Belirsizlik ve çözümü imkânsız.
Biraz ben gibi, biraz an gibi. Bir o kadar müphem…
Doktrinler peşi sıra
dizilmiş. Tüm öğretiler isyanlarda en az benim kadar. Sevmiyorum aslında beni
ben diye telaffuz etmekten. Her dilde aynıyım. Her lehçede bilinmezim en az her
birimiz kadar.
Ordu mensubu kıdemli
bir asker anlasa anlar halimi. Ya da bir kütüphane görevlisi. Fasiküllerce dizilmiş
ansiklopedi kadar bilinmezlik ve ketum öngörüler seyrelmiş zaman içersinde.
Ne varsa sevdiğim ve
kim varsa tanıdığımı sandığım. Ve sıraya giren sayısız değişken günden güne
önemi farklılık arz eden.
Hayır kimseye
yazmıyorum bu satırları. Belki gölgeme belki de hiç kimseye ama gel gör ki
cevabını yine alamayacağım. Diğer mektuplarım gibi. Öncesinde böyle miydi…
Fi tarihinde ne çok
mektup karalamıştım. Yalnız bir çocuğun oyun arkadaşları idi kalem ve kağıt. Sayısız
mektup, sayısız cevapsız mektup. O günlerden miras. Ne de olsa yirminci yüzyıldan
kalan bir alışkanlık…
Her yaz bir yerlere
giderdik, cümbür cemaat. Ama itiraf etmeliyim ki hiç mi hiç zevk almazdım
gittiğim o sıcak ve kalabalık mekânlardan. Hücre hapsi yaşardım ta o günlerden
kalan kötü bir anı nihayetinde…
Güzel bir evimiz vardı
İstanbul’un sahil kesimlerinden birinde. Geniş, ferah bir daire ve denize
nazır. Adalar ışıl ışıl yanardı gece karanlığında parlayan avize gibi. Işıkları
kapatır ve seyre dalardım. Koca bir kız çocuğu ve inanılmaz sıkıcı o yaz
tatillerim…
Yaşıtlarım denizin ve
özgürlüğün tadını çıkarırken ne onlara misafir olma hakkım vardı ne de onları
misafir olarak ağırlamak hakkım. Çünkü yaşam tarzları uzaktı bize. Ne de olsa
uzaylı bir aileydik ve evimiz de ay üstünde bir koloni idi.
Kızlar ve oğlan
çocukları. Bilindik ergen muhabbetleri. Bilmezdim ne konuştuklarını. Zira selam
vermem bile yasaktı. Karşı komşumuzun kızı hiç üşenmez ve beni de davet ederdi
ama değil konuşmam kapıyı bile açamazdım. Sonuçta emir büyük yerden. Ben peri
padişahının kızı olarak asla ve asla kulemden çıkmama izin verilmezdi.
Ola ki karşı geleyim
büyük ihtimalle ya aforoz edilirdim ya da evlatlıktan reddedilirdim…
Evin büyüğü ve hep de
bahsettiğim gibi, tek oyun arkadaşım babaannem de ebediyete intikal ettikten
sonra iyice yalnız kalmıştım. Zavallı kadın, hayatının son yıllarını benim esir
aldığım yerli vazifesini üstlenerek geçirmişti. Tam tam sesleri içersinde gün
boyu beni oyalayan tek canlı. Komik mi acı mı hala ayırımını yapamadım. Kararı siz
verin.
Nereden aklıma geldiyse
o bunaltıcı günler. Tekrar o günleri yaşamak ister misin, deseler cevabımın ne
olacağı zaten meydanda.
Kimlikler aynı mı
kalıyor sizce yoksa sekteye mi vuruyor zaman bizi?
Yanıtını bir
bilebilsem. İnsanlar gelip geçiyor duraklardan. Vasıta aynı ama yolcular hep
değişmekte. Çözemediğim o kadar çok şey var ki…
Ne zaman ki sevgiye
ucundan bucağından dokunsam illa ki birileri çıkıyor ve bunun anlamsız
olduğundan dem vuruyor. İnanın ki ne cinsiyet mefhumu var ne de yaş bu
açıklamayı yapanlara dair. Neresinden bakarsanız bakın sevginin
yozlaştırıldığı, anlamsızlaştırıldığı gün gibi aşikâr. Kadın erkek ilişkileri
için istediğinizi söyleyin. Zira ben burnumun ucundakileri çözememişken bu konu
ile ilgili hiçbir ahkâm kesemem. Ama görünen o ki; her ne kadar aşktan ve
sevgiden dem vursak da gerçekçi ve inandırıcı gelmiyor.
