Düş iklimlerinde saklı salkımlarım
bazense alı al moru mor hayaller elbet hizaya gelecektir iç dünyam…
Yosun yeşili verdiğim muhtıra
Yaban kestanesi içlendiğim.
Yerlisiyim hüznün elbet yabancısıyım
Gitmediğim şehirlerin…
Bülbülle konuştum düştü yolum bir
güle:
Güleç yüzümde söndü tebessümler
Bir çiçek olmanın mealiydi içimden
her geçen.
Nifak sokan kimse hayatla arama
Arındım işte acı çeke çeke…
Bu gün daha bir farklıyım, mavili
entarisinde içlik giymeyi reddeden, sevgili Mualla ve işte düş örgülerimden
uzatıyorum elimi içinde saklı o semazenden de yoktur farkım, Mualla.
İriymiş göz bebekleri bulutların.
Fevri yüreğimle düştüğümde yola…
Sek sek oynar her söylenmeyen.
Bense yalın ve kibirsiz bir esinti,
Mualla.
Dün gece seni gördüm düşümde:
Ah, Mualla ben nasıl da düştüm bu
sevdaya.
Yosmalar saklı kaldırımlarında
görünmeyen ucunda şehrin aslında bir yargı ve yergi verilmemiş kararların can
çekiştiği düş mahkemelerinde, sevdim ben seni Mualla.
Çıtlattığın mı kulağıma?
Yoksa içine çektiğin havada mı saklıyım,
Mualla?
Yüreğin çeperi ve yalnızlığın siperi,
Mualla.
Müdaviyim acıların ama dillenir de
muradım ve Rabbime sadık bir bedeviyim ben düştüğüm çöllerde açan bir çöl
çiçeği gibi nasıl da kuraktır söyleyemediğim bu sevdam.
Rabıtam.
O rakım ki yerleştiğim bir düş
hanesi, Mualla ve sektiğim kaldırım taşlarında taşlanan benliğim ve başımın
tacıdır kalemim ve aşkımla düşkünlüğüm umuda ve sensizlikle sınandığım, Mualla.
Neredesin kim bilir ve kiminle?
Daha dündü seni arayıp da meşgule
verdiğin iç sesin.
Müşküle mi düştün yoksa ve münferit
duygulardan mı ördün sen saçlarını ve yüz görümü her kaçtığında seni
kovaladığım ben ki kaçtıkça kovalanmamak adına siper bildiğim şu dağın arkası.
Bir berat belki de geceyi devirdiğim.
Bakir tınısı gecenin bazense ölümle
yüzleştiğim.
Mutlaktır hem benim kaygılarım ve
illa ki muhtırasını vermeli cihanı…
Verip veriştirdiğin ne ki?
Kulağıma geldi Mualla oysaki biz
seninle ömür birlikteliği üzerine yemin etmiştik.
Takmadığım o yemeni ve de…
Yemen’den mi gelir illa ki kahvenin
kokusu?
Hüznümle redif.
Aşkımla şiir.
Acımla hikâyeler ördüğüm ve ben
görgülü bir kızım, Mualla ve sevdim mi kendimden geçerim.
Bir daha geçecektim ki kendimden.
Ah, kemale mi erdim sonunda ve hüzün
bulutlarında saklı siman.
Sindiremediğin neydi de döndün
sırtını gidiverdin Mualla?
Hüznümle şerh düşmüştüm ben sevgiye
ve süt liman bilmiştim seni, Mualla.
Tarih tekerrürden ibaret derlerdi de
inanmazdım hem ve sen de.
Yüzümde yorgun yılların çizgisi yok
hem ne de olsa çizgi dışıyım ben en çok da sevgiyle yeşeren cümlelerim bazen
azığa aldığım duygular ve işte gemileri yaktık, be Mualla.
Karaladığın hangi resimde yokum ben?
Hangi sofraya oturdum da önüme
koymadın tabak?
Divanesi olsak ne ki sevginin elbet
tutunmadığımız kadar birbirimize?
Şimdi sen yoksun.
Dünde saklısın.
Günümde saklı bir ötenazi belki de
duygularımı ara sıra görmezden geldiğim ve Mualla, sen artık bir kadavrasın
yoksa nasıl yazardım ben böylesine cümleleri?
Varsıl bir eğri misin yoksa ve işte
kulaklarım yine çınlıyor hem Sağır Sultan bile duymuşken bu itirafı…
Neyden ibaretmiş misin meğer sen?
Hüznüme muhalif mi yoksa üstüme
alınmadığım neşen?
Namzetsek biz bu arkadaşlığa hep mi
kırılır teker aynı yerden elbet kol da kırılıp yen içinde kalırken ben sırlarımı
aynaya döktüm ayna da bana baktı ve güldü.
Defoluymuş meğer yüreğin ve idam
fermanını da veren sensin elbet yine sağ kurtuldum o darağacından ve tüm dar
açıları geniş bildim aslında mezhebinin geniş olduğunu yeni öğrendim.
Bir uyaksın.
Bir uyku tulumusun.
Bense gecenin neferi ve nöbetçi şair
elbet eflatundur sözcüklerim ne zamanki düşmesinler yüreğimden.
Hamiline bu mektup.
Ta Kabil’den beri üstelik.
Top tüfek kuşandım da geldim savaş
meydanına hele ki bir ömür mütemadiyen kendimle cenk etmişken bil de çetin
ceviz olduğumu belki de beyliktir söylediklerin elbet sığındığın sessizlik iken
olduğum o son imtihan.
Çoktan seçmeli benim dünyam.
Bir de şıkır şıkır oynayan
sözcüklerim aslında şehladır da gözlerim ve sevdalı ve işte akseden bunca
duygudan demlenmiş şiirlere yolum her düştüğünde.
Bil mukabil, Mualla elbet senin
yerine nefret etmeyeceğim kendimden hatta senden de…
Bir izotopsa sözcükler atomu
parçalamaktan da zormuş inadını kırmak ve ben bu kopukluğa inat daha çok
sevebilmeyi becerdim iyi kötü kendimi ve ulağıyım işte dünün ve yazılanlar
elbet elçiye zeval olmuyor ve kalemdir benim meşrebim ve neşem ve dünyam belki de
kalender yüreğimle alamadığım o yolu yaza yaza alıyorum artık ve okuduğunu da
biliyorum yazdıklarımı.
Kestirme yaptığın akşamüstlerinden
dokunuyorum ruhuna ve bir düş perisi olduğumu tahayyül ediyorum ve içimdeki
hüsranla nice insanı baştan ve tüm benliğimle kolaylıkla sevebildiğimi fark
ettiğim o gittiğin günden beri ağıtlar yakmıyorum artık.
Ağladığım günlerden hediyedir bana
sundukların yoksa bu kadar acı çekmeseydim tek kelime dahi yazamazdım.
Tüy sıklet benim vicdanım.
Evrenin hurafeler doğurduğu da malum.
Dik acılı bir üçgende saklıymışız
meğer biz:
Sen ve içindeki sen ve ben ve içimden
firar eden sözcüklere engel olmak dahi gelmiyor aklıma ne de olsa engelli
yüreğinle bir enkaza dönüştüğümü sansan da ve sen bir sansarken ben illa ki
koşuyorum mademki sonsuzluğu kestirdim gözüme.