Köhne dokunuşlarında
hayatı imleyen,
Bir süzgeçmişçesine,
aşkımı demleyen,
Varsıl şafağı gök
kubbenin şu dergâh,
An’ı kayıp bir fani,
İndinde tek bir
hutbenin,
Dudakları kan revan bir
minval,
Yitiminde onca hezeyan
galip gelmiş bir kez,
Buğusu dağınık ömrün
efkârı,
Haznesi kısık bir
feryatta saklı.
İsyanların indinde bir
soy kırım,
En sivri mekânında
anlık hezeyanların,
Vakur bir iç çekiş.
Addedilen bir tünelin
dipsizliği kadar
Hayra alamet olsa keşke
şu münafık düşler,
Peyda olan hezeyanı
silse bir dokunuşta
Aşk makamı sicilinde
beyhude bir imge,
Göreceli mekânların en
sivri dili iken
Şu cebi yırtık cübbe.
Hanidir arsız bir
söylenceden arda kalan,
Yerli yersiz bir
dokunuşa meyleden,
İsi dipsizliğin tek
hamlede son bulan,
Yine de yitip gitmelerin
kilidi iken
Kapalı açılmamak üzere.
Yıkık bir mabet kadar
konuşlandığım anlamsızlığı
Soluk tenli ikrarında
nöbete durmak olsa da
En muhalif işkence.
Tahammülsüzlüğün esir
aldığı yürek kampında
Tahayyülü en zor ikilem
tüm o yansımalardan türeyen,
Bilinmezliğin
pervazında ahkâm kesen bir bulut,
Dağınık aklın kelamı
olsa da üç beş cümle
Ve saklı nefretin
derinden soluyan öfkesine
Çalakalem bir dokunuşla…
En metruk tecelli şu
pervasız gönlün kıyama
Durduğu anlık bir
hezeyan payidar olan
Ve ansızın soluduğum o
gülüşün yüzü hürmetine,
Damgaladığım zarfı
yürek sesimle titretirken
Gök kubbeyi, soluk bir
bestede sakladım gamı,
Sığdırıp ömrün
tekerine.