Kaçarken, yediği sillenin acısını o hışımla hissetmedi tabi, daha sonradan suratında bir yanma lduğunun farkına vardı, ve kıza :
"Ne hakla bana tokat atma cürretinde bulunursun sen!, Sen benim kim olduğumu biliyor musun?!"
Kız : Evet biliyorum dedi, sen bir insansın ve ben de insanlık görevimi yaptım der bağırırcasına,
Sonra arkasına dahi bakmadan gider hızlı adımlarla..
Ertesi gün, yine her zmanaki gibi köfte ekmeğini almak için büfeye gelir, bir ayran ister ve ne görsün..
Dün ona tokat atan kız, meğer her zmana aynı büfeden köfte ekmek ve ayran aldığı yerde çalışan bir elemanmış. o an utanır kendinden, halbuki bir selam dahi vermişliği yoktu bu zamana kadar, selamı bırakın, kafasını kaldırıp bakmışlığı dahi yoktu aslında insanlara. Kibirliydi, kendini beğenmişti, dünki tokatın izleri yanağında halen belirgindi.
Utandı kendinden, yanakları yanıyordu, yine mi tokat yedim dedi biran, ama sonradan anladı ki.. Gerçekten mahcup olmuştu.
Kızın gözlerine baktı, ilk defa birinin gözlerine bakmıştı. bir tuhaf hissetti kendini, acayip bir ruh haline bürünmüştü.
Ayran 50 kuruş zamlandı!
İş başka arkadaşlık başka kurlaına göre hareket eden, disiplinli bir kızdı. Oğlansa 18 yaşın vermiş olduğu heyecanda, hızda ve acemilikteydi. oysa ki kız da 18 yaşındaydı, fakat buna rağmen hayat tecrübesi oğlandan daha fazlaydı, genç oğlanın o kızdan öğrenmesi gerekn daha çok şeyler vardı.
Onu kendine çeken birşeylerin varlığını hissetti. ne oluyordu.. İlk defa böyle çarpıyordu kalbi. Dili bu defa korkudan değil, heyecandan tutulmuştu sanki.
Aklına koymuştu, ne yapıp edip o kıza açılmalıyım dedi, ama nasıl?
İşten erken çıktı ve büfenin arka sokağındaki çınar ağaçlarının birisiniN gövdesine yaslandı, elinde sigarası vardı, rüzgara doğru savuruyordu küllerini.. Zaten sisli hava, sigaranın dumanını da çekiyordu içine.
Aradan yarım saat geçti geçmedi, kız elinde poşetlerle hızlı adımlarla gecenin grimsi yoğunluğunda yoluna devam etti biran önce evine ulaşmak için.
Aniden karşısına çıkan çocuk, onu korkutmuştu elbette ve o korkuyla içinde bal ve reçel bulunan kavanozların bulunduğu torbalarını yüzünü seçemediği oğlana vurdu. Kavanozlar kırılmıştı. sokak lambasının ışığı yüzüne vurduğumda.. "Sen nerden çıktın?" dedi kız.
Kız devam etti, nasıl söylesem diye düşündü, ertesi gece gözüne uyku dahi girmedi.. An geldi, kendini toparladı ve tüm güçlü duruşuyla, "Bak Gökhan - oğlanın adı- biz doğuluyuz, aşiret ailesindeniz, kan davamız var diye büyükşehire göç ettik, ben henüz 2 yaşındaydım o zmanlarda, okuyamadım, daha doğrusu babam okutmadı beni, kızlar okumaz dedi, yollamadı. beşik kertmem var, törelere karşı gelirsem beni de yaşatmazlar seni de. iyisi mi yol yakınken dönmek, yoksa sonumuz hiç hayr değil."
Oğlan :" Nasıl olur! hem d ebu devirde kaldı mı ki daha böyle geri kafalılıklar. izin ver ailenle bir tanışayım, göreşeyim, belki ikna olurlar."
Ya sonra!
Kız işinden çıkmak zorunda kalacaktır elbet bu durumda ve gerekirse şehir dahi değiştirecekler, geçimini nasıl sağlayacaklar peki..
