Muğlak bir coşkunun kayıp künyesi
asılı ruhumun zindanlarından firar etti edecek yeminlerim ve evrenin arz ettiği
sözcükler diken misali saplanan gel gör ki: kalemi ne zaman alsam elime dingin
bir ruha tekabül edebilmenin verdiği huzur ve dirayeti saklı tutmakla
mükellefim.
Zamlı tarifesi zanların aşka koşan
peşin hükümlü yarınların ve iptal edilesi beynimin ölgün gri hücreleri ne
zamanki aşk girse kanıma.
Miadı dolmuş seferi gölgeler.
Miladi takvimi yerle yeksan eden
hicreti sevginin:
Bozkırlarında coğrafyanın bozguna
uğradığı kadar hayallerin bonkör sevdaların merdiven altı özlemine çentik
attığı kadar yüreğin…
Zinhar kölesiyim sözcüklerin.
Beyhude iklimlerin seferi hükmü ve
zemheride doğan güneşin ısıtmayan solgun yüzü ve evet, mevsimlerden bahar ve
işte ruhumu d/ağlayan yankıları duyulmasa bile bu amansız gidişatın.
Bir öyküm yok sadece.
Öykülere serili yürek alfabesi.
Bir tek şiir yetmez elbette lakin
yaz, yaz, nereye varır ki yüreğin amblemi kalemi ve neye yarar yazdıkça uzayan
hüzün listem?
Ben Şems’im.
Ben pervasız bir abdal âşık.
Ben yankısıyım esen rüzgârın.
Beni benden alan semanın enginliği.
Yunus’a meylederim sevdikçe
Lakin yetinmem:
Kafka’ya dönüşür bedenim hali hazırda
nefesimi alıp da son kere vermekle iştigal…
Kasıntı âşıkların kas gücü değil:
Kastığım kadar bedenimi yerleşik bir
acı hiç değil.
Ve alt belleğim kuram dışı bir
izdiham:
Geçit vermediği kadar düşünceler ve
infilak etti edecek zihnim ne zamanki susup içime kapansam.
Freud olmayı dilemişken yirmili
yaşlarımda ve işte takılıp kaldığım devinimler ve evreler:
Hali hazırda on sekiz yaşında
hayatının baharında iken ruhum…
Hali hazırda hüzünle iştigal eden,
annemin alamadığı nefesi ben vermek isterken ve işte bin yaşında bir çocuğun
bir o kadar annemin annesi girift ruhlardan ibaret olmadığı kadar hayat gri
tebessümlerle diktiğim sökükleri yüreğin.
Alt bellek zindan iken.
Üst bellekte izdiham ertesi
unutulmuşluğum.
Kopamadığım çocukluğum:
Aynı zamanda ben bulmuşken de ruh
ikizimi ve evet:
Onca angarya.
Onca artçı sarsıntı.
Hali hazırda bir araya da gelmedi mi
o iki yaka:
Kim ne derse desin ben İstanbul’um
da:
Kocaman değil ufacık bir yüzölçümü
ile milyonların sığdığı yağmalanmış şehrin sekizinci tepesi iken çıktığım ve
varacağım hidayet öncesi o İlahi Rakımda saklı iken maruzatım ve tüm maneviyatım
ile kucaklayabilirken de kâinatı…
İz düşümü hayallerin.
Bir geri bildirim ise yazdıklarım ve
seyyah yorumların sağanağında ruhumun aşkla eşleştiği binlerce şiir dizili olsa
bile sırça köşkümde yazmaya doyamadığım binlerce dize sayısız imge ve işte
saçak altında ıslanan bir yavru kedi misali öykündüğüm sadece sevgi ve umut
mademki tası tarağı toplayıp da kendimden gidemediğimden de öte…
O girizgâh ki:
Şehrin levhası.
O güzergâh ki:
Şiirin rotası.
O minval ki:
Bir yakadan diğerine seken hüznün coğrafyası.
Bir dua ki:
Kâinatın gizemi.
Bir rutin ki:
Hüznümün kat sayısı.
Bir milat ki:
Kalemle arşınladığım hayallerin
sönmeyen feri.
Bir saplantı iken belki de:
Kendime ettiğim zulmün ve ihanetin
içinde saklandığı o fanus.
Bir rivayet olsa bile mutluluk…
Yandığım kadar yazdığım ve yağdığım
kadar yağmalandığım…
Yâdında dünün saklı o teselli…
Hani, olur da tecelli eder o yeni
doğum ve yeniden sevebilirim kendimi…
Hani, olur da…
Bir ederim olmasa bile bir rabıta ya
da reçinesi duyguların varmayı ertelediğim mutluluğun coğrafyası kendimden
gidemediğim kadar kendimle geçinmeye olmasa da niyetim göç mevsimini iple
çekenim belki devasa bir açı belki şatafatlı bir acı belki de ölümün soğuk
yüzüne rağmen yaşamdan yana da yok iken bir izahı pek çok şeyin ertelediğim ne
varsa sıramı savamadığım kadar sıfatlardan sıfat beğendiğim ve şükre delalet ve
sabrımla sınandığım kadar ruhumun üstünde tüten dumanı ile hazır ol da
beklediğim dünyanın nimetlerinden yana da yok iken iştahım…
Karanlığın güdümü.
Kardığım sözcüklerin verilmişken
hükmü.
Kandığım kadar cihana…
Kana kana içtiğim suyun bir yudumu
bile yetmez miydi oysa yeniden başlamaya…