‘’Aşk
diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz
aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!’’(Alıntı)
Yalıtılmış düşler
mezarlığı…
Öncem hicap anda saklı
yalnızlığım yarınlarsa muğlak bir de siz, bayım…
Sizsizliğin
cinnetinde saklı cennetin tebaasıdır duygularım.
Bensiz bir mısra
ise ölüme gebe ölümsüzlüğü dilediğimse yalandır öncemden firar etmiş bir
melankoli ile s/özlendiğim de.
İçimin angaryası ve
ruhumda saklı Çıfıt Çarşısı…
Ya, yüreğim?
Bedenimi es geçtim
çoktan kendimden geçtim yine de…
Yine de hicretiyim
ben evrenin ve aşkın hicri cinnetin kılık değiştirdiği…
Ah, ruhumda saklı
cennetin ilk ve tek misafiri iken siz…
Sizle olamadığımız
kadar senli benli ve işte yalnızlığıma da bu aşka da kefil olduğuma dair
tutulan o tutanak altında imzam delicesine uçuşan frapan yaprakları ruhumu
akdinde saklı iken kimlik numaram ve içimde yaşadığım cendere tastamam bir ölü
için gereken ne ise haiz olduğum kadar kanlı canlı bir isyanla basıyorum işte
sözcüklerin bam teline…
Yuhalandığım mı?
Yoksa enkaza
dönüşen ruhum mu?
Yardakçı gölgeler
iş başında bense uzağında gölgelerin tuzağına da düşmediğim kadar cihanın ve
yalanların da uzağında.
İstifli duygular
cumhuriyeti.
Ve işte aşkla
ördüğüm kerevit.
Nakşeden bir sekant
kısacık bir zaman diliminde büyümemi de beklemeyin benden, ey, vefasız bayım ve
de aşkın kare kodu iken özlem artık kim ise dedikodumu yapan yaftaların
dayatıldığı bu dünyada da yerim olmadığım ayan beyan.
Firar ettim ben hem
bir sözlüğün sayfalarından sökün ettim ve tüm hücrelerimle edebiyatın ta
kendisi olmaya aday hüznümle ödediğim bedeller kadar da muğlak iken insanlar ve
hüznüme kefil siz ise rencide ettiğiniz kadar yürek iklimimi sanmayın ki çok uzağınızdayım
sanmayın ki atan şafağınızdayım sanmayın ki şakağımla dayalı kalemimin tek güzergâhıdır
bu imkânsız aşk…
Aşka aşık.
Aşikâr aşka aş
erdiğim.
Çocukluğum ve çocuk
kalabildiğim kadar da kefilim masumiyetime ve yalnızlığıma ve işte racon
kesiyorum yıldızların tabiri ile sektiğim Samanyolu ve işte adımı
değiştiriyorum mademki Zühre’siyim yıldız kuşağının gözlerimde çakan
yıldızlardan ibaret olmadığım kadar ismimle müsemma bir çiçek tarlasında ve de
salınan gelinciklerin ortasında açan bir gülüm tabiri caizse külümden doğduğum
ve bir adım ötesi: tek ziynetimi saklı tuttuğum.
Ne kibir.
Ne kin.
Ne kinaye.
Ne hiciv.
Asılı kaldığım gök
kubbenin nuru değilken yağan üstüme yağmalandığım kadar yağan nurum aşkın
üstüne.
Gönlümün gönyesi.
Aşkın künyesi.
Küfür eden zalimin
ibresi.
Aşka sadık bir
Külkedisi.
Bal kabağından
değildir bindiğim araba aslında iki ayağımla adımladığım kadar evreni bakmayın
asla ne cüsseme ne cübbeme cümlelerin reşit kıldığı aşkın merkezinde saklı bir
nidayım ben sessizliğime kefil olduğum kadar sözcüklerle beslendiğimden bir adı
ötesi canım yandıkça sevesim gelir benim ve sevi dilinde nakşeder kalemim.
Diri bir matem
saklı içimde.
Dingin değilim.
Duru yüreğim kadar
sebiliyim aşkın ve tek tutamağım hayata aşkla payidar olacaktır illa ki na’şım.
Hüzünler furyası.
Katıksız yalancı
dünyaların da çıktı mı da ortaya foyası.
Cılkı çıkmış
aşklara duyduğum öfke.
Ve işte imkânsız
bir sevda masalında saklı iken de Külkedisi.
Hüznüm bir redif.
Aşkım kasıtsız.
Yalnızlığımsa bir
kesit.
Evrelerin yaşamın
ve tüm yaşam dinamikleri göğün de tembel bulutları göç mevsiminde şerit
değiştiren ruhların nüktesi.
Ölümüne sevdiğim
doğrudur.
Ölümüne yazdığım
da.
Yorgun yürekler
sokağında sektiğim de doğrudur.
Her sekmede bir
şiire denk düştüğüm kadar her şiirin de ulağı ve uleması iken kalemim ve işte
postaya verdiğim mektuplarım da henüz ulaşmamışken adresime…
‘’Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım…’’(Alıntı)
Direncim sınandığım kadar sevdiklerimle kırılmadı asla.
Annemin defalarca nefesinin kesildiği noktada esiri olmadım
nefsimin ve sırf nefes alsın diye annem ben dünya ile olan hesabımı çoktan
kestim.
Yüzümdeki çiçek bahçesi ve ruhumun nuru.
Gönlün sefasını sürmekten ziyade cefa yüklü son üç senem.
Acıyla büyüyen iman gücüm ve Rabbime teslimiyetim ve işte
nurların eşlik ettiği annemin de yüreği iken onun varlığı yine benim cennetime
denk düşen.
Bayım…
Bayat ekmeğin tadını da çok sevmeyi öğrendim bu geçen üç sene
zarfınca ve soğuk kış gecelerinde, annem uzağımda iken meteliğe kurşun attığım
günlerde bayat ekmeğin tadına tav olduğum kadar ne şeytana ne nefsime av oldum.
Günlerim hastane koridorlarında geçerken gecelerim
niyazlarımla dolu Allah yolunda baş koyduğum inancın seferisi ve aşkın künyesi
iken Allah rızası için sevmek nedir öğrendim ben…
Sizi de Allah rızası için çokça sevebilmişken uzağınızda ve
de aşkın tuzağında yakalandığım rüzgârı değil rüzgâr beni terbiye etti ve
savrulduğum kadar uzaklara ve annemden ayrı geçen zamanların acısını severek ve
dua ederek çıkardım…
Siz aşktan ne anlarsınız ki aşk eğer ki sizin için bir oyun…
Siz aşkı sevseniz de en çok kendinizi sevdiniz.
Bense en çok Allah’ımı…
Bir saniye sonrasını tahayyül edemesem de çok uzak zamanları
kolaylıkla kestirebiliyorum ve kimine göre eksik etekli kimine göre eksik
akıllı sizin gözünüzde sefil yüreğimle efil efil estiğim kadar iç dünyamı
zengin ve sıcak tutuyorum ve de bu aşkın öylesine bir dokunulmazlığı var ki, ey
vefasız bayım ve siz isteseniz de istemeseniz de baş koyduğum bu yoldan yoktur
dönüşüm.
Allah’a emanet olun ve bana uzak Allah’a yakın…
Lakin ne kadar uzağımda olsanız da dualarım ve yüreğim
sizinle…