Başağrılar gün geçtikçe şiddetleniyordu, sigortası da yoktu ki hastaneye gitsin, özel hastaneler ise ateş pahasıydı. Ağrı kesici içerse bebeğe zarar verbilirdi. bunu gören bir doktor müşteri; "Neyin var senin güzel bayan?" dedi.
Nilüfer, hafif bir tebessümle: "Şiddetli başağrısı çekiyorum, sanırım uykusuzluktan olsa gerek." dedi. "Ağrı kesici vereyim mi?", diye sorunca, "Sağolunz fakat hamileyim zarar verebilir." diyince, doktor tüm samimiyetiyle personel müdüründen izin isteyerek, ona müdahalede bulunmak için muayenehanesine götürmek istedi. Nilüfer, ilk başlarda çekingen davransa da buna mecburdu. gökhan ise ortalıkalrda yoktu bile.
Durumunu anlayan doktor, hipokrat yeminin ve insanlık vazifesi uğruna, hiç bir ücret talep etmeden, MR, tomografi ve çeşitli tetkikler için elinden geleni yaptı.
Sonuçlar çıkmıştı. Bunu ona nasıl söylemeli.. Nilüfer'i ona getiren doktor arkadaşına telefon etti ve kızın beyninin en zorlu bölgesinde tümör olduğunu söyledi. Ameliyat olması gerekti, ya bebeği!
2 aylık olan bebeğine ne olacaktı peki bu durumda, ilaç tedavisi, radyoterapiler, kemoterapiler, nasıl olacaktı bu!
Gökhan, eşinin bu durumunu öğrendikten sonra, iyice uzaklaştı Nilüfer'den. eşine en çok ihtiyacı olduğu zamanlarda o yoktu bile! Hastalığından çok, bu üzüyordu onu.
Annesi bir şekilde onun bu durumunu öğrenmiş, olduğu yere gelmişti. Babası annesinin kız kardeşinin yanına gittiğini düşünüyordu, fakat ana yüreği, kızının hasretine daha fazla dayanamamıştı.
Bebeğini aldırmayı istemiyordu, ama yapıalacak başka bir yol yoktu bu süreçte.
Ya tedavi ya bebek
Bebek annesiz nasıl yaşardı hem??..
Karar verdi Nilüfer, ölümü pahasına da olsa bebeğini aldırmayacaktı, katili olamaycaktı onun.
Gökhan'dan boşanmıştı artık, turist bir kızla evlenmişti kendisi de.
Nilüfer, kararlıydı bebeğini asla aldırmayacaktı. 4 ayın sonunda bir kızının oalcağını duyduğunda ise dünyalar onun olmuştu.
Tedavisi için gerekenleri ise doktor beyler yardımcı oluyordu. hiç bir masrafan sakınmıyorlardı bunun için.
Nilüfer'in hayata bakış açısı, güçlü , azimli, istikrarlı yapısı ve olgunluğu 37 yaşındaki doktorun dikkatini çekmişti. Ona karşı ilgi duyuyordu. Nilüfer ise yardımlarından ötürü nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu.
Nilüfer, ne yapacaktı, bebeği de olunca bir de onun masrafları.. Off! hem çalışamazdı da bu durumda.. Ailesine dönse, .. Hayır hayır, buna cesareti yoktu!
Bir gece ağlama sesleriyle boğulmuş odasında hıçkırıklarını duyan doktor, içeri girdi :
"Neyin var nilüfer ? Hiç yakışmıyor hem sana ağlamak, bak tümörden kurtuldun, bebeğin sağlam.."
Nilüfer, derdini anlatacak kimsesi olmadığından içini döktü o gece.. Doktorun da gözleri dolmuştu. Sana birşey soracağım, ama hemen yanıt vermeni bekleyemem tabi..
"Nedir?" dedi Nilüfer merakla..
"Benimle evlenir misin ? "
Nilüfer, hiç beklemiyordu bu teklifi, hem nasıl olur ben ilkokulu dahi bitirmedim, siz ise...
"Sus.." dedi doktor, aklından sakın geçirme bunları, ben seni sen olduğun için isitiyorum, sadece bu..
