1
‘’Ben buradayım, sevgili okurum, sen
neredesin?’’(Oğuz Atay)
Nefsime yenik düştüğüm bir an,
tabuların dayattığına da tanık ve kelamı bir sapan mahiyetinde tasavvur
ettiğim.
Hangi kelime ise ıskalamadan şaha
kalkan; hangi batınsa kaç kez doğduğumun önemimin kalmadığı…
Bir araz belki de ya da bir ahraz ve
tutukluk yapan yüreğime esefle baş kaldırdığım bir diğer deyişle insanlığımı ve
insan sevgimi sorguladığım…
Mevsimsiz bir sancı meyleden sonrası
Allah kerim, demekten de ötesini tahayyül edemezken…
Yardım istediğim bir gece yarısı
sanırım duygularımın tımarını yaptığımın çok ertesi bir zaman diliminde yine
tutuklu kaldığım yine turuncuya dönen tenim farzı mahal kilo kilo havuç yiyip
keratin bağımlısı olduğum üniversite yıllarıma kesin dönüş yaptığım bir karekök
sorgulaması ne de olsa karesini almaktansa sürekli bölündüğüm ve bölüneceğim
gerçeği ile yaşıma meydan okuduğum…
Sapır sapır döküleceğini bilsem de iç
sesimin mafyasına ortak dıştan serzenişte bulunan ne çok kayıp oktavlı
yanılsama.
Mahiyetinin ne olduğunu aralıksız
sorguladığım ve bir düş’ün kuvözünde büyümeyi bekleyen bir hayal tomurcuğu…
Sıradan geçenler.
Sırası geçenler.
Bir de kendinden vazgeçenler üstelik
ne uğruna ve kim adına falso olarak görülüyorsa yüreğinden dökülen sözcükler.
Terzi nasıl ki kendi söküğünü dikemez
mantığı ve hayatımı cehenneme çeviren toplam otuz yıllık bir zaman dilimine
uygun bir başlık arayışı ile kaç asırlık roman yazma hayalim: oysaki kalemin
varlığından bihaber sadece hesap kitaba yönelik bütçe analizleri belki de asla
haz etmediğim çevirmenlik ediminden yine kendimi çevirmen kategorisine uyan bir
titri de görmezden geldiğim ve buna rağmen özellikle yüksek lisans yaptığım
yıllar aralıksız çeviri yaptığım bölüm hocalarım üstelik ne uğruna?
Kabul etsem de etmesem de; rotamı
yönelttiğim burun kibirli insan izleklerinden bana yansıyan ve bir dogma
başlığı altında asla istediğim gibi serpilemediğim bir tarla oysaki gübresi de
suyu da katıksız ve aralıksız beslerken damarlarımı.
Kan aktığına asla kani değilim yine
de bir pıhtıyı dillendirebilirim damarlarımda belki beynimde bir göçüğe yol
açacak belki telaşlı yüreğimde bir damar tıkanıklığı ile bunca hüznü ve hayal
kırıklığını kelimelerden ruhuma oradan da bedenime boca ettiğim.
Sefertasımı aradığım bir gecenin
ertesi oysaki yolculuğa çıkacak ne ilk ne son yolcuyum. Hepi topu beş-altı
yaşlarında bir afacan ve hangi akla hizmetse rahmetli babamın çıkacağı o uzun
tren yolculuğunda annemin akşamdan hazır ettiği köfte patates ikilisine göz
dikip boca ediyorum mideme üstelik karnım aç filan da değilken ve akabinde
neredeyse bir ömür sürecek olan o suçlama; o yargısız infaz.
Neymiş efendim?
Ben ortak olmasaymışım bu yemeğe
babam da asla vazgeçmeyecekmiş trenle Ankara’ya olan yolculuğundan ve elbette
kariyerinde açtığım bir delik belki de kocaman bir yama yine bir ömür başıma
kakılan ve sür-git defolu addedilen yeni yetme ruhum.
Sözcükler öbek öbek ve beslendiğim
acılarım bir anlamda yüreğimin de ruhumun da temel yapı taşı tabir-i caizse
gübrem; tabir-i caizse yakıt ikmalim; tabir-i caizse kendime attığım okların
ucunda hep kan yerine göz yaşı damlarken.
