Haklısın her zaman
olduğu gibi üstelik. Her konuda, her söylediğinde ve kendimle ilgili bilip
bilmediğim ne varsa…
Ben kendimi
çözememişken sen tek bir bakışımdan anlarsın bir sonraki adımımı. Ben
bilemezken ne söyleyeceğimi lafı ağzımdan alırsın. Beş yaşımdayken de böyleydi
şimdi de.
Kızarım serzenişlerine
ama bilirim maksadını. Öyle ya, benim mutluluğum içindir tüm çaban.
Nasıl oluyor da
atacağım adım neticesi muhtemel tüm olasılıkları tahmin edebiliyorsun, her ne
kadar emin olsam da kendimden.
Ben bu denli
sıkılmışken zorlayıcı ve yoran karakterimden nasıl oluyor da bıkıp usanmadan
aynı hikâyeleri ağzımdan binlerce kez dinleyebiliyorsun? Sabır işin tek sırrı;
hani bende olmayan. Ve kaynağını İlahi Aşktan alan o kutsal evlat sevgisi.
‘’Anam aşk, babam aşk,
Peygamberim aşk.
Ben bir aşk çocuğuyum.
Bu âleme aşkı ve
sevgiyi söylemeye geldim.’’
Neler saklı Mevlana’nın
aşk dolu deyişinde.
Gözlerinde gördüğüm o
ışıltı nasıl da aydınlatır karanlığımı. Nasıl bir ışıksa hep istikametimi tayin
etmiştir. Aşktır gördüğüm, sevgidir, merhamettir, anlayıştır.
Akabinde demez mi ki
Sevgili Mevlana:
‘’Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur.
Biz aşktan doğmuşuz,
annemiz aşktır.’’
Karşılıksız seven
yegâne insan. Yok ki bir eşin bu âlemde. Yok ki senin haricinde beni gece gündüz
düşünen. Varsa söyle, anne.
Her ne kadar sık sık
yakınsam da gerek öğütlerinden gerekse uyarılarından eninde sonunda gelirim
sözüne. Bir o kadar da mızmızlanırım aslında bilirim haksız olduğumu ama öyle
ya; kocaman bir yetişkinimdir ben her ne kadar bilsem de kifayetsizliklerimi.
Kifayetsizlik dedim de;
hep koruduğum iyi niyetim ve maruz kaldığım yenilgiler. Ve sen; her seferinde
menzilime girip destek kuvvet veren.
Artık nasıl bir
yetişkinsem… Bir tarafta üç beş diploma ve alt rafta yan yana dizili oyuncak
bebeklerim.
Nasıl bir yetişkinsem…
Sürekli dünyanın gidişatından yakınan akabinde canı yandığında hüngür hüngür
ağlayan.
Ne kadar dağınık
olduğumu ve her yeri talan ettiğimi söyler durursun.
Ve her seferinde de
sitem ederim. Sonra başlarız karşılıklı atışmaya.
Derken konu konuyu
açar. Ve başlar seninle yolculuğumuz. İki kardeş gibi yeri geldi mi iki
arkadaş. Bazen annen olurum senin bazen sen benim sırdaşım.
Duygular sürekli yer
değiştirir. Roller üstleniriz. Ama hep sevgidir mihenk taşımız. Her ne kadar
kızsam da sana kıyamam sona doğru. Sen de kıyamazsın bana ne zaman kıydın ki…
Gerçi ne zaman
mızmızlansam hep bana kıydığından dem vururum. Oysaki sen kendine kıyarsın da
toz konduramazsın bana.
Neden bir türlü
büyüyemedim? Bilmez miyim, senin yanındadır tüm çocuksu tavırlarım. Ama yeri
geldi mi de ne güzel ahkâm keserim. Öyle ya dünyayı ve insanlığı ben
kurtaracağım. Ki henüz benliğini esaret alan onca duygudan mustarip olup da
içsel yolculuğunu tamamlayamamış bir ben saklıdır içimde.
Sayısız ben, anne: Senin
sayısız kez çözdüğün ve benim henüz vakıf olamadığım.
Diyar diyar gezsem de
senin gibi bir yar bulamam.
Gel gör ki; çok iyi bir
evlat olduğum da söylenemez. Sana ne verdim ki kuru sevgimden başka. Gerçi
sahip olup olacağım tek ve en güçlü duygu. Haricinde kimseler bilemedi ve
göremedi bendeki enginliği. Tabii ki Rabbimin dışında.
Oysa neler hayal
etmiştim erişip paylaşmak istediğim seninle. Saraylara layık bir hayat, külçe
külçe altın ve dünyanın tüm zenginliklerini sermek isterdim ayaklarının altında.
Cennet senin ayaklarının altındayken çok şey de değildi üstelik istediğim. Gel
gör ki; rüyalar âleminde geçti şu ahir ömrüm. Elde kalan üç beş kırık hatıra ve
hala bitmek bilmez düşlerim.
Hayat ne düşler ülkesi
ne de pembe bulutların gökte salındığı bir cennet.
Ben ne Polynna’yım ne
de Kül Kedisi.
Ama sen benim hep
kraliçem oldun. Her ne kadar bunu tam anlamıyla ifade edemesem de…
Sakın bırakma elimi.