tek ıslanan benim bunca insan arasında ve içimdeki o şaibeli aksan öksürüp titrerken bu sefer uzaklaşan bulut selamlıyor ahmakıslatan mizacındaki yergiyi artık nasıl da gözüme sokarken.

 

Tüten bacasında mevsimin ve takvimdeki yaprağa göre kavurucu Temmuz ayının… gerisi gelmiyor ve rahmetle andığım komşum geliyor aklıma. Öyle ya; yazın bunaltıcı sıcağında bile bacaları aralıksız tüterdi üstüne üstük elektrikli soba aralıksız çalışır ve faturaları yüreğim gibi kabarık gelirdi.

 

Şimdilerde çok soğuk.

 

Hava mı suçlu insandan insana değişen o mizaç mı?

 

Hala aynı insanlar yaşayan rahmetlinin ardından ve ben ne zaman öykünsem ölüme hep ıslak bir şarkı peşim sıra.

 

Kalıbının adamı denir cinsten bir kelam erbabı arıyorum içimdeki ses ne zaman ki düşeş diye seslense.

 

Sabahsız bir gün özlüyorum bazen hele ki sabahı sabah yapıp geceyi tüm sıcaklığımla kucakladığım ve yalnızlığım hani şaibeli dokusunda şehrin beyitler ürerken ev ev; pencere pencere ve dirseklerimizi dayadığımız pervazında evrenin bizler kuş bakışı didiklerken alçakları aslında yükseldiğimiz de değil bilakis gücendiğimiz belki itildiğimiz belki hiçliğimizi kavururken yaz misali.

 

Zamanda bir sarkaç gizli.

 

Bir sarkıt ha düştü ha düşecek.

 

Yıldızın ayla arasına nifak soktuğu gecede kanayan ay’dan bile kanlı iken gözleri evrenin çatısında iskeletler dans edip ölüler coşkuyla inlerken ve biz fanilerin gölgesi ne zamanki yere düşse…

 

Her uyandığım günde bir huzur arayışı.

 

Bazen bir Nakış.

 

Bazen bir Nakkaş.

 

Rugan ayakkabılarımda dünkü çocukluğumda en şen kahkahayı atıp da sokağın ortasından annemin çatık kaşları ile sunduğu o keskin ikaz yine mizacını ilk kez bu kadar sert ve dirençli gördüğüm.

 

Gülmeyi yasaklamıştı annem ama sadece sokakta şimdi ise evren mimledi beni ve her gülüşüm sığıntı bir mizaçmışçasına tekelinde iblisin.

 

Heyulası ömrün ve mutluluğa karşı gösterdiğim o direnç belki de bu gün bir dostuma yakındığım gibi:

 

Adımın hakkını veremiyorum son zamanlarda.

 

Adı olmayan hikâyelerimi ise görücüye çıkarmıyorum ne de olsa mutlu olma hakkım çoktan elimden alındı.

 

Şairin dediği gibi:

 

‘’Şükür ki ölüm var.’’

 

 

 


( Adımın Hakkını Veremiyorum Son Zamanlarda... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.07.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.