Hadiseyi dillendirmeden gün bitmiyor
sanırım güneşin batması değil benim günü sonlandırma telaşı: bizzat gün içinde
yüreğime ne telkin edildiyse ya da gün içinde beni esir alan yorgun bir bulut
hani neredeyse yüreğimi ağırlaştıran ama asla metazori bir sunum da değil
bilakis şah damarımdan yakın olan varlıkla gönül muhabbeti kurduğum o gece
yarısına en yakın olan bir ya da iki saat.
Bir temenni deryası içimi işkal eden
ve hangi patavatsız fani/fanilerce yıkıma uğradıysam-elbette günlük bir argüman
değil ben merkezli bilakis ne kadar yansız ve sessiz olsam da illa ki yüreğime
yediğim bir serum belki teşhir edilmesinin anlamsız ve ilkesi olduğunu
düşündüğüm ama gün içinde çığ gibi büyüyüp nefesimi kesen.
Görüntü kirliliğine maruz bir şehir
ve de gürültü kirliliğine ve tahakkuk eden o uzun menzilli yorgunlukla
kuluçkaya yatan basit ve tepkisiz bir an’ımda nasıl oluyor da saf dışı
bırakılıyorum hani nerede ise bir hengâme belki de curcuna adına hayat başlığı
attığımız…
Bazen bir dolmuşta bazen metro büste
bazense yaya olarak yürüdüğümüz o istikamette dahi ezilme ya da kaza geçirme
ihtimali varken bizler dört göz etrafımıza odaklı günü kurtarmakla iştigal.
Bir büyü olduğunu biliyorum duygu
aktarımında içimde büyüyen o kaos.
Bir sunum olmalı mı olmamalı mı; bunu
ise asla kestiremiyorum gün boyu ve o habis duygularla ameliyata girişen bir
cerrah titizliğinde duygularımı yatırıp didiklerken ruhumu, buluyorum kendimi
ansızın ve evet, merkezi tek gözlü bir ev belki bir apartman katı belki de
boşlukta kurulduğum o salıncak; gözlerimi alamadığım maneviyat ve yüreğime kor
düşen asil bir tevazu kimden kime yansıdığını kestiremediğim belki de tam
tersi: hangi kanalla beslendiğimi reşit bir yürekle onadığım.
Katlarında yüreğin döşüyorum ve
reçelli ekmek yer gibi bir sofra hâsıl oluyor.
Her yer reçel.
Şerbetli yüreğim ve sevici imgeler tereyağı
kadar lezzetli ve bonkör ve asla da kilo aldırmıyor. İşte sihirli sözcüğü
buldum aslında otuz yılımı yok saydığım o uzun zaman dilimindeki en temel yapı
taşı iken; kilo ile orantılı düşüncelerim ve kaygısız ve kayıtsız bir gün
kaleme alacağım bir otobiyografi nazarında kendimi yatıracağım o ameliyat
masası.
Farkındayım: nasıl da muğlâk bir
konuyu dillendirdiğim üstelik duygu bazlı bir reçineden nasıl da uzandım
fizyolojik bir ayrıntıya yine hayatımı kâbusa dönüştüren bir dirayet eksikliği
ile bir o kadar kendime yüklendiğim ve duygularımı arka plana attığım.
Yönüm.
Yolum.
Kıblem.
Sevgi bazlı bir rutinden asla da
taviz vermezken…
Bir soykırım kadar da tehlikeli iken
detone yürek sesimin eninde sonunda rüştünü ispatladığı…
Bir kaygının da ilk erişimi aslında
büyürken sevgiyi ve aşkı merkez bilsem de bir sonraki adım; hep kınama ve yargı
iken.
Bir düşü tahliye ettiğim dünüm ve
evet, üzgünüm ki; maziden sapma gayretlerim bazen boşa çıkıyor ne de olsa dünün
enkazı sağlıklı bir rota sunmuyor insana hele ki; aynı insan aynı hataları bir
ömür tekrarlıyorsa yeniden parantez açmadan devamı geliyor mazinin ve yarında
dönük yüzünde ömrün, an’dan kopuk yaşama gibi bir gaflet de esiyor da esiyor.
