Hava kararmıştı o gün. Güneş varken birden kara bulutlar güneşin önünü kapatıp gündüzü örtmüştü. 
O gün Ayşegül’ün canı epey sıkkındı. Koğuşta bir arkadaşıyla küçük bir polemiğe girmişti ve araları açılmıştı. Koğuşun bahçesinde tarlası yanmış köylü gibi otururken bir sigara yaktı ve ilk dumanı havaya üfledi. Sağ elinin başparmağını ağzına götürüp nedensizce dişleriyle ısırmaya başladı. Sonra bir cümle geldi aklına. Şiire gebeydi geceden beri; kilit cümleyi bulunca doğum sancıları başlayacaktı. Ve başladı bile; hemen cebinden kalem ve kâğıt çıkardı:
-“Üzülen benim kırılan benim sana ne oluyor?” yazdı heyecanla. Tam 2. Dizeyi yazacakken bir gardiyan yanına geldi. 
-“Hey Şaire Hanım, Yarın senin izin günün biliyorsun değil mi?” 
-“Hacı konsantremi bozmasan olmuyor değil mi? Ney izin günüm müü???” deyip ayağa fırladı. Kalem de kağıt da yere düştü. 
-“Çekil şurdan be hazırlık yapmam lazım!” deyip koğuşa koştu ve heyecanla hazırlık yaptı. Sabahı iple çektikten sonra koşarak oradan ayrıldı ve evin yolunu tuttu. 3 günlük izni vardı; bu kısa günleri güzel değerlendirmek istiyordu.  Ama evdekilerin haberi yoktu söylemek de istemedi. Sürpriz olacaktı; kim bilir nasıl mutlu olacaktı ailesi. Heyecandan bacakları tutmuyordu. Köy dolmuşuna yetişti son anda ve selam verip arka koltuğa oturdu. Hemen kulaklığı takıp Yıldız Tilbe’nin “Güzel Elbiseleri” adlı şarkısını açıp sesi kıstı ve başını cama dayadı. Ardından gözlerini yumup hayallere daldı.   Çok geçmeden araba çalıştı ve hareket etti.  Hareket ettikleri vakit akşamüstüydü; köye yaklaştıklarında hava epeyce kararmıştı. Herkes yavaş yavaş dolmuştan inerken Ayşegül şoföre yaklaşıp:
-“Abi bozluğa kadar çıkıyor musunuz?” diye sordu. Şoför ona aynadan bakarak:
-“Yok oraya kadar gitmiyoruz Ayşegül. Çatak son durak ordan dönüyoruz.” 
-“Abi fazla para vereyim beni eve bırak nolur?” 
-“Olmaz Ayşegül, taksi maksi tutarsın gidersin işte eve.” 
-“Yapma be Abi kız başıma nasıl giderim gece vakti ormanın içinden eve?” 
-“Bişe olmaaaaz aslan gibi kızsın sen.” 
-“Of” deyip boş koltuğa oturdu. Yapacak bir şey yoktu. 
Çok geçmeden dolmuş son durağa geldi ve herkes indi. Ayşegül gökyüzüne baktı ve derin nefes aldı.  Gökyüzünde parlayan milyarlarca yıldızlardan ve dolunaydan medet umarak sırt çantasını sırtlayarak yola koyuldu. Yolun kenarında gördüğü çomağı da ne olur ne olmaz yanına alıp adımlarını hızlandırdı. Yürüdüğü yolda henüz bir sıkıntı görünmüyordu. Uzaklardan köpek havlamaları dışında onu korkutacak bir şey yoktu. Telefonunun şarjı bitmesin diye müziği kapattı, kulaklığı cebine koydu ve yola devam etti. Yürüdüğü yol asfalt değildi; ama çamur da değildi. Bu tozlu yolda daha önceden yağmur damlalarının oluşturmuş olduğu hafif çukurlara bata çıka yürürken hızı kesiliyordu. Ama onu ürküten hızının kesilmesi değil, ağaçların gölgelerini durup dururken yabani hayvan siluetlerine benzetmesiydi. Hatta gergedana bile benzettiği gürgen ağacının dalı bile vardı benzettikleri arasında. 
-“Vay anasını sayın seyirciler.” 
Hızlanmalıydı çünkü yavaşladığı anda evrendeki tüm korkutucu yaratıklar peşini bırakmayacaktı. Yürüdükçe ağaçlar artıyordu, ağaçlar arttıkça korkusu artıyordu. Yürüdüğü yol daralıyor, orman sıklaşıyor bu da onun canını daraltıyordu. Arada bir rüzgâr gerdanını yalayıp geçiyor ve onun daha da fazla korkmasına neden oluyordu. Elindeki çomağı hazırda tutarak yola devam etti. Çok yorulmuştu. Ağaçların tepesinden gökyüzüne baktı, dolunayla göz göze geldi; dolunay onu takip ediyor gibiydi. Yıldızlar sanki yerinden kayıyordu ve Ayşegül’ün dileklerini yerine getirmemek için rotasını şaşırtıyordu. Derken bir köpek çıktı karşısına:
-“Hassss!” diye haykırdı Ayşegül. Nefes alış verişleri hızlandı kalp atışları dört km öteden duyulacak kadar şiddetliydi.  
