Zamanla birlikte birçok şey değişti yeryüzünde. Her şeyden önce insanlar değiştiler; birçokları öldüler, birçokları doğdular. Çeşitli teknolojiler geliştiler. Bilinmeyen birçok şey bilinir oldu. Hayat birçok insan için kolay ve yaşanılır hale geldi. Birçok hastalığa çare bulundu. Birçok ülkede insan ömrü uzadı. Zamanla birlikte değişmeyen ve daha da şiddetlenen birçok şey de var ama. Örneğin yeryüzünde adaletsizlik her geçen an biraz daha arttı, örneğin dehşet ve vahşet hiç değişmedi, örneğin birilerinin rahat yaşaması için birilerin öldürülmesi kanunu hiç değişmedi. Dava Habil ile Kabil’in davasıyla aynı aslında, hiçbir değişiklik olmadı.

 

Yirmi birinci yüzyılda gezegenimize bir göz atalım, yirmi birinci yüzyılda insanlığı bir inceleyelim. Bakalım neler karşılayacak bizi ve bakalım neler göreceğiz? İnsanların bir kısmı büyük bir refah içinde; yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında desek yeridir. Bu bir kısım insanlar özgür doğarlar, özgür yaşarlar ve fakirlik onlar için bir bilinmezliktir. Bu insanların yaşadıkları ülkelerde insanlar sebepsiz yere ölmezler ve öldürülmezler. Teknoloji bu insanların emrindedir. Hukuk bu mutlu insanlar için vardır. Adalet bu insanlara dağıtılır. Bu mutlu insanların ülkelerinde çoğu hastalığa çare bulunmuş ve insan ömrü uzamıştır. Lüks bu insanlar içindir. Mutlu olmak için israf etmek bu insanlar içindir. Bu insanlar dünyaya mutlu olmak için gelmişlerdir.

 

Gelgelelim yeryüzünde yalnızca bu insanlar yaşamazlar. Bir de diğer kısım insanlar vardır. Bu insanlar açlık ve sefalet içindedirler.  Bu insanlar için adalet hiç var olmamıştır. Bu insanların ülkelerinde insanlar sebepsiz yere ölürler ve öldürülürler. Teknoloji bu mutsuz insanlar için oldukça lükstür. Bu insanların ülkelerinde basit bir gribal enfeksiyondan bile binlerce bebek ölebilir. Bu insanların ülkelerinde insan ömrü oldukça kısadır ve kısalmaktadır. Bu insanlar korku içinde yaşarlar. Her an bir işgal tehdidi ile karşı karşıyadırlar. Bu insanların üzerinde her an bir bomba patlayabilir ve serseri kurşunlar aileleriyle birlikte oturdukları evlerinde kendilerini bulabilir. Bu insanlar işkence görebilirler, açlıktan ve hastalıktan ölebilirler. Hiç kimse bu insanların haklarını savunmaz, bu insanlara kendilerini savunma hakkı verilmez. Kendi ülkelerinin topraklarından çıkan zenginliklerden faydalanamaz bu insanlar. Ölüm bu insanlar içindir, zulüm bu insanlar içindir.  Bu insanlar dünyaya ölmek için, mutsuz olmak için, köleleştirilmek için gelmişlerdir.

 

İşte yirmi birinci yüzyılda insanlığın durumu budur. Yeryüzünün bir tarafında bir insanın bir günde keyif için harcadığı para miktarı, yeryüzünün bir tarafında binlerce insanın bir haftalık yiyeceğine eşittir. Yirmi birinci yüzyılda eşitlikten bahsetmeninse imkânı yoktur. Adaletten bahsetmenin imkânı yoktur. İnsan haklarından bahsetmenin imkânı yoktur. Özgürlükten bahsetmenin imkânı yoktur. Demokrasiden bahsetmenin imkânı yoktur. Yaşama hakkından bahsetmenin imkânı yoktur.

 

Yirmi birinci yüzyılda zalim; özgürlük vermek adına, adalet dağıtmak adına, demokrasi götürmek adına, yaşama hakkını tanımak adına zulüm yapmaktadır. Güçlü olan işkence yapmaktadır, cinayet etmektedir, tecavüz etmektedir. Zalim olarak kendini haklı bilmektedir, haklı göstermektedir. Peki, bu yalnızca yirmi birinci yüzyıla ait bir davranış biçimidir? Elbette hayır. Bu tarihi bir misyonun devamıdır. Bu dava insanlık kadar eskidir. Romalıların kendilerinden başka milletleri barbar olarak görmesi gibi, Avrupalı misyonerlerin haçlı seferlerinde diğer milletleri öldürme haklarını kendilerinde görmeleri gibi, Firavun’un İsrailoğullarını kendi köleleri görmeleri gibi, Milattan önceki Çin İmparatorluğunun diğer milletleri yok etme hakkını kendilerinde buldukları gibi, Moğolların diğer tüm milletleri katletme haklarını kendilerinde görmeleri gibi, Nazi Almanya’nın diğer milletleri öldürme hakkını kendilerinde bulmaları gibi, Sovyet Rusya’sının kendi dünya görüşünde olmayan milletleri yok etme hakkını kendisinde bulması gibi, İsrail Devletinin Arap devletlerini ve tüm dünya insanlarını kendilerine hizmet için yaratıldıklarını düşünmeleri ve öldürme haklarını kendilerini bulmaları gibi örneklerle doludur tarih. Bu iyi ve kötünün binlerce yıllık savaşının devamıdır. Bu zalim ile mazlumun, güçlü ile güçsüzün savaşının devamıdır. Bu dava şeytan ile Hz. Adem’in davasıdır. Yani yirmi birinci yüzyılla tek alakası yirmi birinci yüzyılda da devam etmesidir.

 

Yeryüzündeki tüm nimetler yeryüzündeki tüm insanlara yetebilecek potansiyelde olmasına rağmen güçlü olan daha güçlü olmak istemektedir. Bir yerde sekiz tane ceviz ve sekiz tane çocuk var. Her çocuğa bir ceviz düşse her çocuğun bir cevizi olacak ve sekiz çocuğun sekizi de mutlu olacak. Ama bu çocuklardan birinde dört ceviz, birinde üç ceviz, birinde bir ceviz var ve diğerlerinde hiç ceviz yok. Bu çocuklar bu cevizler için kavga ediyorlar. Bu çocuklardan kimisi iri yarı, kimisi zayıf ve güçsüz. Kimisi dayak atıyor, kimisi dayak yiyor bu çocukların. Bu çocuklar bu cevizlerden önce yalnızca çocuktular. Cevizlerden sonra bu çocukların kimisi zalim, kimisi mazlum oldular.

 

Velhasıl-ı kelam yirmi birinci yüzyılda hiçbir şey değişmedi dünyada, hatta daha da şiddetlendi. Zalim aynı zalim, zulüm aynı zulüm, kafir aynı kafir, düşman aynı düşman ve mazlum aynı mazlum, dava aynı dava.

( Yirmi Birinci Yüzyılda Çocuklar Ve Cevizler başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 9.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.