Hayatı nasıl ki iki evrende sunuyor
Tanrı biz yazanlara da bir aşk daha sunmuşken İlahi Aşk sonrası belki de
tutunmak adına hayata ve yeni bir diriliş iken ne zamanki başımı sayfaya sokup
da kelimelerin kumundan başımı kaldıramadığım gelin görün ki; o günlük geçici
bir noktayı da tahliye edip yazıma bir sürelik ara verdiğim aşağı yukarı yirmi
saatlik bir zaman dilimiyle ben secdeye durduğum vakıf ve Yaratan ile kurduğum
gönül muhabbetinde ruhum ve vicdanımla barışık-en azından kısa bir sürelik
zamana denk düşen belki de uykuya yenik düştüğüm o sıra dışı rüyaların da
tecelli ettiğine kani bazense uyanmaktan korktuğum ya da tam tersi bir an evvel
uyanmayı için için dilediğim o bilinç dışı denen çöplükte ben yazmak için yeni
malzemeler bulmuşken üstelik aradığıma delalet bir ipucu da yokken.
Aşkın mahiyeti aslında tüm olup biten
aslında olup bitenden çıkan anlam henüz olgunlaşmamış bir meyveyi kemirmek
istediğim ve işte bu minvalde ben kalemi dişleyip kendimden geçtiğime sadece
Tanrı iken şahit.
Tereddütlerin yok olduğu aslında
mütereddit ruhumun yazarken kısa süreli de olsa huzura ve sessizliğe daldığı
tıpkı tefekkür öncesi ve sonrasında müdahil olduğum o büyülü atmosfer kendimi
bilfiil sorgularken ve ne ilginç ki kendimden bağımsız kendimi yaşarken aslında
bihaber an içindeki kaygı ve korkularımı yok saydığım ve bir gün sonrasını
şimdiden planladığım yine de saatler devinirken görünen o ki; hiçbir şey de
planladığı gibi yürümüyor.
Bazen küçük bir çocuğun muzip sesi.
Bazen arkaya taradığım saçlarımdan
fışkıran asi bir saç teli.
Bazen halis munis.
Bazense dünyanın en dertli soydaşı
belki de karesini aldığım yüreğin aslında nasıl da küçük olduğuna vakıf lakin
içine sığan kâinatı da kale aldım mı şaşkınlıkla içimdeki deve göz kırptığım.
Şehla bir gülüş gibi kalemin
namelerinde raks eden.
Batıl bir rota gibi aynı yönde gidip
gelen.
Belki de her gün okuyucuya farklı bir
menü sunmak adına içimde mutluluğun ve coşkunun devşirdiği akabinde devindiği…
Kalp gözümde asla isyana dönük bir
yüz yok madem…
Mademki dünümde saklı tüm isyanları
affetti Tanrı yine de her an daha da çok affetsin diye içimdeki aynayı kırıp iç
içe geçen sayısız ben ile Allah katında muteber bir kul olma hakkımı da asla
elimden almasın diye yüce Yaratan.
Bazen patavatsız bir tümce gelip de
sayfanın ortasına kurulmuşken.
Aslında saati kurduğum saatten tam
bir dakika evvel gözümü açmışken üstelik sessizliğin temennisinde ben yaygara
koparırken…
Sanırım kendimi, en çok yazarken
seviyor ve onaylıyorum ama ne zamanki uzağa düşüyorum o beyaz ve boş sayfadan
içimde piyango çekilişi yapılıyor tıpkı büyük ikramiyenin de adresime denk
düşeceğini hissederken.
Şatafatlı bir hüzünden kaldırıp da
başımı ve aslında bu gün yazacağım konuyu da yarına ertelemişken…
Ne yapayım yani?
Âşık olmak elbette bir suç değil hele
ki insan kendini en çok kendinden sakınırken ve en çok da kendini kendiyle
kıyaslarken ve işte…
Yazma sebebim.
Aşkıma sahip çıktığım kadar mutlu ve
coşkuluyum.
Sevgilerimle…
Ben buradayım yine sevgili dostlarım:
sizler de buradasınız, biliyorum. İnsan yüreğinin haritasından asla şüphe duyar
mı?