Güneş ve Toprak, varlıklı bir ailenin ikiz çocukları olarak gözlerini açtılar dünyaya. Güneş, Toprak'tan yaklaşık on dakika önce doğmuştu. Gözleri, burunları, ağızları, kulaklarına varana kadar o kadar çok benziyorlardı ki birbirlerine dış görünüşleriyle. Ailede ise çiftte mutluluk yaşanmıştı o sıralarda. Hep kızı olsun isteyen Arzu Hanım'ım, şimdi iki tane dünyalar güzeli kızları olmuştu.
Sima olarak birbirlerine bu kadar benzeyen iki kız kardeş, karakter olarak birbirlerine o kadar zıt idiler. Güneş, sürekli ilginin kendisi üzerinde toplanmasını istiyordu. Sanki tüm kötü özellikleri üzerinde toplamışçasına; hasetliğin, kıskaçlıkların, zaman zaman saygısızlığın hüküm sürdüğü bir kız olup çıkıveriyordu. Toprak ise, daha mülayim, sakin, hoşgörülü, sevecen, anlayışlı, terbiyeli bir kızdı. Toprak'ın böyle olması etrafında daha da çok sevilmesini sağlıyordu Güneş, Toprak'ı düşmanıymış gibi görüyordu; kendi öz kardeşine kin güder, Onu arkadaşlarına karşı küçük düşürür, karalamaya bayılırdı. Ama Toprak, tüm bunları bilmesine rağmen ses çıkarmaz, ne de olsa benden önce doğdu,büyüğüm sayılır deyip, saygısında kusur etmemeye çalışırdı. Anne ve babasına da bu durumdan bahsetmez; onları üzmek istemezdi hiç. Güneş ise, zaten anne ve babasının yanında hiçbir şey olmamış gibi Toprak ile güzel geçiniyoruz görüntüsü verir, onların düşüncelerini yanıltmaya çalışırdı ve bunu kısmen başarırdı da. Anneleri her iki kızından da gurur duyarak bahsederdi.
Toprak'ın dersleri çok başarılı idi ve hayali olan öğretmenlik mesleğini yapmayı istiyordu. Şimdiden ne yapması gerektiğini planlamış, etrafından bu meslek hakkında bilgiler dahi toplamıştı. Yeni şeyler öğrenmeye ve öğrendiği şeyleri birileriyle paylaşmaya o kadar istekliydi ki. Güneş ise, öğretmenlerin az para aldıklarını, fakir okullarda fakir öğrencilerle, velilerle muhattap olması gerektiğini ve buna asla kendisinin katlanamayacağını söyleyip; kendisinin çok ünlü bir doktor olacağını, özel bir hastanede çalışacağını dile getirmişti. Toprak, ablasının böyle düşünüyor olmasına üzüldüğünü belirtmiş, ama annesi de Güneş ile hemfikir olunca, desteği babasında aramış, nitekim de Onda bulmuştu. Babası Güney Bey, büyük bir şirkette inşaat mühendisi olarak görev alıyordu. Etrafında çalıştığı işçilerle iyi anlaşan, hatta onlarla sohbet eden, dertlerini dinleyip yardımcı olmaya çalışan, aynı yerde yemek yemekten keyif alan nadir insanlardandı. Kimseyi hor görmez, nereden nereye hangi zorlukları aşarak geldiğini anımsardı hep. Babasız büyümüş Güney Bey, etrafındaki bazı kişiler tarafından yeri gelmiş sömürülmüş, yeri gelmiş hırpalanmış; kimi zamansa hiç tanımadığı insanlar sayesinde iyiliğin de kötülüğün de ne demek olduğunu yaşayarak öğrenmişti. Ona iyilik edenlerin de kötülük edenlerin de er ya da geç hak ettikleri yaşamı sürdüklerini gördükçe, asla kötü biri olmayacağına söz vermişti kendisine. O sebeple kızlarına da iyi, hoşgörülü, anlayışlı bireyler olmaları için nasihatlar ederdi. Toprak, babasının yaşadıkları zorlukları öğrendikçe, öğretmenlik mesleğine daha da ısınıyordu. Güneş ise yine hiç oralı değildi. Ne söylense boş geliyordu ona, sadece kendisini düşünen bencil bir kız olmuştu. O zamanlar tüm bunları ergenlik dönemine veren aile, sonradan üzerinde kalıcı olmasından da korkmuyor değildi. Hatta birkaç kez psikoloğa götürmeyi de düşünmüşler, daha sonra bundan vazgeçmişlerdi. Daha doğrusu evladına böyle bir durumu yakıştıramıyorlardı.
Aynı odayı paylaşan ikiz kardeşlerden Güneş, bir gün Toprak'ın günlüğünü aldı eline ve okumaya başladı. Toprak ablası hakkında iyi şeyler düşündüğünü ama onun neden böyle hoşgörüsüz ve bencil olmasına anlam veremediğini yazmıştı.