Nilüfer, çaresizliğin vermiş olduğu bir mağduriyetle, ertesi sabah kararını açıkladı ve kabul etti doktorun teklifini.
"Artık yeter!" dedi hiddetle Nilüfer. "Yeter artık bu zamana kadar sana yaptığım yardımlar, sen ki beni yüz üstü bırkaıp gittin en zor günümde. "
"Korkmuyorum senden, kime söylersen söyle, lanet olsun seni tanıdığım güne, demek o attığım ilk tokat, değmezmiş sana ! "
Gökhan, bu defa," Kızını alırım elinden" dedi, "Gerekirse kaçırırım! "
Gözünü para hırsı bürümüzbirinden herşey beklenirdi.
4 yaşındaki kızı Sema'yı kreşe yollarken servisiyle, bir de ne görsün, servis şoförü Gökhan!
Hemen indirdi kızını ordan. Uzaklaşmak istiyorlardı artık o muhitten.
Taşınmak isdeğini söyledi Nilüfer.
O sıralarda doktorun zorunlu görev için tayini Hakkari'ye çıkmıştı. Nilüfer, seninle her yere gelirim dese de, doktor kızımızın eğitimi için orda kalmalısın diyordu. Zavallı doktorun olan bitenden haberi yoktu oysa.
Nilüfer daha fazla dayanamadı ve ilk uçakla eşini yanına geldi kızıyla birlikte.
Nilüfer Hakkari'ye doktor eşinin olduğu yere yerleşti. İlk zmanlarda herşey güzel gidiyordu. Fakat rahat yaşamaya alışkın olan doktor sabri, Hakkari'de psikolojik sıkıntılar yaşamaya başladı. Nilüfer, zaten bunalımdan kurtulmak için eşinin yanına gelmişken bir de böylesi bir dertle karşı karşıya kalmak, daha da üzüyordu onu. Ya hastalığı tekrar nüksederse.. Hem bu defa kızı da vardı, kime bırakırdı böyle bir durumda, psikolojik sorunları olan üvey babasına mı ?
Nilüfer, ne yapıp edip, büyükşehire yerleşme kararı aldı. Hem eşinin tedavisi için, hem de kendini orda daha iyi hissetmesi adına, ayrıca da kızının okula başlaması gerekiyordu ki bu sebeple büyükşehir rahatlacaktı onları her anlamda.
Nilüfer, yaşının da vermiş olduğu olgunlukta ve de güzellikte bir kadındı. Tek başına mücadeleci ruhu, herkes tarafından övgü ile karşılanmasına sebebiyyet veriyordu. İlkokul mezunuydu ama birçok üniversite mezununa taş çıkartıcı idi adeta bildikleri.
Kendisi okuyamamıştı, kızımı okutacağım diye and içmişti kendine. Öncelikle Sabri'nin eski sağlığına kavuşması gerekti. Herşey düzene binerdi nasıl olsa.
Birgün Nilüfer kızı ile okul alışverişi için alışveriş merkezlerinden birine girmiş, dükkanları dolaşıyorlardı. hiç ummadığı anda, arkasından bir ses :
"Nilüfer!!" diye bağırdı.
Kadın neye uğradığını şaşırdı. "Bu nasıl olur ?"
Nilüfer'in beşik kertmesi değil miydi bu!
"Hayır!" dedi, "Bu olamaz, yanlış gördüm sanırım, ya da içimdeki korkunun vermiş olduğu bir kabus görüntüsü olmalı, bu ses.. çok saçma! onca zaman geçmiş olmasına rağmen, nasıl hatırlayacak ki hem beni!"
Arkasını döndü tekrar ve yoluna devam ederken, yine aynı ses:
"Nilüfer, dur!" dedi.
"Beni
"Seni çok sevdim be Nilüfer.." dedi kertmesi.. "İlk defa birini sevdim!" dedi. "Ama sen, töreleri atanı hiçe saydın, kaçtın! bunu yanına koymayacaklarını bilmez miydin?!"