-“Allah’ım ben ne günah işledim?” dedi ağlamaklı ses tonuyla. Köpek hiç kımıldamıyor, öylece bakıyordu. Sonra aklına bir şey geldi ve:
-“Ha, evet hatırladım, doğru ya. Tamam Allah’ım ben çok günah işlemişim.” Deyip hiç kımıldamayan köpeğe baktı:
-“Gider misin?” 
-“Şşş sana diyorum yolumdan çekilir misin?”
Tepki yok.
-“Bana bak, ben bir yıla yakın ceza evinde yatmakta olan bir psikopatım. Benden korkmalısın anladın mı?”
Köpekte hiç tepki yoktu, bu Ayşegül’ü daha da telaşlandırdı. 
-“Hay Allah, bunda hiç tepki yok; ölmüşe de benzemiyor ölmüş olsa öyle duramaz ki. Neyse şöyle bi yaklaşayım yanına bakayım napacak” deyip köpeğe doğru bir adım attı yine bir tepki göremedi. Bir adım daha attı ve ıslık çaldı yine hareket yok.
-“Allah Allah” deyip çomağı usulca köpeğe uzattı; yine hareketsiz olduğunu gördü. Bu sefer kaçmaya hazır pozisyona geçti ve çomakla ona dokundu ki ne görsün! Köpek yere yığıldı ve dili dışarı sarktı. Gözleri açıktı. Ölmüş olduğunu anlamakta gecikmedi. 
-“Anaa, ölmüş lan bu!” deyip bir süre köpeği inceledi. 
-“Amaan senle mi uğraşacam ben ya; boşuna korkuttun beni. Öfff” deyip yola koyuldu.  Keyfi yerine gelmişti. 15 dakika yürüdükten sonra etraftaki sesler kesildiğini fark etti. Uzaklardan yabani hayvan sesleri bile gelmiyordu. Ne bir kurt uluması ne köpek havlaması ne de baykuş ötmesi. Vardığı noktada orman azalmıştı. Geride bırakmış olduğu ağaçlardan yaprak hışırtıları geliyordu onlar da kesildi. 
-“Hay Allah noldu ya?” deyip gökyüzüne baktı; fakat dolunayı ve yıldızları göremedi.  Neyse ki köyün merkezinde kalan sokak lambalarının ışıkları vuruyordu gök kubbeye.  Ama sis de yoktu.
-“Of, bari bir türkü okuyayım da korkumu yatıştırayım.” Deyip gırtlağını temizledi ve:
-“gesi  bağlarında dolanıyorum,
Yitirdiğim yârimi aman aranıyorum.” Bir an ara verdi. Çünkü uzun süredir türkü okumuyordu hemen nefesi kesildi. 
-“Öf bu türkü bana sarmadı başka bir türkü okuyayım. Evet sayın seyirciler işte karşınızda Türkücü Ayşegül. 
-Karadır kaşların, ferman yazdırır
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir
Lokman hekim gelse yaram azdırır
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.

Ormanlardan aşağı aşar gelirim
Ben yârimi kaybettim ağlar gezerim,
Ormanların gümbürtüsü başıma vurur 
Nazlı yârin hayali karşımda durur.” 
Sesinin yankısını duyduğunda fark etti yüksek sesle türkü okuduğunu ve başına sert bir cisim düştü.  Sert cismin başına düşmesiyle neye uğradığını anlayamadan bir cisim daha düştü başına. Kendini yolun kenarına atarak başına düşenin ne olduğunu anlamak için gizlice baktı. 
-“Aaa karga. Hem de iki tane. Kız sesim yüzünden mi ölmüş bunlar? Ayyy Allah’ım affet yaa; Töbe töbee. İçim cız etti vallahi ya! Benim yüzümden of yaa.” Deyip yere oturdu ve 10 dakikaya yakın süre oturdu o şekilde. Sonra yavaşça ayağa kalkıp:
-“Ee ölenle ölünmüyor, yolcu yolunda gerek. Sizden özür dilerim kargalar.” Yola koyuldu. Sırt çantasını sağ omuzuna alıp içinden bisküvi ve meyve suyu aldı. O sırada tabiat ananın kucağındaki sessizlik devam ediyordu. Bisküviyi büyük bir iştahla ağzına attı ve ardından hemen meyve suyundan iki yudum aldı. Bayağı acıkmıştı. İlerledikçe yaprakların ve dalların hışırtısı da kesiliyordu. Köyün merkezinden çok uzaklaşmış olsa da orada hayatın normal olduğunu hissedebiliyordu. Bir tümseğe çıkınca köydeki sokak lambalarının etrafına yaydığı loş ışığı görebiliyordu. Derken o sokak lambaları ve müstakil evlerin ışıkları kesildi ve ortalık tamamen karanlıkta kaldı. Ayşegül’ün yüreği ağzına geldi. Hemen elini cebine atıp telefonunu aldı ve telefonundan el feneri uygulamasını aktifleştirdi. Şarjına baktı yüzde 83 enerjisi kalmıştı.