Duygular çar çur
edilirken, iyi niyet ve azim de hep ama hep görmezden geliniyor. İstisnasız durum
bu şekilde seyrediyor en azından kesin kanıtlar var elimde en azından ispatlanmış
sayısız örnek.
Çok şeyin lafta
kaldığı, temelden sarsılmış ilişkilerin yozlaştırıldığı ve inancın yitirildiği
bir derya içinde yüzmeye çalıştığımız hatta boğulma tehlikesi geçirdiğimiz. Hem
de dünyaya gözümüzü açtığımız an itibariyle. Zira hiçbir seçim hakkı tanınmıyor
bizlere. Seçme şansımız asla ve asla yok. Acı ama gerçek. Ne kişiliğimizi
seçebiliyoruz ne ailemizi hatta ve hatta işimizi, mesleğimizi. En azından kendi
adıma vurgulamalıyım bu seçeneklerin imkânsızlığını.
Arkadaşlarımızı seçebiliyor
muyuz? Cevabı müphem.
Bakınız yine rast
geldik imkânsızlıklara.
Eşimizi seçiyoruz belki
ama çocuklarımızı seçemiyoruz bu sefer. Ya da eşimizin ailesi.
Kim mutsuz olmak için
gelir ki dünyaya? Ya da kim mutsuz olmak için sever ve aşık olur?
Seçtiğimi sandığım onca
şey ya da seçtiğimizi sandığımız.
Ya da her şey yolunda
giderken arka arkaya gelen aksilikler. Kaderin rolü nasıl da keskin sınırlar
dahilinde. Ve elden tek gelen:’’Tevekkül.’’
Sabır kelimesinin önemi
nasıl da ışıl ışıl parlıyor tam da önümüzde. Ama ne demişle: Sabır taşı olsa
çatlar…
Sabırsız mıyım değil
miyim bunun cevabını artık ben de bilmiyorum.
Hak ediyor muyum yoksa
koca bir haksızlık mı yaşadığım ya da yaşadığımı sandığım hayat?
Kimine göre çok şanslı,
kimine göre akılsız, kimine göre çok şey ve kimine göre koca bir sıfır.
Ya ben beni ne
görüyorum…İnanın ki düşündüklerimin ya da yaşadıklarım hiçbir önem arz etmiyor.
Zira yakam paçam yırtıldı çekiştirilmekten. Herkes bir yerden tutmuş ve
elindeki kumandayla direktif vermekte üstelik bana sormadan:
-Gülüm, sen ne
istiyorsun?
Düşünsenize ismimizi
bile seçemiyoruz. Hatta soyadımızı. Bir de işin yoksa isminin anlamını anlat
dur. Hep sorarlardı bana:
-Sen Faruk Nafız
Çamlıbel’in nesi oluyorsun?
Diye. Daha yaşım beş ya
da altı. Ne Çamlıbel’i tanırım ne de aramızda bir akrabalık olup olmadığını.
Kızgın mıyım ya da
öfkeli ya da isyankar…
Bir bilebilsem.
Mutsuz muyum ya da
neşeli…
Düşünmem lazım.
Ve ne yapıyorum şu an?
Bir iddianame sunuyorum
okuyan birileri okur da altına imzasını atar diye. Zira atılan o imzalar bir o
kadar önemli en az kaleme aldıklarımın okunması kadar.
Evet, ben bir
hayalperestim hem de kendimi bildim bileli.
Ve bir o kadar
farklıyım. Ne üstünüm ne de daha aşağı bir seviyede ama biliyorum farklı
olduğumu. Biraz değişken, biraz kararsız hatta biraz da melankolik ama yine de
ufak mutluluklarla yetinmeyi bilen biri.
Evet, biraz kızgınım da
hayata. İsyan değil ama bir serzeniş.
Biraz da kendime
kızgınım. Sebebini bilmesem de.
Ters giden her ne ise
ya da canımı sıkan her kim ise.
Sabır, sabır, sabır. İyi
ki inançlarımız var ve keşke Yaratan’a layık birer kul olabilsek. Tabii ki bu
sadece bizim ile O’nun arasında. Ama inanın ki ne zaman kıyaslamalar yapılsa ve
ne zaman acılar bir bir dökülse ortaya içim inanılmaz acıyor. Hem kendi adıma
hem yaşanan bu büyük dram adına.
Yanıt alamayacağım bir
mektubun daha sonuna geldim. Tuhaf bir duygu sanki ikilemde kalmak gibi. Ve tanıdık
bir duygudur ikilem yaşamak şahsım adına.
Şahsım adına okuyan,
okumayan herkese teşekkür ediyorum. En azından varlığımın geçerli olduğunun bir
kanıtıdır bu satırlar. Ve yitip gitmediğimin her ne kadar beni yok sayanlar
çoğunlukta olsa da özellikle gerçek hayatta…