Eyüp Sultan'da Bir Ermiş


Gece sessizliğin koynunda dinlenmeye çekilmişken yetmiş yaşlarında, ak sakallı, yüzü hüzünlü, başında beyaz takke olan bir amca Eyüp Sultan türbesinin hemen yanına elindeki seccadeyi serdi. Mütevazı bir tevekkülle bağdaş kurarak oturdu. 

Ay sanki bir spot lamba gibi yaşlı adamın üstüne ışıklarını odaklıyordu. Yıldızlar ışıl ışıldı. Gecenin sessizliğini caminin avlusuna giren beyaz tüylü bir kedinin miyavlaması bozuyordu. Beyaz takkeli başını usulca çevirdi. Kediye gülümseyerek baktı. Elini ona doğru uzattı. Kedi sanki onun ne dediğini anlamış gibi ağır adımlarla ona doğru ilerledi. 

"Gel benim Müezza’m gel! Peygamberimin sevdiği varlık gel!" diyerek onu kucağına aldı. Beyaz yumuşacık tüylerini okşadı. Gecenin sessizliğinde, tüylerin yumuşaklığında tam karşısındaki türbeye baktı...

"Ey Allah'ın dostu Ebu Eyüp el Ensari! Peygamberi evinde misafir eden güzel insan. O rahatsız olmasın diye kendisi aşağı inip onu yukarıda ağırlayan nezaket sahibi insan. Bizi şefaatinden mahrum eyleme."

Elleri gökyüzüne doğru yükselirken sesi içten ve hafifti. Duaya devam ederken Müezza'nın miyavlaması da onun duasına eşlik ediyordu.

"Allah'ım bana öyle bir rahmet eyle ki o rahmetinle kalbimi imanı kâmil, dışımı ameli salih ile süsleyeyim. Ülfet edineceğim dostlar edineyim..."

Dua insanın Rabbiyle baş başa kalmasıydı. Ona gönülden iltica etmesiydi. Sevgisini ta kalbinin en derininde hissetmesiydi.

Hafif esen rüzgârın okşadığı bedeniyle Veysel Dertli isimli güzel insan kendisinden geçmişti. İnsanın sevdiğini iç dünyasında hissetmesinden daha büyük bir mutluluk olamazdı. Kan akışında bir farklılık oluşuyordu ama o bunu anlayacak durumda değildi. 

Adanmış bir ruh bedeninden hicret ederek yücelere seyr-i süluk halindeydi.

"Veysel!"

İlk önce duymadı. Ruhsal yolculuğuna devam ediyordu. Gökleri bir bir geçiyor en yücenin en yakınına doğru ilerliyordu. 

Secde halindeydi.

Miracı yaşıyordu. Yanında belki Cebrail yoktu ama sevdiğinin, adandığı sevgilinin ismi celili Vedud'a tutkunluğu vardı. 

En çok seven en çok sevilenin hürmetine, aşkına, saygısına, sevgisine olan bağlılığıyla alnı yücelerin en yücesine doğru seyir halindeydi. 

Gözleri bir pınarı çağrıştırıyordu; cennet bahçelerinin arasında akan bir pınar. Gözyaşı, insanlığın hâlâ kalpte yaşadığının bir canlı bir temsiliydi. 

Kimin kalbinden gözyaşı alındıysa insanlığından feragati tescillenmiş demekti.

Ağlayabiliyorsak hâlâ insanlığımız yaşıyor demekti.

Veysel ilk yolculuğunu tamamlamıştı. “Secde, kulun, Rabbine en yakın olduğu andır.” kerim sözün hikmeti gereğince yakınlığı hissetmek için yükselmişti miraca. Doğrulduğunda gökteki ay ona selam edercesine gülümsüyordu. Secdeden sonra tekrar türbeye döndü. İlk seslenişten habersiz İstanbul aşığı, peygamberin müjdesine nail olabilmenin mücahidi, gönüllüler sultanı Ebu Eyüp el Ensari'ye rabıta yapma isteğiyle gözlerini kapattı. O an tekrar ses duyuldu.

"Veysel!"

Ses havada yankılandı, gönlüne isabet etti. Gönlünde etkisini bulan sesin ritmiyle titredi. Gece, bu saatte kim kendisini çağırabilirdi? Daha bu düşüncelerle sağa sola bakacaktı ki birden omzunda hafif bir dokunuş hissetti. 

Vücudu baştan ayağa elektriklendi. Usulca başını çevirdi. 

Neyi veya kimi göreceğinin heyecanı, içinin kıpır kıpır etmesine neden oluyordu. Gökyüzü aydınlık, yeryüzü ise sessiz heyecanın coşkusuyla doluydu. 

"Veysel!"

