Okul sıralarında kompozisyon yazardık, planlı yazmayı öğrenmek için. Yazımızı giriş, gelişme, sonuç planına göre yazardık. Bir yerlerine de misal, kıssa, anı eklerdik ki ilgi çeksin. Şiirde ise can alıcı husus kafiye idi elbet. Çünkü içeriği dolduracak birikimimiz henüz oluşmamıştı.

Teknik bir kurumda yaptığım gözlemi anlatıyım.

Bina mükemmel son teknoloji, bahçe bakımlı, çimenler, aydınlatma, park yerleri… Bina içi pırıl pırıl, büro mefruşatı ve mobilyaları en yenisinden. Çalışan personel seçkin, iyi maaş aldığı giyim kuşamından belli. Hiçbir masraftan kaçınılmamış; personel ünitesi, muhasebe, makine-teçhizat, danışma, denetim, hukuk birimleri kurulmuş. Yemek hanesi, kreş, lokal, lojman, eğlence ve sağlık ünitesi unutulmamış. Ulaşım servislerle sağlanıyor. Bu kurumun bir gayesi olmalı ki bu kadar masraf ediliyor. Bu kurumdaki asıl gaye yerine getirilmiyor ise bütün masraflar boşa gider. Kusursuz bu sistem boşa çalışır. Çünkü çaycı bile mühendis üretim yaparken çay içsin diye var.

Edebiyat otoritelerine getireceğim sözü. Edebiyatın kurallarını iyi bilirler, şiirde şekil-kafiye-ölçü konusunda uzmandırlar.

Güzel bir yemek düşünün; köhne bir masada değersiz kaplarda sunulmuş. Bu yemeğin tadı ve verdiği enerji ortamın köhneliği yüzünden azalmaz elbet. Sadece görüntüde hoş olmaz. Kötü, berbat bir yemek de muhteşem bir sofrada, altın kaplarda sunulsa, insana faydası olmaz, zararı olur.

Edebiyatta somut olan her türlü araç soyut manayı açığa çıkarmak içindir. Yazarın kendi özgün düşünce ve tespitlerini aktarmak için kullanılır. Madde mana içindir yani. Öğretmen tahtaya formülü yazmak için somut şeyler kullanır. Tahta, tebeşir gibi şeylerin asıl kullanım amacı soyut formülü anlatmaktır. Edebiyattan manayı çıkarın kuru ve kusursuz kalıp kalır! Mana iskeletin etidir. İskeletin görevi işlevsel organları taşımaktır. Yani kendi için değil organlar çalışsın diye vardır, organlar ise beyin için... Edebiyatta kullanılan (şekil, akım, imgeler, vb.)her şey mananın hizmetindedir. Hadiste "sözde sihir vardır" denilmiştir. Her türlü edebi eserin kendine has bir ruhu vardır. Terkiptir çünkü… Yazar eserinde kendi bakışını yansıtır. Sadece yaşadıkları veya özlemlerini yazmak gibi bir sınırı yoktur. Her konuda yazar.

Bazı edebiyat otoriteleri maalesef şekil üzerinde kalmışlar, sadece öğrendiklerini öğretiyorlar, yeniliğe açık değiller; eleştirilerini geçmişe ait bilgileri esas alarak yapıyorlar. Zaten dillerinden dökülen şu sözler her şeyi açıklamaya yeterli oluyor.
- Ben 40 yıllık edebiyatçıyım, edebiyatın alasını bilirim!
Edebiyatı bildiğin kesin de hocam, edebiyat ne için onu biliyor musun?


Saygılar,

Ahmet Bektaş



( Edebi Otorite başlıklı yazı ahmet-bektas tarafından 19.10.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.