Genelkurmay Başkanı, Kara, Hava ve Deniz kuvvet komutanlarının istifasını bekliyordum. Hiç şaşırmadım. Hatta biraz da sevindim. Muhtıra vereme gücü yetmiyorsa, elbette istifa vermeye gücü yetmeli... Düne kadar 6-7 bin genç ölürken istifayı düşünmeyenler, bu gün istedikleri terfiyi alamayınca istifa ediyorlar.  Bırakın etsinler… Sorgulaması daha kolay olur… Hiç değilse görevini yapanlara söz gelmez…
 
 Neden, Türk ordusunun başında görev ve liyakati hak etmediği halde, sihirli bir güç tarafından domino taşları gibi sürekli terfileri ilerletilenlerle doludur?
 
Yıllarca kimin terfi edeceğini, kimin nereye geleceğini, o gizli el belirledi. Önceki Başbakan ve Cumhurbaşkanları ise olanları seyrederek ve mecburen onaylayarak noter vazifesi olmaktan öteye gidemedi. Başbakan’a selam vermekten kaçınan komutan emekli edileceği gibi, “Cumhurbaşkanı’nın karısı başörtülü diye” elini sıkmaktan kaçınan, öcü gibi gören generalin de terfi ettirilmemesinden daha doğal ne olabilir? Türkiye’de demokrasi olacaksa, adam gibi olsun, doğrusu budur. Değilse demokrasinin adını değiştirelim veya yeni bir isim bulalım…
 
 Yukarıya doğru yapılan terfi ve ilerlemeler, adı geçen sihirli güç tarafından sürekli bir şekilde şekillendiriliyordu. Özellikle bu şekillenme yapılırken, özellikle ana babası Müslüman olan veya sadece başörtülü olan aileden gelenler sıkı bir kıyımdan geçiriliyordu. Hakları ellerinden alınıyor, takibe uğruyor, fişleniyor, kasıtlı bozuk sicil veriliyor, ceza üstüne cezaya muhatap oluyorlardı. Müslüman çocuklarına kurmaylık yolu tamamen kapatıldığı için, albaylıktan yukarı çıkamayıp; ya emekli oluyor veya da erken istifaya zorlanıyorlardı…
 
Sıradan bir vatandaş olarak; alttan yukarıya doğru yıllardır seyrediyorum. Vergimle beslenen ve yukarıda krallar hayatı yaşayan paşaların bir er kadar görev yaptığına inanmıyorum. Eğer adam gibi görev yapsalardı, 25 yılda 6-7 bin şehit, 10 binin üzerinde yaralı vermezdik… Terör adına, bir kara delikten farksız rakamı belli olmayan, yatırıma gidecek olan o uçuk rakamları heba etmezdik…
 
Öyle günler oldu ki, günlerce sınıra asker, teçhizat ve araç yığıldı, bir iki karavana atışla kandil, selamlandıktan sonra geri dönüldü. Ne menem şeyse… Hala anlayabilmiş değilim. Ben o kadar araç, asker ve silah yığacağım kandil’de taşın üstünde taş koymazdım. Bekâra avrat boşaması kolay… “Abd’nin emri böyleydi” diyebilirler… Ve onlara da pabuç bırakıyorlarsa yazıklar olsun… İtlerin leşlerini patlıcan gibi ipe dizer, ibreti âlem olsun diye, aylarca yol boyunda sergilerdim. Aklıma çok kötü şeyler geliyor ama kendimi zor tutuyorum…
 
Aktütün’de, Dağlıca’da yaşananları, Şemdinli’de olaylar oldu, olayları yapanlar askeri görevli ve o günün genelkurmay başkanınca “tanıyorum, benim çocuklarım” açıklamasını, genç savcının meslekten atılmasını, Eşref Bitlis ve Özal’ın öldürülmesini,  Hırant Dink,  Malatya ve Trabzon Cinayetlerini, Aselsan dört yiğit genci kurban verişimizi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun planlı bir komploya kurban gitmesini, daha çok taze olan Silvan’da yaşananları hala kabullenemiyor ve hala hazmedemiyorum.
 
Diyeceksiniz ki, yüksek askeri kademe ile ne alakası var? Ben de diyorum ki, çok alakası var… Eğer, zaman müsaade ederse,  paşaların ne kadar kirli çamaşırı varsa, pazara inmesi hiç de uzak değildir…
 
İsrail’le yapılan askeri antlaşmaları, servis edilen askeri sırları, yapılan askeri ihalelerdeki kopartılan komisyonları, askeri ihale ve harcamaların denetlenememesini, kara bir delik olarak duruşunu hazmedemiyorum.
 
Bir komutanın Türkiye Başbakanına küfür seviyesinde hakaret etmesini, üst rütbeli komutanların tüm teamülleri yıkarak, “Cumhurbaşkanın hanımı başörtülü” diye tebrike gelmemelerini, TBMM’ne girmemelerini, diğer bir komutanın Türkiye Başbakanı için ayağa kalkmamasını hazmedemiyorum. Başbakanın fikrine ve şahsına saygı olmayabilir ama o makama saygı duyulmaması, bu ülkeye ve bu millete alenen hakarettir.
 
Yüksek askeriye bu olayların neresinde? Ne kadar içinde? Veya ne kadar dışında mutlaka aydınlatılması lazım?
 
Adamlar yıllardır kırmızı kitaba,        “birincil düşman Müslümanlardır=Şeriat=İrtica”  diyorlardı. Kendileri hangi dinden bilmem? Hadi amel etmiyorlar, bir bey dediğimiz yok. Peki, bu milletin dinine niye küfrediyorlar? Neden öldüklerinde cami önündeki musalla taşına geliyorlar?  Hele bunları hiç hazmedemiyorum…
 
“Türkiye demokrasi tarihinde bir dönüm noktasıymış”. Olmalı… “Sivil iradenin askerin dayatmasına karşı koyması açısından eşi görülmemiş bir öneme sahipmiş.” Aladır. Ama daha önemlisi sivil iradenin duruşudur. Yaşanan olaylar, şahıslar açısından üzücü gibi görünse de, ülkenin selameti açısından olumludur. Elbette, askerlik kendine özgü önemi ve kuralları olan bir meslektir, ona da saygı duyuyorum. Dün askerlik ocağı, peygamber ocağıydı… Peygamber inancı, silah zoruyla kışlalardan çıkartıldı… Yerine sapıklar ve kaçıklar aldı… Askerde iman olursa görev kutsal, değilse bir masaldan ibarettir. İlkel toplumların bile inançları, inandıkları değerler vardır. Bunu bilemeyecek kadar bunlarda azıcık bir akıl yok mu?
 
İktidarın demokratikleşmeden, sivilleşmeden, asker sivil ilişkilerinin normalleşmesinden vazgeçmemesi gerekir. Muhalefet partilerinin önünde ise "demokrasi sınavı" duruyor. Gerçi onların böyle bir derdi, böyle bir gündemleri de yok ya! O sınavı geçecek bir parti var mı? Doğrusu ben emin değilim...
 
İstifalar, sivil asker ilişkilerinde bir kırılma noktası olduğu doğrudur... Buradan bir kriz bekleyenler ancak avucunu yalar. Bu ancak Türkiye'nin normalleşmesini hızlandıracaktır...
 
Ant-300711

 



 

( Gedikten Düşen Taşlar başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 30.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.