Biraz asılsız biraz silik biraz da vurdumduymaz…

 

Fazlasıyla muhalif yine en düşkün kıyam sahip olduğum aşka nazire edercesine.

 

Aşka rağbet olsa da tek kalemde sildiğim gözyaşım hem de tozlu iklimlerden elimde kalan.

 

Fazlasıyla göreceli sanırım nispet eden bir ahkâma karışmış tüm bilinmezlik ve en sağlam beyanatımla arz-ı endam ediyor münafık düşlerim.

 

Yoksa korkuyor muyum belki de tedirgin bir lisanda hapsolmuşluğum yine dünün rahmeti.

 

Elimde bir mızrap titretiyorum gönül telimi ve en vakur gülüşümü sona saklıyorum. Hanidir, deyip çıktığım yolda rast geldiğim her imgeye göz kırpıyorum ve sancılı bir var oluşun hüznünü teğet geçip, ulaşmak adına hiçlik makamına kayboluyorum gözden. Ve derken… Derken doğuyorum yeni bir telaşla ve yeni bir sancıyla sonlandırıyorum gözyaşımı.

 

Hangi izlekte yer bulduğum tartışılır ya da hangi kare ise gözlerimden önünden geçen, daralıyorum ve daraltıyorum o peyzajı.

 

Adamlar ve kadınlar kâh el ele kâh kanlı bıçaklı.

 

Âşıklar cinnet geçiriyor ve son veriyorlar birbirlerinin hayatına. Kim demişti acaba: En asil duygudur içinde kaybolmuşluğumuzu muhafaza ettiğim en revnak duygu… Aşka delalet belli ki şairin kalemi ve melekler korurken en saf yanımızı biz hala yanılıyoruz ve yalıtıyoruz bakir gözyaşları iken nasılsa kıymete binip nasılsa istiflediğimiz günahlarımız kadar sitem yüklüyken gök kubbe…

 

Çıtkırıldım bir imgeye rast geliyorum gecenin kör vakti. Yetmedi asılı kalıyorum kayan bir yıldızın kuyruğuna ve külfeti kayan umutların, çalıyorum teker teker dün’ün rahminde konuşlanmış ne varsa. Nasıl da doğurgan evren ve fazlasıyla kaygılı. Sitem yüklü insanoğlu ve nefrete karışmış yüzünün isi.

 

Saklı tutuyorum aşkı en derinde ve sakınıyorum gözümden ve saklanıyorum izbelere. Çıta yükseldikçe yerleşiyorum mabedime ve eksen kaydıkça serpiliyorum başak yüklü kaygılarım rest çekmişken hayata.

 

İndindeyim sessizliğin ve çırpınan bir ruhun yaşadığı onca ikilem iken yaşattığım iklimlerde rast geliyorum çatık kaşlı kayıp yarım’a. Yarına odaklan ey sefil benlik, derken tok bir ses, an’da kıstırılmışlığımı hürmet bilip, töhmet altında kalan dünlerimle mesken tutuyorum yeniden bilinmezi.

 

Hangi kayıp istilaysa kıstırıldığım ve hangi mizaç ise tevekkül bildiğim, ıskaladığım en rahvan gölgeye nazire ediyorum:’’Sen de mi kayboldun ben gibi?’’

 

Benim demeye korkuyorum sahip olduğum ne ise ve ürküyorum hiddetinden Tanrı’nın ve biteviye sığındığım mihraba attığım bir çelme ile adımlıyorum bu sefer gerisin geri.

 

Bir öyle bir böyle sanırım kayıp sanrılarla yükümlüyüm kaderin gözünde ve kaygan bir ritim ile tempo tutuyorum ıslık çalan meleklere.

 

Sıcağın kavrukluğu, soğuğun yakıcılığı ve yokluğun varlığı en yoksun kılındığım.

 

Aşkın dokunuşu iken uzağında kasıldığım.

 

Ve teğet geçen yörüngeme, uydu bellediği karası gecenin sadece tezahür ediyor anlık bir öngörü iken zihnin boyutsuzluğu.

 

Tümden gelen donelerle kuşatılmışlığım kadar da anlamsız bir mizacın en sakıncalı yansımasıyım belki de kimine göre.

 

Kimliğimi sorguladıkça, sorgu sual hak getirdikçe, gönülsüz bir hutbede yer buluyorum hangi münafık ise ezberinde lanet ve nefret.

 

Dokunulmazlığım Tanrı’dan belli ki ve belki de yoksunluğumun kancasında takılı kalmışlığımdır o tevafuk iken, yaşama olan bağlılığım.

 

Kimine göre, demek ne gam… Ve ne gam yoksun addedilen yokluk iken yakan en derinden ve çözdüğüm yumağın döndüğü eksen iken anlık bir hezeyana rast geldiğim, usulca dokunuyorum gölgeme ve bu sefer sahipleniyorum:

 

‘’Sen benimsin.’’

 

 

( Sen De Mi Kayboldun? başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 16.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.