Belki de yazmamalıyım artık.
Yazdığım onca yılın ardından…
Yazgıma yandığım yazgımla yağdığım…
Minvaller var miadı dolmuşsa eğer ki
yeniden derleyeceğim.
Ve de mizacı mevsimin:
Ah, meylettiğim aşkın İlahi Durağı ve
edilesi her duayı bilirim ki tek duyandır Tanrı.
Münferit bir hece ile iştigal ve de
müsebbibi iken hüznüm saf tuttuğum sevdanın ulu ulvi Mertebesi.
Tutuştu mu da etekleri bu imkânsız
çağıltının renginde saklı kâh özlemi kâh kıvancı…
Resmedeceğim yeni bir gün daha
eklendi bahtıma günü geçiştirmekten de öte geçkin yüreklerin indinde safça saf
tutmuşken de bu minvalde.
Sözcükler diken misali çiçeklendiğim
ümidin veryansın ettiği ve tüten dumanı ocağın mevsimler de şaşkın aşkın mizacı
da.
Devrilesi putlar saklı önümde ve işte
devrik cümlelere meyledip aslında nabzını tutuyorum ben hayatın.
Düşkün bir renksin, ey yüreğim:
Ey, mintanım mizacım vazgeçemediğim
Bir iklimden de öte tutulan nutkuma
Kâh ses kâh öfke ektiğim
Yeşeren ruhuma sabık sadık bir
minvalde
Endamlı bir hüzünle diktiğimsin
Dilemması yüreğimin
Dilaltı iken kelebek ömürlü
şiirlerim…
Mahcup bir renk gibi öncemde beyaz…
Aşka dala bata çıka ve işte yüzümdeki
pembe duvak.
Göğün iniltisi az evvel dindi
sözcüklerimi uyuttuğum anne mizaçlı her ninnide aslında kendimi bulduğum…
Pervasızım severken.
Pervazında asılıyım dinmeyen nazımın
niyazımın.
Tutuklusu olduğum kadar da
hayallerin.
Perçemime konan yavru serçe.
Peşrevi ve de sözcüklerin ve
korunaklı dünyamın geçiş hakkı tanımadığı nice insan nice aldatı.
Hükümsüz yine hükmeden sevdalı ve o
kayıp ritminde günün sadece bir örüntüye denk düşmediği de aşikâr benliğimin.
Yitenlerin ardından.
Yataklık edense hüzün urbam.
Yağan mentollü sağanak kıblemde ardı
ardına çakan şimşek bense ışık hızıyla sevdiğim kadar ışık hızına denk düşen
bir aşkla yazmaya baş koyduğum ve tüm kat izinde duygularımın, doğaçlama
yazabilmenin ertesinde huzura erdiği kasvetli doğasında terk edilmişliğin ve
işte medet umduğum kalemim ve de şairin dediği gibi:
İnatla yazıyorum.
İdamesi aşkın ikamesi s/onsuzluğun.
Göğün rövanşı.
Cihanın da yok iken kendinden geçmiş
sorgu suali.
Köpüren bir lahza gün ışığı ektiğim
ve işte yüreğimi de kalemimi de güncelliyorum.
Ezkaza sussun kalemim.
Varsın bir enkaza dönüşsün yazıp da
değer görmediğinde kalemim:
Ne çıkar misal ölümlü bir şiiri daha
gömüp de ben hazır ol da beklerken yaz emrini ne de olsa bu sebil kalemin emir
eriyim bir o kadar rahmeti sonlanmayan sebilin.
Hüzün reşittir hem.
Hazansa muktedir bahara.
Hüzzam makamında aşkın yağan rahmetin
otağına da bağdaş kurdum ve gel-geç sevdalara da çekmişken restimi.
Bir sağaltıl mademki kalemin bu aşka
suç ortaklığı yaptığı ve ben kıblemden sesleniyoruz azat edilmeyi bekleyen her
sözcüğe yüreğimden gelen her cümleye de kefil iken.
İrdelemem gerekenler var gerekçe
beyan etmesem de geçiştirebildiğim duygularım var hem de geçimsiz addedilebilen
bir ruh bir mizaç benimki.
Uyuya kalmışken hem de bir ömür.
Uykuya olan düşkünlüğümden geride
kalanlar ve uykulu gözlerimi yakan bir ateş bir duman sihirli bir yolculuk iken
rüyalar gecemi gündüz bildiğim seferisi hayatın bazen bir ukde bazense umresi
hayatın kazaya kurban verdiğim hayallerim ve dünde takılı kalmış en genç
yaşımda inzivaya çekildiğimden de bir adım sonrası sunumu zanların sancılı bir
varoluşta hiçliğimin ve patavatsız insanların kurbanı olduğum kadar kur yapan
sözcüklerin kumsalında saklı bir istiridye gibi ya da bir çakıl taşı ve işte
sevdamın suskun o lal alfabesi.
Çat pat konuşmaya çalışan bir çocuk
gibi ya da bir yabancı dili ilk kez telaffuz eden bir yabancı gibi şaşkınlığın
dibini gördüğüm ve dilimin dolandığı bir ömrü heba etmenin ertesi.
Bomboş bir sayfaya kör gözlerle
b/aktığım aşikâr.
Israrla yazmanın ertesi ıslanan
kalemim.
Ölümü irdeleyen bir boşluk bense
hoşluk bilmişken ve işte o boş kümenin en sadık elemanı:
Boşa düştüğüm.
Başa geçtiğim.
Baştan savma.
Ve başat iklimin kabrindeyim.
Suretler yanıltan ve suskun ve
değişken ve sancılı.