Şimdi tam karşısındaydı sesin sahibi. Nutku tutulmuştu. Ne diyeceğini bilemiyordu 

"Siz, siz..."

Veysel Dertli'yi heyecana sürükleyen görüntü yaşadığımız çağın çok ötelerinden geliyordu. Kim olduğunu az çok tahmin ettiği şahıs ona tebessüm ederek bakıyordu. Gözleri aydınlıktı. Orta uzunlukta kırlaşmış sakalı, güldüğünde yanaklarında açan gamzeleri, beyaz sarığı, beyaz entarisiyle asrı saadeti günümüze taşımış bir güzel insan duruyordu. 

"Evet aşık kardeş ben Ebu Eyüp el Ensari! Yakarışların, gözlerinin yaşı ve içtenliğin alemi berzahtaki ruhuma dokundu. Seni görmek için yolculuk yapmak istedim..."

Sözler, gecenin sessizliğinin içinden fışkıran bir volkan gibi Dertli'nin yüreğini yakıyordu. Ayağa kalktı. Müezza ise şaşkın gözlerle iki aşığı süzüyordu. İki dostun teklifsiz, çıkarsız, pazarlıksız sarılışı görülmeye değerdi. 

Seküler dünyanın insanlara armağanı olan pragmatik ilişkiler ve maneviyattan yoksun birliktelikler ihlâsın çarklarında öğütülüyordu. 

"Sana bir sürprizim var Dertli kardeş hazır mısın?"

"Senin gibi yıldız şahsiyetin sürprizine hayır denilir mi? Başım gözüm üstüne ey İstanbul sevdalısı, surların önünde şehit olan zirve şahsiyet!"

"Dertli sana bir tavsiyem Kutlu Nebiden hediye. İnsanları yüzlerine karşı övme. İç dünyalarında saklı nefislerini hareketlendirme. İlla bir söz söyleyeceksen; "Benim iyi bildiğim insan!" de. Haydi bakalım yolculuk başlıyor." dedikten sonra elini Dertli'nin kalbine koydu. 

"Gözlerini kapa!" dedikten sonra nefesiyle yüzüne üfürdü. 

Birden sanki Eyüp Sultan camisinin avlusunda büyük bir hortum oluştu. İki samimi dostu içine alarak yükselmeye başladı. Müezza'nın hayretten açılmış gözlerinin önünde yükselerek kısa sürede kayboldu. 

Gökyüzü büyük sırlara gebeydi.

İki güzel insan sırların içinde yolculuk yapıyordu. Bilinmez bir zamanın sonunda hortum Konstantinopolis'in surları önünde coşkulu bir ordunun tekbir sesleri eşliğinde iki yolcusunu aşağıya indirdi. 

"Allah-u Ekber, Allah-u Ekber!"

Orduda büyük bir coşku vardı. Peygamberin kutlu müjdesine nail olmak ve Konstantinopolis’i İslamistan'a çevirmek istiyorlardı. 

Komutan beyaz atının sırtında yıldız şahsiyeti saygıyla karşıladı. 

"Hoş geldiniz Peygamber mihmandarı! Son akın için sizi bekliyorduk. Duanızı almak istedik."

"Sağ olasın komutan! Benim de senden son bir isteğim var. Şehit olursam beni surlara en yakın yere defnedin. Çünkü şehitlerin mezarının olduğu yer İslam toprağı hükmündedir. Elbet bir gün fethedilir."

Komutan, yerinde duramayan atını dizginledi. Yelesini okşadı. Kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra Ebu Eyüp el Ensari'ye döndü.

"Efendim, Rabbim size hayırlı ömürler versin. İnşallah bize daha uzun yıllar irşatta bulunursunuz."

"Komutan hayat ve ölüm elinde olan Allah'a yemin ederim ki ölümsüz bir hayat yoktur. Önemli olan ne kadar çok yaşadığın değil ne kadar kaliteli bir hayata imza attığındır. Biz, Allah yolunda nice savaşlara katıldık. Nice zorluklar aştık. Bu seferi de gördüm ya artık gözüm arkada kalmaz. Yalnız benim vasiyetimi sakın unutmayın."

Yıldız şahsiyetin sözleri bitince komutan kılıcını çekti. Havaya kaldırdı. Kılıç güneşte ışıl ışıl parlıyordu. 

"Ey Allah'ın askerleri! Kutlu Nebinin müjdesine nail olmak dileğiyle surlara hücum edeceğiz. Konstantinopolis İslam yurdu olacaktır inşallah. Hücuuum!"

