1
Sırasız, düzensiz
fazlasıyla savruk duygular. Sebepli sebepsiz onca kırık parça bir araya gelmesi
ihtimal dışı üstelik.
Seçeneksiz bir soru
aslında açık uçlu demek daha olası. Yok ki herhangi bir şık ya da de seçenek.
Ayracı zaten nereye
koymalı ya da nereden başlamalı bir o kadar izafi bir yanılsama.
Günlerden bir gün ama
kim bilir hangi yıla ve güne denk gelen. Ne mi oldu o gün…Bilsem bile döngünün
kıskacında hepten yol vermişim yoldan çıkmamak adına.
Günü geçelim ya mekan…O
zaten kayıplarda sıkı sıkı bağlandığım adsız bir mecra artık önünden bile
geçmediğim. Paylaştığım ne varsa a’dan z’ye hatta noktası ve virgülüne kadar.
Nokta desem da kocaman bir soru işareti cevabını deli gibi merak ettiğim. Neyin
mi…Hangi birini sayabilirim ki…
Gizli saklı ya da ayan
beyan.
Görünmeyen bir kalkan
var iken etrafımda her nasılsa o da delik deşik oldu. Sızıntı koca bir denize
dönüştü fazlasıyla fırtınalı üstelik.
Biçimlendiren mizaçlar
hiç mi hiç akla yatkın değil. Her ne hikmetse uzantısı söz olmuş eylem olmuş
burnumun tam da dibinde.
Fazlasıyla karmaşık
olduğunun farkındayım. Birazdan duyacaklarımı tahmin ediyorum:’’Bu kadar
karamsar olma!’’
Ne karanlık ne de
aydınlık, ne dar ne de geniş. Sıcak da değil üstelik ama kavurucu bir
yadsımazlıkla düşen düştü payıma.
Bir yerler ve bazı
insanlar…
Hiç bir yer ve ketum
bir sessizlik.
Çok insan ama tek
duyumsanan boğuk bir uğultu. Her kafadan bir ses çıkmakta. Seçemediğim yüzler
ve anlamlandıramadığım sayısız hece kelime olmaktan dahi aciz ve fazlasıyla
anlamsız.
Ve kurmaya çalıştığım
sayısız cümle içinden çıkamadığım ne varsa dillendirme yetimin henüz
köreltilmediği. Yine de söylemekten imtina ettiğim bile bile üstelik. Zaten ön
yargılar ve istem dışı pek çok dürtü ile
üreme telaşında çoğu insan bir meziyetmişcesine ve istifli bir yobazlıkla ahkam
keserken.
Benzemek ama kime ya da
ne amaçla…
Yoksun kılındığım ama
yoksun hissetmediğim.
Sıradanım fazlasıyla
ama sıra dışı ve tahakkümperver bir anlamsızlıkla olağan dışı ne varsa bir bir
ekleniyor sicilime.
Derken açılan pencereden
içeri süzülen serin ve ferah bir hava. Duyduğum o güzel koku. Nereden geldiğini
biliyorum ve de kime ait olduğunu. Derken açıyorum gözlerimi ve bingo…Hayır,
hayır ne bir rüya ne de bir düş. Sadece Yaradan’ın bana yaşattığı efsunlu bir
ikilem her gün yeniden doğmak gibi. Oysaki daha demin ölmüştüm.
İnanıyorum o kadar çok
inanıyorum ki…
Sevmekse en güzeli.
Seslenmek istediğim o
kadar çok insan var ki…Belki de bir ön söz koymalı yazının başına. Gücüm yeter
ya da yetmez ama inanmayı sürdürmeliyim.
Başka bir amacım da yok
zaten. Duyumsamak ve duyumsatmak.
Yaşamak ve yaşatmak.
Montaigne’nin dediği
gibi belki de:
‘’Okuyucu, bu kitapta
(umarım o güne erişirim)yalan dolan yok. Sana baştan söyleyeyim ki, ben burada
yakınlarım ve kendim dışında hiçbir amaç gütmedim.’’
Öyle ya: Sadece kendim
ve kendim olmaktan alıkoyulduğum bir devran. Kime neyi hangi amaçla anlatmaya
çalışıyor olsam da benliğine vakıf ama düzeneğin o ince ayarını henüz
ayarlayamamış bir fani…
Tanımak ve tanıtmak ve
kerelerce inanmak…
Sokrates’in ‘’kendini
tanı’’ öğretisinin vücut bulduğu bir öngörü altı üstü. Ve her geçen gün yeni
keşiflerle devam ettiğim bu amansız yolculuk yalnız olsam da ama bir o kadar
kalabalık…
Her gün bir yerden
dönmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak
ne güzel.
Bulanmadan, donmadan
akmak ne ala.
Dünle beraber gitti
cancağızım.
Ne kadar söz varsa düne
ait.
Şimdi yeni şeyler
söylemek lazım.
(Mevlana Celaleddin)
Varmak mı? Hayır,
gitmek sadece yönünü saptırmadan yol almak. Ne de olsa doyumsuz ruh…
Yüküm zaten gönülde
saklı.
Sırlar bana dair ama
zararsız.
Mevkiler ve makamlar
ise uzak benliğimden.
Yüreğim bir o kadar
ferah kendimi buldum bulalı.
Feri kaçan gözler değil
aslolan tam tersine yüreğini gözünde ve yüzünde taşıyan.
Yazarın dediği ise
aslolan:
‘’Güzeldir ya kelebek,
gönlün ona akar. Lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla
sevdalanırsın.’’