Zamanın nadide var oluş
sancısına istinaden tümlendiğimiz özel ve kutsal günler ve insanlar,
seyreldikçe hükümranlığında kaderin dokunmaya dahi kıyamazken yüreği kutsayan
nazenin ve yadigâr dünden ana uzanıp kanıksadığımız zarif bir tecellisi
maneviyatın.
Ruhun esrikli ve kademe
atlayan o güzergâh mı yoksa duraksadığımız bir girizgâhmışçasına yaşarken anı
koruk bir düş misali kavuşamayacağımıza kani olup sığındığımız duvar dibi…
Heyhat! İsyan mı, asla.
Kabulleniş mi peki? Cevapsız inanın ki ya bir serzeniş mi kaybolmaya yüz tutmuş
bir gölge kadar kaygan ve esrikli bir tükeniş?
Durağan bir gün hatta
dokunaklı ve ne yazık ki merkezinde hicran yağarken salkım saçak ve pejmürde
varlığımın nezaretinde derinlere meyledip de bir adım dahi atamazken.
Edimler mi aslolan
yoksa zafiyet yüklü tedirginliğim mi belki de artık kanıksadığım o bitimsiz
kaygılar vara yoğa dertlenip mizacımı daha da kırılgan bir izlekte sunuma
hazırlayan ve ne yazık ki tüm duraksamamla konakladığım gönül penceresi.
Eşleştiğim tek bir öğe
yok peyder pey yoksun kılındığım ve tekleyen bir yürek, sesi dahi duyulmazken
iken hala bir hal çaresi arayan…
Katıla katıla gülmek
belki de tüm çekincem olur da duyulup makamsız bir tepkiyle diline düşersem
kaderin oysaki umarsız ve bir o kadar meskensiz tüm ithamlar. Somut verilerin
yokluğunda ve tüm düşünsel edimlerin uzantısında sancılı bir var oluş tüm olup
biten.
Sözlerim ve gözlerim
tüm tezatlığıyla çapraşık düzenin ayrımcılığında yanıp sönmekte kayıp bir deniz
fenerinin tüm nezaketiyle bu yüzden kaybolmaya yüz tutmuş hangi aşk ise çok
uzağımda yakın addedilip de fısıldarken melekler. Sahi, duymuyor musunuz?
Oysaki kulağıma çalınan o melodi tüm nüktedanlığı ile sadece evrene odaklı
varlılarımızı kutsamakta anbean.
O rehavet esir
aldığından beri yüksündüğüm tüm varsayımlar asılsız birer düş artık peşine
düşüp de yakamdan düşmeyen bir düş kırıklığı belki de sığındığım.
Mizansenin yetisiz
yadsımasında gizli pencere kıyılarında sabahlayan gölgeler yüksünüp de ses
etmezken martılar ve bilumum börtü böcek evrenin haşmetinde kaybolmaya yüz
tutmuş korunaklı ruhlarımız boş vermişliğin dibine vurmuş ne çok edim oysa
soyumuzu sopumuzu görmezden gelip de konuşlandığımız ağaç kovukları kâh tırtıl
kâh ömürlük sevdaya nakşeden o kısacık hayatları nazenin varlığı ile uçuşan
kelebekler ki biz insanoğlunun gönlüne dahi sığmazken aşkın nazarında bitap
düşmüş bir derviş belki de yoksunluğu adam boyu nazarımızda lakin evrenin en
engin yüreklisi sinsice sırıtırken şeytan o pejmürde kömür karası kötülüğüne
eklediği her bir zincirde saklı belki de her kayıp ruh.
Devrik günler
yalıtılmışlığı tokuştururken karanlıkla beyhude olduğunu bildiğim her yeni
başlangıç ve her yeni terk ediliş alışmaya hiç mi hiç niyetimin olmadığı o
savruk düzenim kaybolmuşluğumu fırsat bilip ararken fısıltı yüklü ve güdümlü
çaresizlikleri sonlandırmaya meylettiğim hicran yüklü bir boşluk kadar eşkâlimi
sorgulayan.
Yeteneksizliğime
hürmeten tüm çabam düşe kalka kanattığım zavallı benliğim yoksa bir tek ben
miyim, dememe kalmadan okuduğum satırlarda soluklanıp inanmaz gözlerle
kerelerce okuduğum ardı ardına:
‘’…yaşamak konusundaki
yeteneksizliğimden kaynaklandığını anlayamasın diye, aklımın kulağının dibinde
çalmakta olduğuna inansam.’’(Pessoa)
Kadere hürmeten her ne
kadar korusam da suskunluğumu kendimi sormaktan alıkoyamadığım tüm yetisizliğim
ve dirayetsizliğim sanırım en kocaman çelmeyi takan. Ana odaklı satırlarda
genele yaymış iken duygularımı kısıtlı kapasitede korumakla mükellef olduğum
mütereddit ruhumun tüm sıkılganlığı sirayet ederken boyutsuzluğu bir marifet
bilip de zora sokarken durduk yerde. Sanırım… Evet, sanırım sığınmaya kalkıp
sığıntı bir yoldan çıkmışlıkla sığdıramadığım ne çok hüküm bana dair ama benden
çok uzak: Belki aşk belki merhamet belki de vakur bir gölge hatta kılı kırk
yarıp yeniden başladığım her yeni hikâye, kahramanını tayin etmekten yoksun
kılındığım ama sonuna kani olduğum girizgâhında yerleşik tek bir kelime kadar
akla zarar üstelik. Ne mi o kelime? Ne gelirse aklınıza yine de söyleyeyim:
Konuşlandığım en asil duygu ki güven diye hatırlıyorum rastlamayı umup da her
yenilgimde boynum bükük geri geri adımlarken o uzun yolu.
Dediğinizi duyar
gibiyim:’’Temkinli olmakta fayda var.’’
Yine de her
aldatılmışlığım sil baştan her ne kadar hicap yüklü olsam da itirafından geri
duyduğum hele ki sevgiyi de katık yaptınız mı…
Olmak ya da varmak
belki de tıkanmak her halükarda saygıda kusur etmeyip sakince beklemek olur da
beklenmedik bir anda kesişir yolum aslında amacımda saklı tüm ürkekliğim ve o
kırgınlık nazire edercesine gözü pekliğime hem de hiç beklenmedik bir zamanda
boyutunu ve hacmini kestiremezken.
Mihrabı yâd ettim edeli
efkârı da yığdım en dibe mutlak sancılarım ötelerken terk ediliş addedilen her
mizansende sakladığım o gözyaşı dökmekten hicap etmediğim. Yoksunluğu mademki
kanıksamışım varlığımı idame ettirmek adına nasıl vazgeçerim hele ki aşka
düşkün ise şu benlik bir çiçekte dahi rastlarken o nadide duyguya varsıl
haznemde saklı ne varsa beni bana yakın kılan. Rast gele gönül.