Komutanın emri üzerine gökyüzünden tekbir sesleri duyuluyordu. Askerler büyük bir şevkle atlarını sürüyorlardı. En önde yıldız şahsiyet yanında ise Veysel Dertli vardı. Birisi doru diğeri siyah bir ata binmişlerdi. Sanki rüzgarla yarış yapıyorlardı. Kale surlarına doğru hücum halindeydiler. Kılıçlarını sallayarak ilerliyorlardı. Ordu ise arkalarından, sele dönüşmüş bir nehir gibi geliyordu. 

Fakat kaleden dökülen kızgın yağlar ve sular akıntıyı engelleyen korkunç bir set gibi önlerine geriliyordu. 

Ordular bu savaşa çok iyi hazırlanmıştı. Bir taraf Konstantinopolis’i vermemek diğer taraf ise almak için ölümüne çarpışıyordu.

O sırada havadan ok yağmuru geliyordu. Ani bir hareketle kalkanlarını siper yaptılar. Kalkan siperinin altından Ebu Eyüp el Ensari gülümsüyordu. Dertli'nin gözlerinde onun gülüşü bir hatıra olarak kaldı. 

Kalkanlarını tam açmışlardı ki yeni bir ok yağmuruna daha tutuldular. Ve o an zehirli oklardan biri zirve şahsiyetin tam kalbine isabet etti. Gülümsüyordu. Atından yuvarlandı. Dilinden şehadet sözleri dökülüyordu. 

"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammed'en abduhu ve rasuluhu...

Dertli, ömrüm bu söze hizmetle geçti. Hayatınızı cihada, Allah uğrunda mücadeleye adayın. Kutlu davanın bir neferi olarak hayata gözlerinizi kapatın..."

Bu onun son sözleri olmuştu. Vasiyeti gereği onu bulunduğu yere defnediyorlardı. 

 O esnada kale surlarından bir ses yankılanıyordu. 

"Siz gittikten sonra kutsal ruha yemin ederim ki mezarı açıp ölünüzü vahşi hayvanlara yem edeceğim!"

Hüzün ve öfke iç içe geçmiş iki duyguydu. Komutan beyaz atının sırtında elinde kılıcını sallıyordu. Atını şaha kaldırmış haykırıyordu.

"Allah'a yemin ederim ki bizim insanımıza bir zarar gelmesi durumunda memleketimizdeki bütün insanlarınızı gözümü kırpmadan kılıçtan geçiririm. Ve bundan pişmanlık duymam!"

Güce karşı güç!

Zayıf olduğun öğrenildiği an başının ezilmesi kaçınılmazdı. Mütevazı olunacak zamanla dirayetli, şecaatli olunacak zamanlar aynı değildi. Şimdi zaman güçlü ve onurlu durma zamanıydı. Bir tablo canlanıyordu Dertli'nin gözlerinde.

Elinde kılıçla salınarak yürüyen Ebu Dücane'ye bakan alemlerin efendisi; "Bu yürüyüş, savaş ortamı hariç Allah'ın gazaplandığı bir yürüyüştür." 

Komutan da aynı ortamdaydı ve düşmana karşı izzet ve azamet sahibi olmalıydı. Güç karşılık bulmuş ve cenazeye karışmayacaklarını söylemişlerdi. 

Şimdi Dertli o güzel insanın mezarının üstüne kapanmış ağlıyordu. Gözleri bir rahmet pınarına dönüyordu. 

"Ey fethin kapısını aralayan yiğit insan, kabrin nur, ahirin cennet olsun. Rabbim bizi şefaatine nail eylesin. Ben de yolunu izleyip hayatımın her anını cihat üzere yaşayacağım. İlim, irfanla uğraşıp, nefis ve İblisin dostlarıyla mücadeleyle ümmete örnek olacağım. Makamın ali olsun."

Dertli gözyaşlarıyla mezarın üstünde duaya devam ederken bir miyavlama sesi duydu. Başını hafiften kaldırdı. Kendisini Eyüp Sultan camisinde secde ederken buldu. Şaşkın gözlerle etrafa baktı. Etrafta kimsecikler yoktu. Bir kedisi bir de kendisi vardı. Onu kucağına aldı. Gökyüzüne baktı. 

Ay gülümsemekte, yıldızlar ışıl ışıl pırıldayarak selam vermekteydi. Gecenin sonsuzluğa açılan kapısından İstanbul'un manevi fatihine selam vererek yerinden kalktı. 

"Allah'ım bana yaşattığın bu kısa mutluluk anından dolayı sana sonsuz şükürler olsun. Beni de o güzel insanın yolundan giden onurlu kullarından eyle." dedikten sonra türbeye döndü. Gülümsedi. Teberrüken elini sürdü. Arkasını döndü ve söz verdiği yeni hayatına doğru ağır adımlarla gecenin sessizliğinde kedisi Müezza ile yürüdü.

 Seyit Ahmet Uzun

( Eyüp Sultanda Bir Ermiş başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 25.08.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.