Sözcüklerimin emir eriyim ve hayta
yalnızlığın da izdüşümüdür ne zamanki kalemle sözleneyim ardı arkası da
kesilmez düğün şiirlerimin.
Mizacına yenik düştüğüm bir
mevsimdeyim.
Belki de miadı dolmuş.
Köpüren denizin yüzeyinde infilak
eden bir denizanası mıdır yoksa elimle yokladığım belirsizliğin gölgesinde
yeşeren umut mudur en yakın dostum?
Tünediğim bir hüzün dalı ya da
hüzünlü yüreğimin salkım saçak varlığı.
Tembihliyim hem büyüklerimden önce
inandığım sonra güvendiğim tek dostum tek sırdaşım iken kitaplar muğlak bir
zaman aralığında resimler biriktirdim ruhumun talaşlı ve telaşlı yollarında pul
pul da döküldü yüreğim ne de olsa bir kitaba daha tav olmuştum henüz yazmadığım
vakitlerde bedenim iken ruhuma dar gelen ve daracık bir koridorda bir ileri bir
geri volta attığım…
İksirli bir duygu idi alfabenin
tanıklığında seken yüreğim.
Ve rahmetli ilkokul öğretmenim hani
ona ithafen şiirler yazdığım: o huysuz ve tatlı kadın.
Gözleri semazen.
Saçları rüzgâr.
Ruhu umut.
Sesi ise cebbar.
Sadrazamım semazenim sevecenliğim ve
seken yüreğim ve şerh düştüğüm gölgem.
Henüz gölgemle dahi kavgalı olmadığım
zamanlara denk düşen bir aşk iken ruhumun enginliğini kulaçlayan.
Emir eri olduğum sözcükler gel gör ki
sadece okumakla mükellef olduğum.
Zamanlar sakit olan zamansız
zamanlarım mademki her aşka düştüğümde kendimle helalleşiyordum.
Sessizliğin henüz revaçta olmadığı
bir zaman aralığı ne de olsa ben seksenlerin doksanların kızıydım ve…
Ansızın koptu kızılca kıyamet.
Saçlarımın ağarmadığı kızıl tonların
eşliğinde şakıdığım ve nihayetinde milenyuma ayakbastım ama ruhuma askıntı olan
bir önceki yüzyıldı.
Yılmadan sevdiğim.
Yanılsam bile gerisin geri kaçtığım…
An gelip de hiç görmediğim bir adama âşık
olduğum.
Öncemde aşkı bana yaşatan ilk insan
iken rahmetli babaannemin kucağında uyumayı çok sevdiğim sonra hastalanıp
yatağa düştüğünde başında beklediğim zamanlarda dahi ümidimi saklı tuttuğum.
Belki de hırçın bir saka kuşuydum ben
daldan dala uçan.
Semiren yalnızlığımı ise tamamlarken
sevgi ve nasıl da nasıl da emindim tüm cihan tarafınca sevildiğime.
İklimler devindi.
Yaşım ermemişken kemale.
İkilemler büyüttüm sonra yüreğimde ve
işte o gün evet, o gün bin yaşıma basmıştım.
İkramı iken evrenin cahil tayfasından
uzak durduğum.
İdam sehpamda kahvaltımı edip darağacına
yakın durduğum.
Kaç kere de ipe geçirildi boynum ve
ayağımın altındaki tabureyi çoktan fırlatmıştım öteki âleme gel gör ki Tanrının
onayından geçmedi ölüm fermanım ve bin yaşında doğdum ansızın birincil
dereceden acılarımda başrolü annem almışken bense figüranıydım yaşadığım
hayatın yaşattığım kadar umudu ve sevgiyi şiar edindiğim şair kimliğim ve
kimliksiz dolaştığım günlerin ertesinde şair olarak da anılmadığım yakın
çevremin inhisarında nasıl da tutuşmuşken yüreğim.
Miadı dolan dostlarım vardı benim hem
de ehli keyif.
Mizacı bana benzemeyen ve yanıldığım
çok da iyi anılmadığım tarafınca.
Tansiyonu düşmeyen hayal
kırıklıklarım.
Takkesi düşmüştü çoğunun ve
görünmüştü keli bense fendine yenik düşmüştüm kaderin.
Gün bu gün madem.
Mademki doğduğum gün mühürlemiştim
yüreğimi.
Mademki aşk ilk kez tevafuk eseri
rehin almıştı yine saf yüreğimi.
Sunulan aftan yararlandım ve
defalarca düştüm aşkın tuzağına uzak bildiğim gel gör ki içimde yaşattığım.
Tekleyen mısralar.
Tok sesi hecelerin.
Kalemin kaderi ve hayatın kederi.
Yanılmakla yaktığım yakardığım
abandığım kadar da kendime…
Birilerini sevmekten ve birilerine
inanmaktan dolayı da geç kalmışken kendime.
Sözcükler ömrün yongası ve kalemimle
tanışıklığımda yeni bir takvim icat etmiştim aslında etmişti evren ve afrasına
tafrasına yenik düştüğüm sözcüklerle cenk edip de er meydanında tuş olmasın
diye yüreğim taş basmıştım gömülü sevgilerime…
Aşklar yeşerdi.
Sözcüklerim yaşardı.
Aşk ise hücrelerime eşlik ederken.
Haiz olduğum tek zerremle sonsuzluğun
da muadili ve müdavimi olmak ne de güzel bir tevafuktu hani.
Teveccüh eden sözcükler.
Tasfiye ettiğim sözcükler.
Tensiye ettiğim.
Temyize gittiğim.
İyi hal kâğıdı aldığım.
Tokmakla eş değer kalemin mahcup
yüzünde seken heceler ve semiren yüreğim ve serpilen ruhum.
Bir domino taşı gibi.
Bazense mars olduğum ve koltuğumun
altına sıkıştırdığım tavlam ve pullarım.
Dinamit lokumu yerleştirdiğim
yastığım.
Her gece ama her gece infilak etmemek
adına ihtiva eden duygulardan ördüğüm uzun saçlarım.
Mıntıkam mı?
Yoksa mıhlanıp kaldığım mı?
Hele ki bu yüzyılla uyuşmadığım kadar
uyruğu olmayan hüzün denen günceme eşlik ederken umudum sevginin de meali iken
sökün eden sözcüklerden inşa ettiğim cennetimde misafir ettiğim duygularım.
Bir minvalden diğerine sektiğim.
Mizacıma yenik düştüğüm.
Rövanşı ömrün ve bekası sözcüklerin
adeta örgün eğitimden mezun olmamış bir mektepli gibi bazen alaylıların
alaylarına maruz kaldığım.
Yan çizdiğim.
Yârim bildiğim kalemim.
Kırlangıca öykündüğüm.
Ne de olsa ben küçümen bir öyküydüm
öldürdüğüm nefsime sunmuşken itiraz dilekçemi.
Temyize gitsem bile…
Yaşadığım kadar da mecburdum yazmaya
ve yazdığım kadar âşık olmaya ve âşık olduğum kadar da cihana aşina olduğum ne
de olsa üç harfli bir özlemdim ben ve özlediğim ve özlendiğim özneme sahip
çıkmakla yazmak arasında gidip geldiğim…
Delişmen rüzgârla cenk ettiğim kadar…
Minvalimde büyüyen bir sevda masalı
gıyabında özlem duyduğum ama hiç mi hiç özlemediğim kadar dünümde saklı iken
tüm gizim ve sırlarım…