Düş odaklı bir hayatım var ötesinde
hayallerin rahmine düşen sevinçlerim var elbet kendi yüreğimi ihya ettiğim gel
gör ki ansızın karar değiştirip hem yüreğimi hem umudumu hem de hayatımı imha
etmekten asla da çekinmediğim.
Çok kere öldüm ben.
Çok kere de doğdum: hem annemdi önce
öpüp doğuran hem bendim şakağıma ve yüreğime binlerce kurşun sıkıp kurşun kadar
ağır olan hayatı asla da hafife almadığım.
Bir gülümsememin peşindeyim ve nice
alay kalaylayan ve bil ki; amiyane olan hiçbir sözcüğü sevmiyor ve isteyerek
kullanmıyorum ama düşlerim o kadar çok çalındı ki ve üstüme bile alınmadım zor
mu, diye…
Zor olan neydi sahi?
Yaşamak mı yoksa hayal kurmak mı?
Frapan sözcükler bazen efkârın
mezesi.
Aşk ise illa ki sağdıcım.
En çok solumu seviyorum ama sağ
ayağımla attığım her adımda Besmele çekmek beni daha da ihya ediyor.
Her an kendimi imha edebilirim bu
yüzden beni asla görmezden gelme ve senin kim olduğunu bilmeden yazıyorum bu
satırları çünkü sensin beni bana sunacak olan ve ben sadece kendimi ihbar
ediyorum ve içimdeki bilinmezin kabuklarını soyuyorum ve işte sözcüklerim
pişecek ve tabağına konacak.
Çok açım.
Kendime açım hatta bir dilim ekmeğe
açım.
Sevgiye açlık ise bir ömür muhafaza
edilesi ve tam da sayaç tıkır tıkır çalışacakken.
Şarj olmalı hayat ve günü kovup da
kapıdan rahmetiyle geldi gece ve ilham yine de hoşnut değilim: elbet
yazdıklarım yetmiyor ve ben yazamadıklarımın peşindeyim ve bil ki; bu, bir
itiraftır elbet yaşamadığım bir hayatı filan da dilemiyor ve birilerine asla
özenmiyorum çünkü ben sayısız hayat yaşayıp kendi ellerimle son verdiğim o
sayısız hayata elbet hatalarımla ölüp doğrularımla doğmayı da defalarca şerh
düşmüşken Tanrı.
İklimsiz bir geceyim.
Gecesi gündüz olan bir günceyim.
Ve işte illa ki güncelliyorum hayatı
belki bir kıstas yok ama kıyasıya kendimle yarıştığım en çok lisedeki günlerimi
çuvala koyup günümü gün etmekse asla hayra alamet değil bu yüzden ben gecemi
gün eyleyip ruhumu da salıyorum uzay boşluğuna ve yazdığım yüzlerce yazı/şiir
üstelik görücüye çıkıp bir fincan kahvenin bile kırk yıllık hatırı varken
kırkladığım tüm cümleler.
Bazense kıtladığım en çok kıt
zamanlarında mutluluğun şeker tadında iken hayallerim elbet uçtuğum filan
hikaye çünkü kanatlarımı daha yeni yoldum ve işte kendime yaptığım zulümden
nemalanıyor hayat ve hayatımı karartan insan görünümlü gölgeler.
Ne münafık.
Ne gıybet yüklü…
Elbette ikisi birden ve semt
sakinleri hala anlamadılar şehrin büyüsünü oysaki ben binlerce semte bedel bir
hazan bahçesinde kış bahçesi biliyorum belki de yaz köşesinde unutulmuş bir
tabak çileği ve güneşte kuruyan cümlelerim elbet nemli kâğıt nemli havanın da
rehavetine kapılıp hazanı fazlasıyla ediyor tahtından…
İçimdeki soyut sayaç atlarken kimi
zaman sair duyguyu.
Şiar edindiğimse şafak vakti kızışan
yürek ve dolunay oysaki gökyüzü kapkaranlık ve gözlerimin deldiği o istikamette
ben adeta tüm gök cisimlerini tek tek ayırt edebiliyorum bazense büyüklerimin
dediği gibi yıldızım düşükse eğer…
Yıldız olmanın nesi kötü üstelik
düşen değil yükselen bir ivme ile.
Kinetiğe dönüşmeli alt belleğimdeki
potansiyel güç elbet sinir hücrelerimin baskısı ile kendimi kolaylıkla idare
edip belleğime gönderdiğim sinyaller ve emirler…
Kendimin emir kipiyim aslında.
Ne gam ki birileri emirler savursa…
Kalemin de emir eriyim üstelik bir
tabur dolusu askerden de disiplinli iken bir ömür ve hala rütbem yükselmedi
yine de omzumdaki apoletler adeta ruhumun sayacı ve görünmezliğin mealinde
görünen her şeyi yok sayıp delişmen bir rüzgara özendiğim.