"Artık eski Nilüfer yok dedi sizin karşınızda, ben bambaşka bir hayata boyadım kendimi, eşim ve çocuğum haricinde kimseyi tanımıyorum, tanımak da istemiyorum!"
"Yanlış yaptın dedi kertmesi, hem de çok büyük yanlış!
Gözgöre göre attın kendini ateşli bir kuyuya. "
AVM'de tüm güvenlik önlemlerine rağmen, bu silahı nasıl sokmuştu içeri!
Güvenlik görevlisi arkadaşıymış demek, bu defa ne x-ray cihazından, ne de dedektörle aramışlardı onu. Elini kolunu sallaya sallaya girmişti içeri. Peki sorumlusu kimdi bu olayın, bu yaşanacakların sebebi neye bağlıydı!
Tam silahını çekti ki, vurmaya niyetli bir şekilde: "DURUNN!!! diye bağıran bir ses,
Aman ya Rabbbii !!
Gökhan değil miydi o gelen!
Meğer, onu takip ediyormuş, kızını görmek için peşlerinden gidiyormuş çaktırmadan.
"Sen de kimsin?" diyen kertmesi, "Ben Gökhan" denince, "Demek kaçtığı kişi sendin, işte bir taşla iki kuş, şans ayağıma kadar geldi, seni de öldüreceğim!" dedi. Silahı önce Nilüfer'e doğrulttu ki, koşarak gelen Gökhan, Nilüfer'i çekti, kurşun bir mağazanın camına isabet etmişti.
Olay yerine derhal polisler geldi ve şikayet üzerine tutklanarak yargılanmaya karar verildi.
Gökhan, kızını istiyordu Nilüfer'den, "ASLA!!" dedi, "Canımı verirm ama kızımı asla!"
Gökhan: "Kendi rızanla vermezsen, eşin Sabri'yi ölmüş, kızını ise kaçırılmış bil. "
Bunu göze alamazdı kadın, ne Sabri'den geçebilirdi ne de kızından.
O gece gözüne uyku girmedi, ağlıyordu, Sabri Allah'dan nöbette idi, eşine bu olayları yansıtmamak için gülümsüyordu tüm gün. ama içi.. İçi kan ağlıyordu adeta..
Sabah oldu, verdiği adrese kızı ile birlikte gitti. Eşyalarını bir çantaya istiflemişti. Arasına eşinin çok eskilerden evinde korumak amaçlı bulunması için aldığı silahını da koymuştu. Artık canına tak demişti kadının. Ondan temelli kurutulmalıyım, yoksa Gökhan'ın benim ve ailemin peşini bırakacağı yok..
Gökhan pis pis sırıtarak:" Hadi ver şu kızı" dedi, kızına karşı hiç bir şevkat yoktu.
Kızını öptü, okşadı, kokladı, bırakamadı ki, Gökhan: " Yeter artık ver hadi!", diyerek kızı çekti kolundan.
Arkalarını dönmüş giderlerken, Nilüfer:
Göökkhaaannn!! diye bağırdı ve hiç gözünü dahi kırpmadan tüm kin ve nefret dolu bakışlarıyla soğuk kanlılıkla bastı tetiğe.
Gökhan, can çekişiyordu!
Küçük kız, tüm bu olan biten karşısında olaylarıfilm izlermiş gibi oyun zannederek bakıyordu. hiçbirşeyden habersiz, masumdu.
Sabri, olup bitene bir anlam veremiyor, neden neden benimle paylaşmadın tüm bunları diye kızıyordu sadece eşine.
Kızı Sema, okula başlamıştı, Sabri ise, tekrar alkole başlamış, artık bir desteği de olmadığından, deli divane olmuştu. Meslekte eski başarısı yoktu artık. Arkadaşları sırt çevirmişlerdi ona.
Küçük kız, annesini özlüyordu. Üvey babası ona ne babalık ne de annelik vazifesi yapıyordu. daha fazla dayamadı ve evden kaçtı annesini bulmak için.
O gece, parkta bir salıncakta donmuş cesetini buldular kızın.
Küçük bedeni, gecenin ayazına soğuna yenik düşmüştü.