Sureler yüreğimde uçuşan ve annemin
dualarında hayat bulduğum ve anne ikliminde huzura erdiğim ve ölümün suretinde…
Kaskatı kesilmiş bir beden.
Rengi kaçmış bir kazak.
Mermerden mezar taşım bile yok iken
oysaki ben ölümü ısmarladım Kara Meleğe ölüm iken ikame etme ihtimali ile
sekerken de yaşarken kör topal haraç mezat uzandığım yatağım ölümü çağrıştıran
uykuda bile huzur bulamadığım kadar ve işte her gün ama her gün huzuruna
çıkarken o beyaz boş sayfanın iniltilerinde nükseden sözcüklerle hemhal lakin…
Kalem sus pus oldu mu hele ki…
Kale duvarlarım yıkık.
Kaile alınmadığım kadar kederin
yolcusu.
Kaderin ihtiva ettiği o minval.
Kamuoyunda rağbet görmeyen bir aday
gibi insanların seçiminde işaretledikleri o şık:
Hiç biri.
Hiç birisi herkesin.
Hiçliğin kaputu.
Sözcüklerin tabutu.
Tabular.
Kırılan putlar ve de.
Kırgın göğün serkeş bulutları bense
sürüden ayrı düşmüş bir göçmen kuş ölüme yürüdüğüm hüzünle örtüştüğüm ömrün
güme gittiği.
İsyan doluyum bu gün ama kendime.
İbraz ediyorum her duyguyu kümülatif
bir sağdıç iken lügatten sökün eden sözcükler.
Bulamadığım bir kapı bulamazken
kendimi.
Bünyemde sakladığım zehri içine çekti
mi de kalemim.
Sır küpü.
Serlerden ibaret.
Şehrin surlarında yaşadığıma delalet
ve işte şehrin tapusu üstüme ve işte şiirlerin hicvinde saklıyım bol keseden
sevdiğim kadar boşa düşen bir vatandaş gibi hiçliğin dik kalesinde tevazu yüklü
yüreğimin de sarkıtlarında gizlenmiş bir çiy tanesi yağan rahmete sevdalı ve
ben Rabbime yürüyorum…
Öncemden farklı asla bir sonram
olmayacağının da bilincinde ve anda saklı bir kör nokta kordan sözcüklerin inşa
ettiği külliyesinde yalnızlığın közündeki kor ve içindeki yangının
sonlanmayacağını bile bile değil ki sönmek ve işte büyüten kıvılcımlar hele ki
ilk gün daha dün gibi aklımda: kalemi ilk kez elime aldığım gecenin ertesinde
yaşayacağım bunca acıyı da kâğıda dökmekle iştigal hayatı cennet bildiğim bir
sekmede cehennemi yaşadığım kadar kendinden bihaber…
Tren rayındaki rolüm ve hızına âşık
olduğum aşkın kaldırma kuvvetinde seken bir kuş gibi özgürlüğüm eğer ki
çalınmamış olsaydı ta çocuk yaşımda ve özgüvenim ile sağaltmaya durduğum
acılarım.
Hangi rengin kefeninde saklı ise
karanlık.
Hangi minvalde yol alıyorsa insan.
Meclisten geçmeyen bir kanunu Karun
bellediğim ve yüreğimle temyize gidip da meleklerden temiz kâğıdı almanın
verdiği huzur ile dalgalanıyorum ruhumun köstekli saatinde an geliyor daralıyor
içim ve göğün en metruk köşesine otağı kurup da yeryüzünde sığınacak bir liman
bulamadığım kadar da biliyorum artık insanların ne denli sağır ve sevgi özürlü
olduğunu…
Yine de kamaşıyor gözlerim.
Yine de kaynaşıyor yüreğim
Yedieminde unutulmuş bir cüzdanda
saklı tedavülden kalkmışken pek çok duygularım.
Pekişen bir hasretin g/izini sürüyorum.
Yorgun fıtratımla ip atlıyorum
kalemimse her kendi kaleme gol attığında göğüslüyorum ipi ve yere göğe
sığamıyorum ne zaman kalemden ayrı düşsem ve ne zamanki kaile alınmasam
içimdeki çocuk defalarca ölüyor bense taziyelerimi kalemime sunuyorum çünkü insanların
aldırmazlığında biliyorum ki sergiledikleri her yalan duygu bir aldatıdır ve
işte hüznümden yaptığım bir alıntıdan daha yola düşüp baş koyduğum o minvalde
kırağı çalan yüreğime d/okunuyor yazdıklarım…
Bir elmanın iki yarısıyız kalemimle
yaşadığım aşkın da şadırvanı iken kâh gaipten gelen coşkum kâh gaipten gelen
ilham perim ve idare lambasında geçen yıllarımdan da arda kalan iken gözlük
numarası ilerlemişken gözlerimin.
Gözümün neminde abdest alan kalemim.
Rabbin Dergâhına sığınıp kulağımda
iken de her ezan sesi.
Mıntıkam.
Rabıtam.
Rayici olmayan bir rüzgâr mağlup
geldiğim.
Kumdan kalelerim ve kalemimle inşa
ettiğim köprüler belki de yaktığım gemiler bense kalemin c/esaretinde bir
yankıya daha sahip çıkıp yangın ertesi sadece kalemimi kurtarmakla mükellef
olsam da görüntüde s/onsuzluğa nail olmanın da sergüzeşt bestesi iken yaşama
sevincim ve pişekar güftesi ömrün kalemimle sektiğim ve kalem-kakan mizacımda
saklı tutulası duyguları bir derviş gibi fikrimle zikrettiğim…