Sözcükler hayli rötarlı çünkü
içimdeki g/izin peşindeyim ve her nasılsa her gün yeni keşiflerde bulunduğum…
Şunun şurasında kaç zaman geçti sahi?
Ne mi?
Elbet kendimle uzlaştığım ve içimdeki
kaçık ruhla tokalaştığım en çok da yüreğin reçinesi iken söylenmeyenler bu
anlamda sana duyduğum ihtiyacı kimse asla diskalifiye edemez.
Meteorlar yağıyor geceye hatta tepeme
ve ben uydumla hemhal iken uyumsuz ruhum ara sıra mızıkçılık yapıyor.
Palavra palavra diyen diva: ama bil
ki sevmenin ya da yazmanın asla palavra ile işi olmaz ve elbet perakende
düşlerimi deste haline getirip gönül tezgâhında sunuma çıkıyorum.
Keşke bir de elime geçseydi gıcır
gıcır deste deste yüzlükler.
Elbet olacak iş değil zaten para
kazanmaktan ziyade cebimden çıkanlarla iştigal oldum bir ömür.
En çok çalıştığım devlet okullarında
öğrencilerim için ettiğim tüm fedakârlıktır kendime olan saygımı korumaktan çok
öte çocuklarımın gözlerindeki o ışık ve pırıltıdır hayatın gerçek anlamı.
Sözcükler dipfrizden çıktı madem bir
kere…
Ve işte buz tutan ellerim de ısındı
klavyeye her dokunduğumda adeta sayısız yüreğe d/okunduğumu hissediyorum.
Çetrefilli olmasa da hayat sayısız
saçmalığa haiz ve haczedenler iyi de ben aralıksız yediemine mi gideceğim emin
olmadığım ne ise rehin tutulan ve işte denize attığım oltada kendimi
yakaladığım ki bir ömür de ıskalamışken bir o kadar ıslıklanmış olmak da hayra
alamet olmasa gerek.
Tensiye ettiğim çok şey bir avuç suda
boğduğum elbet boğulduğum da ve işte yüreğimin hava kabarcıklarında saklı iken
hislerim ve her seferinde kendimi büyütecin altında incelediğim adeta bir bilim
insanı maharetiyle bakıyorum da yeni güne; bakalım bu gün başıma ne gelecek ve
nereden darbe alacağım, diye.
Gönlün rüzgarı üşüten cinsinden elbet
üşümenin arkası ölüm sonra yeniden ısındığım ve haletiruhiyemde saklı o nüans…
Defnettiğim kimler yok ki?
Def ettiğim ne çok aymaz.
Sükûnet dilerken hayali sükûta
uğradığım bu sefer kendimi ters köşe yapıp görmezden gelindiğime binaen kendimi
bir adım sonrasına taşımak adına ruhuma ve zihnime yatırım yaptığım.
Farkındalık kazanmak bu yüzden insanı
huzurlu kılıyor gerçi öncesinde afallıyor ve tüm hatalarımı da ayıklarken…
Tam da tuttu derken.
Tutuklu kaldığım bir kare belki de
içimdeki üçgenlerin neden eş kenar olmadıklarına da hayretle bakarken çünkü
içimdeki sayaç hayatı farklı masalara yatırıp yaşamı değerli ve mucizevi bir
konuma getiriyor elbet mucizelerin varlığına da bir ömür şahit olmuşken
şimdilerde yeni bir mucize bekliyorum.
Hani olur da acılarımı tahliye
edeceğim…
Hani olur da açılandırırım diye bunca
duyguyu.
İhbar edeceğim nice ben saklı iken
içimde senden saklamayı beceremediğim çok şey var gerçi ser verip de sır
veremediğim gel gör ki bir sonraki beni teftiş edene kadar ben surlarına firar
ediyorum sevdalı şehrin ve üstüne konacağım o sekizinci tepeden de sana
getireceğim hayaller ihbar edene kadar kendine iyi bak.
Kendim olmanın güzelliği mi yoksa
kendimsiz bir dünyadan ne beklediğim mi?
Ne fark eder ki?
Mademki bir ben var benden içeri ve
bunu görmeme vesile olan sensin ve senin kim olduğundan ziyade biz olmanın
tahayyülüdür her kaleme d/okunduğumda ruhumda kopan fırtına elbet fıtratın
haznesinde nice meddücezir bir olmanın hayalini kurmak ve bunda en çok pay da
sözcüklerde iken elbet her birimizi de ortak paydada buluşturan yeter ki evren
ve insanlık beni paylamaktan vazgeçsin ve ben parlak bir güneşi ve hayali
hiçbir şeye de değişmem…