Dirayete yenik düşen öksüz bir yaprağın tek tesellisi aslında esen o rüzgâr.

 

Varlığının tek kanıtı o kıpırtı bir yandan sürükleyen bir yandan itekleyen.

 

Yırtık bir mektubun yanık ucu kadar can sıkıcı. Kelimeler seçilmez iken peyda olan o merak duygusu.

 

Efkârı ömrün, kifayetsizliği bedenin ruhla eş güdümlü garip bir yolculuk.

 

Sona varmak mı rotanın seyrindeki o gizem yoksa başa almak mı filmi:

 

‘’Hey, makinist sar başa. Sar da yerleşik düzenimizde bir bakalım geçmişe. Hadi götür bizi maziye.’’

 

Olası olsa keşke ve seyrelen zamanının bilmem kaçıncı durağından hareket etsek ilk çığlığımızla kucaklarken dünyayı.

 

Hüzün fazla sırnaşık ve fazlaca işkillendiriyor kaderi. Kedere odaklı artık kader, nasıl da yoz bir dürtü şu hayal kırıklığı.

 

Kıyısındayız kurgunun: Senaristi hepten koysa da son noktayı belli ki uzatmaları oynuyor pek çok insan.

 

‘’Şunun şurasında ramak kaldı işte…’’ demeye ne hacet. Acele etmekse amaç hadi çabuk tutun elinizi.

 

Efkârlıyım bu gün yoksa fazla mı mutlu? Bir bilsem… Mutluluk bozar beni. Öyle ya, alışık değil bünyem. Şimdi hapşırmaya da başladım mı seyreyleyin. Bağımlısıyım ne de olsa hüznün. Nice gel-git, çekimindeyim gökyüzünün. Ve görüyorum o çapkın göz süzüşlerini çok çok uzaklardan hem de.

 

Çekiştiriyorlar oramdan buramdan.’’Haydi, ne duruyorsun hala mı pes etmedin?’’

 

Kim olabilir ki demem de önem arz etmiyor lakin farkındalığım hep bir beden büyük gelmiştir benliğime.

 

‘’Gözün kör olmasın e mi. Sahi nedir senin derdin, ne alıp veremediğin var…’’

 

Pardon ama bu soruyu literatüre yerleştiren bendim. Onu da mı çaldınız benden? Yetmedi mi bu güne değin çaldıklarınız…

 

‘’Sahi, sevgili dostum neden hicap etmezsiniz ki benden? Ne alıp veremediğiniz var bunca zamandır da hala uzlaşamadık gitti. Hadi, çıkarın ağzınızdaki baklayı. Suç addettiğiniz ne ise dökün eteğinizdeki taşları. Suçum sevmek, bilmez miyim: Şartsız koşulsuz sevip değer vermek…’’

 

İmgeler sancılı.

 

Gök yine ağlamaklı.

 

Hüzün yakışmasa da en sık giydiğim elbise.

 

Çok dar ya da çok bol

Uzlaşamadık gitti.

Etekleri uzun hatta dökümlü

Kıvrımlı yollar yaşlar akıp giderken.

Yasını tuttum bir ömür boyu

Arkasından her gidenin.

 

Devri âlem besbelli nihayete eren bir yolculuk gün sonu ve çalarken kemancı acı acı.

 

Duyduğum her bir nota akordu bozuk bir ney, külfeti kısarken sesini kaderin.

 

Müruru zamana uğramış ne varsa sandıkta saklı düne dair çalarken günden peyder pey.

 

Sevme, acıma da. Düşkünümdür haysiyetime. Bir eksik bir fazla şu hayaller çalınsa da ekerim yeniden gönül bahçeme. Hicap da etmem başını döndürmüşsen.

 

Suçumu bilsem keşke. Keşke çarpsan gerçekleri tokat gibi yüzüme. Asılsız, meskensiz ne çok söylem düşlemsellikten çıkmış yola ve bulamamış doğru yolu.

 

Düzlem desen kaçıncı boyuttayım kim bilir.

 

Kim bilir neyin derdidir iştigal ettikleri bunca insanın.

 

Geçmiş bile dost olmuşken aykırı yarınlarla bu kadar zor mu cidden sen teğet geçerken rotanı.

 

Tarih acımasız en az insan kadar.

 

Ve hoyrat tüm sanrılar biteviye peşindeyken o haset ve muhalif tutumlar.

 

Ne çok anlatı, ne çok tahayyül ve ne çok bilinmez.

 

Birbirini gözetlerken nice kâfir yalnızlık boş imgelerle dolu zihinler tasavvur dahi edemezken. Mademki göğüslüyoruz dünyayı rast gele dostum…

 

 

( İmgeler Sancılı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6/4/2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.