Eşim, yetimlerle ilgili bir
çalışma için birkaç günlüğüne Hatay’a gitti. Ev ortamından uzaklaşıp
kendilerini farklı alanlarda da ifade edebilmek ev kadınları için oldukça
önemli bir rehabilite yöntemidir. Çünkü bu şekilde aile sorumluluğunun yanında
sosyal sorumlulukta da var olduklarını gösterip kendilerine olan öz
güvenlerinde büyük bir gelişme sağlarlar.
Bu hususta özellikle erkeklerin
eşlerinin ruhsal ve sosyal gelişimine destek vermesi kendilerinin de
gelişmişlik düzeyini göstermesi açısından önemlidir.
Sadece eve kapanık kalan kadınlar
bir müddet sonra daralmaya başlamaktadır. Birçok hastalık, problem de bu
daralmaların sonucu ortaya çıkar.
Ruhsal, kültürel, manevi anlamda
olgun bir erkek, karısının bu tür çalışmalarına destek verir. Bu şekilde onun da entelektüel gelişimine
katkı sunarak, özgün bir birey olarak mutluluğuna kapı aralar.
Bu kısa girişten sonra konumuza
dönebiliriz. Ev kadınlığı gerçekten zor bir zanaat. Mesai saati olmayan, sabah
başlayıp geceye kadar devam eden bir çalışma süreci. Belki başını yastığa
koyduğunda mesaisi bitti derken bu sefer de eşini mutlu etme mesaisi başlar.
Evde bulaşık yıkamasını seven
birisi olmama rağmen eşimin sosyal sorumluluk projesi kapsamında evden
uzaklaştığı zamanlarda ev kadınlığının sorumluluğu doğal olarak bana
kalmaktadır. Bu yazı da bu sorumluluktan çıktı.
Sabah erkenden yanıma gelen küçük
torunun “Dede karnım acıktı” demesiyle yataktan kalkma zamanı gelmiş mesai
başlamıştır. Gün torunun şakımasıyla başlar. Gözlerimi ovalayıp kalktıktan
sonra iki torunun kahvaltı hazırlığı ve onları kurslarına hazırlama süreciyle
iş başı yapılmış olur.
Onların karınlarını doyurduktan
sonra bu süreci ikisinin de kursları için giyim maratonu takip eder. Tabi bu
süreçte elbiselerini hazırla, giydir, kreşe götür gel derken epey bir vakit
geçer. Eve döndükten sonra seni bekleyen bulaşıklara tebessüm ederek
bakarsın. Bulaşık bittikten sonra
yerlere dökülen kırıntıların temizlenmesi için elektrikli süpürgeyle işe
girişirsin. Bunları yaparken aklıma Donkişot’un mızrağıyla yel değirmenleriyle
yaptığı savaş aklıma gelir ve gülümserim.
Ev kadınlığı mesaisi olmayan bir
meslek demiştik. Bunu yaşamın akışı içinde çok net bir şekilde görmekteyiz.
Gün içinde çocuklar “dede
karnımız acıktı” diyerek yeni bir yemek senfonisi başlar. Derken bulaşık, temizlik… Bu arada biriken
çöplerin atılması vardır. Banyoda giyilip atılan kirli çamaşırlar sinsi sinsi
seni beklemekte ve içten içe kıkırdamaktadır. “Boş mu kaldın kadın!” dercesine
seni çağırmaktadır. Renkliler, beyazlar ayrı kulvarın yarışmacılarıdır. Tek tek
onları ayıkla ve çamaşır makinesine at. Eh bitiyor mu? Nerdeee! Çamaşırlar
bitinceye kadar kahve molası. Bu kadar da hakları olsun canım.
Çamaşır yıkandıktan sonra
balkonda seni bekleyen ipe doğru paklanmış yaş çamaşırlarla uygun adım yürüyüşü
başlar. Tabi güneşte ağarmasın diye terslerini çevirmeyi de unutmamak
gerekiyor. Sonra bu çamaşırlar niye ağardı diye bir zılgıt gelebilir. Tabi
çamaşırlar toplandıktan sonra bir de onların ütüsü var değil mi? Ütü bir de
düzgün olmazsa yandı çıran! Bir yandan ağlayan çocuk, diğer yandan ütü,
mutfakta biriken bulaşıklar akşam mesaisi için bekleyen işlerdir.
Bu koşturmanın içinde farkında
olmadan vaktin akşama doğru evirildiğini görür ve yeni telaşın içine girilir.
Akşam için ne yapacağını düşünmeye başlarsın. Bu ev kadınları için büyük bir
derttir. Çünkü ölüm yoksa gün bitmez ve her gün yeni bir yemek, farklı bir
yemek isteğiyle karşılaşılır.
Mesele yemeği yapmakta değil onu
evdekilere beğendirmektedir. Bu çok daha ayrı bir derttir. Çünkü kimisi sulu
sevmez, kimisi acılı, kimisi taze, kimisi fırın…
O kadar uğraşır yemeği yaparsın
bir de buruşmuş yüzlerle karşılaşırsın. Bir eline sağlık, güzel olmuş
kibarlığını çok görürler.
