Varlığımın yokluğu mu
yoksa yokluğunun varlığımdaki izdüşümü mü?
Kanıksadıklarım mı
yadsıma ihtimalininin bulunmaması mı?
Yanıp sönen bir ışık mı
yoksa farazi bir imge mi tahayyül etme zorunluluğumun olmadığı?
Kısaca, var mısın yok
musun?
Soruların devinimi arşa
uzanmış da yeni yeni fark ediyorum belki de varlığına geç vakıf olup bir anda
yörüngemden çıkman gibi.
Aslına rücu eden bir
varlık benimki. Yoktan var olmuş ve yeniden yok olmaya doğru süratle ilerleyen.
Belki sen gibi belki herkes gibi belki de hiç kimse, benim hiçliğe tekabül eden
sanılarım mahiyetinde.
Sıradan günler kıymet
bindi bir anda. Sıra dışı insanlar bir bir geldi hizaya. Ve hiza bildiğim o
boyut yeniden kıymete bindi varlığını fark edip bir anda gitmen gibi.
‘’Ölenle ölünmüyor…’’
Külliyen yalan, dostum.
Ki kerelerce öldüm ben kayıp gidenlerin ardından ve hala devinip durmaktayım
uçurumun tam da kıyısında. Yok, yok o kadar da vahim değil ve henüz yitip
gitmeye de niyetim yok doğrusu.
Kendime verdiğim
sözlere hala asılı benliğim ve aklımın kancalarında ne çok insan ne çok
tahayyül daha neler neler…
Münafıklar hepten kayıp
gitti nazarımda zaten onları hepten ve toptan Allah’a havale ettim. Anında
görüntü üstelik… Velhasıl, rötarlı da olsa mutluluğa kavuşmama az kaldı hatta
kavuştuğumu iddia edebilirim de.
Yok gözüm dünyanın
malında mülkünde ya da nazarımda kimse bahtiyar ya da payidar Allah versin, der
geçerim.
Haris bir ruh değil benimki.
Ya da kıskanç tortular kalmıyor dibinde ruhumun. Gizlim saklım da yok madem
hele ki şükretmeyi de bildikten sonra…
Yine de olmaz mı menfi
yönlerim. Varsın bende kalsın. Lakin tasarrufundayım kelimelerin ve üzünçlerin
ve kıdemli acıların.
Öncesi…
Ya da sonrası…
Neyin mi…
Beni benle tanıştıran
tüm o imgeler mademki geçti sansürden mademki geçti sınırdan…
Sıradan ama külfetli
bir döngü.
Sıra dışı ama nazarımda
hayli kederli günler geride kalan.
Muhalif ama mutlu yer
yer katık yapsa da hüznü…
Ne var ki bunda, deme
hakkın baki olsa da diyeceğim şu ki:’’Artık acımasın canım.’’
Can bildiğim öteki
yarım.
Yarım bildiğim ama
kocaman bir pasta her gün yemeye doyamadığım.
Mademki izzet-i
ikramında evren nasıl reddedebilirim ki…
Nazenin bir ruh
fazlasıyla kırgın ve kırılgan.
Yamalı bir elbise
atmaya kıyamadığım.
Sır dolu ne çok imge:
İçinde saklı adım.
Adsız bir düş belki de
Asla gerçeğe
dönüşmeyecek.
Balkabağına dönüşmeden
inmeliyim arabadan ve gözden kaybolmadan üzerinde yolculuk yaptığım o yıldız…
Düşmeden çıkmalıyım en
yükseğe olsam da bir başıma.
Görünmemek adına
kaybolduğum o bulut.
Ruhumun saflığında
gökyüzü.
Gün geceye kavuşmadan
Ve bülbül âşık olmadan
güle
Konmalı en yüksek dala
Hicap etse de içindeki
yarası…
Sineye çektim çekeli
tüm mağlubiyetleri ve dilim yanmışken kerelerce hele ki o kekremsi tat
damağımda iken yol vermek zor olmasa gerek yoldan çıkmamak adına. Varsa bir
bildiğim ve çıkmaksa düze yarın bellediğim tüm benliğimle nail olmaksa
maneviyata zor olmamalı vazgeçmemek. Şems’in zikrettiği şu söylem nazarımda
nasıl bir intiba uyandırdıysa kerelerce telaffuz etmekten
sakınmayacağım:’’Arzın her yerinde insanlar bahtiyar olmaya can atıyor ve
tamamlanmak istiyor ama manevi bir rehberden mahrumlar.’’
Mutluluğa nazire
edercesine her kelimenin altına attığım imzam belki de manevi rehberim içimdeki
saklı inanç ilk günden beri ışığını esirgemez iken. Saklı niyetler ve tüm
öngörüler ve kavuşulası yarınlar… Erken ya da geç ama illa ki…