1
Biraz asılsız biraz
silik biraz da vurdumduymaz…
Fazlasıyla muhalif yine
en düşkün kıyam sahip olduğum aşka nazire edercesine.
Aşka rağbet olsa da tek
kalemde sildiğim gözyaşım hem de tozlu iklimlerden elimde kalan.
Fazlasıyla göreceli
sanırım nispet eden bir ahkâma karışmış tüm bilinmezlik ve en sağlam
beyanatımla arz-ı endam ediyor münafık düşlerim.
Yoksa korkuyor muyum
belki de tedirgin bir lisanda hapsolmuşluğum yine dünün rahmeti.
Elimde bir mızrap
titretiyorum gönül telimi ve en vakur gülüşümü sona saklıyorum. Hanidir, deyip
çıktığım yolda rast geldiğim her imgeye göz kırpıyorum ve sancılı bir var
oluşun hüznünü teğet geçip, ulaşmak adına hiçlik makamına kayboluyorum gözden.
Ve derken… Derken doğuyorum yeni bir telaşla ve yeni bir sancıyla sonlandırıyorum
gözyaşımı.
Hangi izlekte yer
bulduğum tartışılır ya da hangi kare ise gözlerimden önünden geçen, daralıyorum
ve daraltıyorum o peyzajı.
Adamlar ve kadınlar kâh
el ele kâh kanlı bıçaklı.
Âşıklar cinnet
geçiriyor ve son veriyorlar birbirlerinin hayatına. Kim demişti acaba: En asil
duygudur içinde kaybolmuşluğumuzu muhafaza ettiğim en revnak duygu… Aşka
delalet belli ki şairin kalemi ve melekler korurken en saf yanımızı biz hala
yanılıyoruz ve yalıtıyoruz bakir gözyaşları iken nasılsa kıymete binip nasılsa
istiflediğimiz günahlarımız kadar sitem yüklüyken gök kubbe…
Çıtkırıldım bir imgeye
rast geliyorum gecenin kör vakti. Yetmedi asılı kalıyorum kayan bir yıldızın
kuyruğuna ve külfeti kayan umutların, çalıyorum teker teker dün’ün rahminde
konuşlanmış ne varsa. Nasıl da doğurgan evren ve fazlasıyla kaygılı. Sitem
yüklü insanoğlu ve nefrete karışmış yüzünün isi.
Saklı tutuyorum aşkı en
derinde ve sakınıyorum gözümden ve saklanıyorum izbelere. Çıta yükseldikçe
yerleşiyorum mabedime ve eksen kaydıkça serpiliyorum başak yüklü kaygılarım
rest çekmişken hayata.
İndindeyim sessizliğin
ve çırpınan bir ruhun yaşadığı onca ikilem iken yaşattığım iklimlerde rast
geliyorum çatık kaşlı kayıp yarım’a. Yarına odaklan ey sefil benlik, derken tok
bir ses, an’da kıstırılmışlığımı hürmet bilip, töhmet altında kalan dünlerimle
mesken tutuyorum yeniden bilinmezi.
Hangi kayıp istilaysa
kıstırıldığım ve hangi mizaç ise tevekkül bildiğim, ıskaladığım en rahvan
gölgeye nazire ediyorum:’’Sen de mi kayboldun ben gibi?’’
Benim demeye korkuyorum
sahip olduğum ne ise ve ürküyorum hiddetinden Tanrı’nın ve biteviye sığındığım
mihraba attığım bir çelme ile adımlıyorum bu sefer gerisin geri.
Bir öyle bir böyle
sanırım kayıp sanrılarla yükümlüyüm kaderin gözünde ve kaygan bir ritim ile
tempo tutuyorum ıslık çalan meleklere.
Sıcağın kavrukluğu,
soğuğun yakıcılığı ve yokluğun varlığı en yoksun kılındığım.
Aşkın dokunuşu iken
uzağında kasıldığım.
Ve teğet geçen
yörüngeme, uydu bellediği karası gecenin sadece tezahür ediyor anlık bir öngörü
iken zihnin boyutsuzluğu.
Tümden gelen donelerle
kuşatılmışlığım kadar da anlamsız bir mizacın en sakıncalı yansımasıyım belki
de kimine göre.
Kimliğimi sorguladıkça,
sorgu sual hak getirdikçe, gönülsüz bir hutbede yer buluyorum hangi münafık ise
ezberinde lanet ve nefret.
Dokunulmazlığım
Tanrı’dan belli ki ve belki de yoksunluğumun kancasında takılı kalmışlığımdır o
tevafuk iken, yaşama olan bağlılığım.
Kimine göre, demek ne gam…
Ve ne gam yoksun addedilen yokluk iken yakan en derinden ve çözdüğüm yumağın
döndüğü eksen iken anlık bir hezeyana rast geldiğim, usulca dokunuyorum gölgeme
ve bu sefer sahipleniyorum:
‘’Sen benimsin.’’