-“Of bu sürpriz olayının boku çıktı; arayayım bizimkileri de gelip alsınlar beni. Hayra alamet değil bu durum.” Deyip telefonun rehber kısmını açtı. 
-“Babamı arayayım.”  
Rehberde isim kısmına “may fadır”  yazdı hemen babasının numarası geldi. Tam araya basacaktı ki telefonun sinyalinin çok zayıf olduğunu fark etti. Ama denemekte fayda vardı. Telefonu kulağına götürdü ama çalmadan kapandı telefon. Telefona baktığında zayıf sinyal uyarısının yerinde  kırmızı x işaretiyle şebeke yok yazıyordu. 
-“Haydaa” diye söylendi. Olduğu yerin karşısına geçti ve telefona baktı yine sinyal yoktu. Yürüdü durdu, baktı yok; koştu durdu baktı yok; çöktü yok tepeye çıktı yok. 
-“En iyisi zaman kaybetmeyeyim koşayım ben.” Deyip koşmaya başladı. Koştukça terlemeye, kalp atışları hızlanmaya başladı. Koşarken yüksek sesle bildiği bütün duaları okumaya başladı. Durmadan koşarken zaman durmuştu sanki.  Zaman denen zalim kavram ona hiç işlemiyordu. Avucunun içi gibi bildiği içinde koştuğu şu ormanı birden unutmuştu ve nereye koştuğunu şaşırmıştı. Hızlı hızlı nefes alıyor soğuk terler akıtıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi istemsiz bir şekilde gözlerinden yaş akıyordu. Derken bir parlak ışık vurdu gözüne.  Dengesini kaybederek bulunduğu tepeden aşağı yuvarlanmaya başladı. Sırtındaki çanta bir yana telefonu bir yana kendisi bir yana dağılmıştı ve çığlık atıyordu. Başını kollarını ve vücudunun çeşitli uzuvlarını orman altı bitkilerine ve sert kayalara çarpıyor yüksek sesle kendisini eve bırakmaya dolmuş şoförüne küfrediyordu.  Sadece ona değil, ormandaki bütün canlılardan tutun köydeki etrafına sarı ışık yayan sokak lambalarına kadar. Bir de durup dururken kesilen telefon sinyalinin baz istasyonunu da aradan çıkardı. Korku dolu yuvarlanma derenin düzünde son buldu. Ağlayarak güçlükle ayağa kalktı ve son küfrü de kendine etti. Yukarıda gözüne çarpan ışığın etkisiyle gözleri beyaz sarı kırmızı noktalar görmeye başladı. 
-“Ana, ışık mı gördüm ben?” deyip yukarıya baktı ama bir şey göremedi. Zira her yer zifiri karanlıktı. Telefonunu da etrafına bakınırken gördü. O kadar dayağı yemesine rağmen feneri yanıyordu. 
-“Hay kurban olduğum.” Deyip öptü metal parçasını. Ardından feneri etrafına tutup sırt çantasını aradı; bayırda çalılığa takılmıştı. 
-“Allah’ım ne uzun gece.” Deyip çantasını aldı ve içini kontrol etmeden sırtına taktı. Omuzları ve sırtı çok acıyordu. Onun dışında kolları bacakları soyulmuştu. Ayak bileğindeki ağrıdan dolayı topallıyordu. Burkulmuş olabilirdi. Ama bunlara takılıp yolundan geri kalmamalıydı. Yuvarlandığı bayırdan yukarı dinlene dinlene çıkmaya başladı. Bayırın tepesine geldiğinde yere çöküp çantasından sigara ve çakmak aldı. Sigarayı yaktı ve efkârla içine çekti. Elleri titriyordu ve hala etraf sessizdi. Az önce gördüğü ışık hayalden öteye geçemezdi. Bir an yorgun gözlerini kısıp:
-“Lan bana ne içirdiler? İlaçlardan dolayı halüsinasyonlar mı görüyorum yoksa? Olur mu olur? Hay Allah, çok mantıklı konuştum. Neyse üç ihlas bi Fatiha okuyayım da ne olur ne olmaz.” Ellerini semaya açtı gözlerini yumdu ve defalarca dua zincirini tamamladı. Ardından ayağa kalkıp yola koyuldu. Anayola çıktığında bir gürültü çıktı. Helikopter sesine benziyordu. Sonra olduğu bölge aydınlandı; kocaman bir araç indi karşısına. Üç kere yutkundu dördüncü kez yutkunamadan ensesine enjekte edilen soğuk ve yakıcı sıvı ile kendinden geçti. 

( Deli Serpanın Maceraları 7 başlıklı yazı AyşegülAktağ tarafından 28.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.