Canım istemiyor, yine mi aynı
yemek, bunu mu yiyeceğiz…
O zaman insanın içinden “Zıkkımın
kökünü yiyin!” diyesi geliyor ama işte lafı yutmak zorunda kalıyorsun. O kadar
hazırlık yap, o kadar işin içinde yemeği sofraya koy aldığın cevap ekşi bir
surat olsun. İşi bırakma, ben yapmam deme, daha iyisini biliyorsan sen yap deme
lüksü de yoktur. İstersen de 😊
Ev kadını gün boyu yemek,
bulaşık, temizlik, çamaşır, çocuklar derken günü çok yoğun bir şekilde
geçirmektedir. Temizlediği tezgâhın saat başı tekrar kirlenmesi, etrafın
dağınıklığı ise en çok moralini bozan işlerdendir. Bu arada onun en büyük
şansı, varsa sohbet edeceği can yoldaşı bir komşudur. Onun yorgunluğunu alacak
olan böyle bir komşu Allah’ın en büyük lütuflarındandır.
Gün boyu ev işleriyle uğraşan,
çocuklarıyla, torunlarıyla ilgilenen ev kadını sözde hiçbir şey yapmadan evde
keyif sürmektedir ev halinden anlamaz kişiler tarafından. Bunu yaşamayan ne
kadar zor olduğunu bilemez. Çocuklarının
mutluluğu, evin düzeni tertibi ve temizliği için saçını süpürge eden kadın
akşam olunca bir de kocasını mutlu etmeye çalışacaktır. İşten yorgun argın
gelen, morali bozuk kocasını gülümseyerek karşılamak, ona moral vermek ve
yorgunluğunu almak da kadının ayrı bir sorumluluğu olarak onu ahtapotun sekiz
koluyla sarmalamaktadır.
İşte aslında insanları
yargılamadan anlamaya çalışmak evde huzurun en büyük kaynaklarından birisidir.
Bir de çalışan ev kadınları var
ki onların işi daha da zor. Gün boyu iş yerinde çalışıp akşam olunca koşa koşa
ev işlerini yetiştirmeye çalışmak, yemeği hazırlamak, bulaşık, çamaşır, çocuk
derken gün koca dev dalgalar gibi üstüne üstüne gelir ve günü nasıl tamamladığını
bilemez. Kadınlarına yardımcı olan ve onların yükünü hafifleten erkekler, erkek
egemen kültürde kılıbık gibi kaba bir sıfatla anılırken erdem egemen
toplumlarda bu büyük bir zarafet ve incelik olarak değerlendirilir.
Tabi bu yazıyı yazarken
konuştuğum erkek arkadaşlardan bazıları yazıya şerh koyacaklarını söyleyerek
daha okumadan itiraza başlamışlardı. Erkekler çok mu rahat? Onlar yorulmuyorlar
mı? Bu yazı çalışan erkelere haksızlık değil mi şeklinde itirazlar olacaktır.
Ancak yazının konusu ev kadınlarıydı. Bu yazıyı onların gözünden hayatı
okuyabilmek için kaleme aldım.
Tabi ev kadınlarının sorunları ve
sorumlulukları bunlarla da sınırlı kalmamakta. Özellikle erkek egemen toplumda
çok daha çetrefilli ve zorlu sorunları bulunmaktadır. Bu bedensel yorgunluklar
bir şekilde bir kahve molası, bir dost sohbetiyle giderilebilir. Ancak
psikolojik ve kendisinden kaynaklanmayan sorunlarla yüz yüze gelmesi, bunların
ağırlığında ezilmesi onu daha çok yoracaktır. İşte bu noktada koca onun en
büyük destekçisi olursa aile ormanı kadın için huzur dolu bir dünyaya döner.
Emine Şenlikoğlu’nun bir kitabına verdiği isim burada çok ama çok anlamlı
olacaktır. “Kadınları Kadınlar da Eziyor” Kitaptan bir alıntı;
“Kadınları da ezenlerin sadece
erkekler olduğu sanılır. Halbuki kadınları kadınlar da eziyor. Şunu unutma!
Zalimin dişisi erkeği olmaz. Zalim zalimdir.”
Ev kadınlığı birçok alanda
mücadelenin verildiği bir ortamdır. Her gün aynı işleri yapmak insan hayatını
sıradanlaştırarak bir nevi robota dönüştürür. İşte bu aşamada ev kadının en
büyük şansı, kendisini anlayan koca, sohbet edebileceği bir komşu, değer
verecek kaynana, kayınbaba ve onu ötekileştirmeyecek, el kızı olarak görmeyecek
görümce ve mutluluğunu paylaşabilecek bir elti…
Bu yazıyı yazma amacım dediğim
gibi evde kaldığım birkaç günlük süreçte ev kadınlığının ne olduğunu anlama ve
anlatma çabasıydı. Kadınlarımıza verdiğimiz değer evimize, çocuklarımıza ve
kendimize verdiğimiz değerle alakalıdır.
Çünkü bir evde kadın mutluysa
herkes mutludur.
Seyit Ahmet Uzun