1
Güne doğdum yeniden.
Yeniden savsakladım
üzünçleri.
Oysa nasıl rağbet
ederim eleme…
Nüansı nasıl da hoş
gelir kulağıma: Hüzün ve yadsıyamasam da yarattığı o depresif boşluk. Sükût-u
hayale de uğratsam sevdiklerimi doyamadan gideceğim şu sefil dünyaya.
Suret-i kati sahip
olamasam da istem dışı bir vurdumduymazlıkla kıble bilip yönümü yürüyorum
güneşe doğru. Baharın tadı damağımda yarım kalmış tüm işlevsiz yetilerim
bağdaşamazken şu garip çağ ile sıra dışı bir muhafazakâr edim benimki.
Siyasi bir görüşüm bile
yok ne de bir kimliğim ne de adsız bir köye mensubum kaçıncı kez kovulduğumu
dahi hatırlamadığım. Kapı dışarı eden kim varsa selam olsun. Savdınız sıranızı,
sakın ha merak etmeyin neden saklısınızdır hala o gizil hatıratımda tabi
olamazken hiçbir kütüğe.
Doğumum neşe getirdi
getireli doğurgan düşlerim tecelli edercesine başımı her yastığa koyduğumda
sızısı en derinden o vakur vicdanımın bir bir yolarım çiçekleri koparılmış
olmanın verdiği o üzünç ile ki nasıl nasıl da burkar en derinden. Dalsızım ve mekânsız
hatta ansızım ne ana dair ve boyutsal bir görecelikle gidip geliyorum dünyalar
arası ki hiç mi hiç sevmem seyahat etmeyi. Lakin bu yolculuk tüm o saklı
umutlarımın düşsel bir türevi her ne kadar her geçen gün türlü eksilti eşlik
etse de.
Komik hem de nasıl… Ah,
benim akılsız başım. Lakin bağdaşamadığım ne varsa ve bağdaştıramadığım hangi
kalıp ise eşlik eden tozlanmış ve sarı sayfalara beyit beyit işliyorum o girizgâhı
her nasılsa abartılı bir neşe ile ve fazlasıyla istem dışı. Tanımı koyalı çok oldu
lakin istifli tüm öngörüleri REDDEDİYORUM!
Ne de olsa sıkılgan bir
mizacın tüm yolsuzluğu beni andan ve mekândan soyutlaştıran. Nasıl bir izlekse
artık rağbet ettiğim henüz rastlayamadım ne bir eşkâle ne de bir türevine şu
asılsız ve yadırganası kimliğimin. Yoz ve nasıl da köreltici. Duymadığım
sanılsa da kulaklarım yelken misali tüm o söylemlerde kurdu radarını. Kerelerce
tövbe etsem de düştü yolum bir kez daha belirsizliğe. Dünde kalmış iken kalan yarım
son çeyreği de bozdurdum. Vay vay vay…
Bastım gittim bir kez
yerim yurdum diye bellediğim her neresi ise.
Çelimsiz ellerimle
sarıldım boğazına o garip yetileri ile esir aldıklarını sanan her kim ise…
Her ne ise
boyunduruğuna girdiğim sanılan o melun dünyanın kırdım zincirlerimi ve çoktan
kavuştum özgürlüğüme. Lakin evet lakin… Gerisi yok ki. Sadece ana ait bir düşüm
ben. Düşünmekten kalan aklını yitirmiş bir meftayım musalla taşında eşlik
ederken hiçlik.
Varlığa odaklı bir
nimet belki de yokluk çizerken rotamı.
Kocaman bir yılgı
elimde kalan biçimlendirirken gözyaşımı her ne kadar hicap etsem de.
Sakıncalı tüm düşlerimi
gömdüm gömeli hibe ettim o yolsuzlukları ve eşliğinde nice gömütün saf tuttum
nazarında.
Savsakladım da ne varsa
ket vuran. Bir bir eledim ve elimde kalan: Koca bir boşluk sıfırın nezaretinde
kocaman bir boş kümeyim ne hükmü geçen ne de el verirken dost addedişlerim
uzaktan uzağa gülerken sessizce ve hoyratça tüm bitişlere selam çakarken.
Başlamadan biten ve
devinen hayatların getirdiği bir külfet altı üstü. Yadırganası bir yobazlıkla
tahakküm altına aldıklarına inansalar da asla ait olmadığım dünyalar ve
seyrederken kuş bakışı çıktığım o bulutlar olmuş iken tek meskenim.
Mecralar nasıl da
yadırganası, tahakkümperver o sıradanlık paye verirken ve eşelerken yeni
ganimetlere kavuşma telaşı ile.
Doğum günüm… Tek güne
sığmama ihtimaline rağmen öksüz bir çocuğun sessiz çığlığı ve gönüllerde yer
bulası bir randımanla her gün yeniden doğan.
Mucize kabilinden
tutunsam da yaşama aciz bir ırgat kadar sefil ve hor görülesi. Ne bir sitem ne
de bir gıybet sadece kırık bir kalbin kelimelerde yarattığı o tezahür.
Kısır açılımlara rağbet
etmesem de döngünün vurdumduymazlığında yol almaktayım sessiz sedasız.
Sesim duyulmasa da
söylüyorum şarkımı henüz yazmadığım bir güftenin telaşı sarmışken ve yoldaş
olmuşken yeknesak düşlerim açlığımı gideren ve dindirirken özlemlerimi.
Hayatı kucaklamak bu
olsa gerek nakaratında saklı iken adım o şiirin…
Henüz vakit varken,
gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken
gülüm,
yüreğim dalındayken
henüz,
şu Mayıs gecesi
rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından,
gülüm,
ıslak salkım
söğütlerin.
(Nazım Hikmet)