‘’Sana bu son mektubu,

Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için

Yazıyorum.

Son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.’’(Didem Madak)

 

Sarmalındasın yıldızların, sen tefrikası yüreğin ve mabet bildiğim elemin düş bekçisisin…

Yaşamadığın zamanlardan yazıyorum sana bu satırları ve asla şaibeli olmayan bir ömrün en masum yolcusu olduğumu bilmeni isterim.

Sefasını sürdüğüm çocukluğum.

Hep sevdiğim kadar öykündüğüm bilginin ömür boyu öğrencisi olmaya da talibim evrenin.

Rabbin sunduğu hayatı hakkıyla yaşamaktan başka bir amaç gütmemişken acılarıma aracı olan kâfir gölgelerden hiçbir zaman korkmadım ve kaçmadım da lakin nereye gitsem buldular izimi ve masumiyet kokan tinimde yanıp sönen yıldızlara sordular adımı…

Oysaki bir adım yok benim.

Ne insanım ne melek.

Yansımamda saklı kutsal simalar aslında içime ektiğim rediflerde açıp solan çiçekler gibi dikenlerimle dahi mutlu olmayı bildim ben.

Tenimde yangın.

Titrimde bilgi ve cesaret.

Yüreğimde yufkalar açtığım ve sevgimden kurabiyeler pişirdiğim ve tüm sevdiklerimle ağzımı tatlandırmaktı tek gayem hem çocukken hem büyürken.

Ergen düşlerim asla gerçek olmadı.

Yetinmeyi bildim ama ben.

Genç yaşımda saf tuttuğum hayallerim ve Mevla’mın ardı ardına açtığı kapılardan da girdim şükürler olsun lakin…

Denk düştüğüm kara gölgeler vardı o kapıların ardında ve hepsi en başta nasıl masum ve ışıl ışıl yüreğimi okşamıştı ve dost bildiğim nedamet yüklü ruhlardan bana yağan lanetin yaktığı ufacık yüreğimden firar edecekken tüm hayallerim ve benliğim…

Mecburen tüm kapıları çarpıp kaçtım gerisin geri.

Denedim de defalarca yeni kapıların tokmağını tutup da içeri dalmama saniyeler kala…

Efsunlu idi benim varlığım.

Emsalsiz düşlerdi sadık kaldığım.

Ama öncelikle Rabbimin şahitliğinde yanlış yapmamak adına gayret ettiğim.

Hizaya gelmedi çoğu insan bense eğilip bükülmedim.

Sadece hürmet ettim.

Sadece inandım insanlara.

Sevdim defalarca ayırt etmeden insanları ama bilemedim yanlışa düştüğümü belki de kör bir kuyuydu ayağımda taşla bağlanıp dibi bulduğum.

Karanlıktı o kör kuyu ve sesimi duyan yoktu ve asla da olmayacaktı.

Üstüme yağan laneti sonlandıran Rabbim oldu elbet ve rahmetini sundu bana ve gün yüzüyle çıktım kuyudan üstelik bir gecede.

Cehennemde yanmama izin vermedi Mevla’m ve en yakın dostum tarafından terk edildiğim kadar da müphem bir varlıktı sevdiğim insanların gölgesi ile bile mutlu olabilirken.

Bensiz bir dünya nasıl mı olurdu?

Defalarca düşündüm ama kendimi bensiz bırakmaya içim el vermedi ve sevdiğim kadar sevilmediğimi bilsem bile asla ihmal etmedim insan sevgimi nihayetinde kendime yabancılaştım oysaki en büyük dostum yine içimdeki sığınaktı.

Mizacımdı değişken olan.

Bir yıldız gibi soğuk ama ışıl ışıl.

Bir çiçek kadar sıcak ve merhametli ama solması an meselesi.

İki ismim vardı ve iki kimliğim.

Çok severken gerisin geri kaçtığım.

Kaçarken kendime yakalandığım.

Genelde anlaşılmadığım ya da yanlış anlamlar yüklerken insanlar.

Ama beni benden iyi bilen birinin varlığı hep dayanak noktamdı ve git gide büyüyen bir aşkla düştüm ben Hak yoluna.

Rengim pembe ve beyaz.

İçimdeki ışıldak aralıksız yanarken.

Yüreğimin ferinde iken saklı özlem huzura.

İç dünyamdaki nice gel-git yetmedi…

Dış sesin baskın geldiği nice ifrit.

Şakıyandı evren.

Herkesi bekleyen toprak.

Şükre vesile nice nimet.

Sabır yüklenmeyi öğrendim sonra ve nakış gibi işledim duygularımı ve insanları titizlikle sevdim üstelik bir talebim de yoktu ve ben hep iyi bir talebe olmayı bilmiştim.

Sunumu hayatın bazen sudan sebeplerle görünmezden geldiğim ya da durduk yere zan altında kaldığım ama…

Zemherilerde ölmeye alışmıştım ben adeta bir kardelen gibi karın içinde açtım bazen yediveren bazense bir seven bir sevmeyen asil papatya elbet kendime kurduğum t/uzaktı görmezden geldiğim yine benliğim belki de alışmıştım acıya ve acılarla biçtim bu kez yürek kumaşını ve kendime nice şiir ve hikâye diktim.

Aslında söküklerimi dikmeye çalışırken gördüm ki söküklerimi diken başka birileri vardı.

Elbet Allah karşıma çıkarmıştı Allah dostlarını.

Hüzün bir festival idi.

Sabır ise konfeti.

Aşk ise kaygan bir zemin.

Sevgi ise hayatın hikmeti.

Müzmindi ruhum bir o kadar müstesna bazen tefe konan ama Allah rızası için seviyordum ben insanları.

Aşksa çenebaz bir ritüeldi ve aşkın şakağında dayalıydı kalemim ve elim illa ki tetiğe basılı.

İçimdeki izdiham öylesine büyümüştü ki ve seve seve geldim bu yaşa ve yaza yaza ve yana yana…

Tükenmek bilmeyense:

Sevgi.

Bir ateştim ben.

İçine düştüğüm o devasa ateş.

Mutluluk belki de bir rivayetti.

Bir ömür üstüme çöken rehavet.

Oysaki coşkum da eksik olmazken…

Sevdim ve yazdım ve yandım ve daha çok sevdim demek ki yazmak için daha çok sebebim vardı ve hücrelerimden kıvılcımlar çıkarken büyüyen gözbebeklerimde saklıydı aşk ve ateş aslında tek bir kıvılcımdan doğup da büyümüştü ateşe gıpta eden benliğim ve kalemin körüklediği…

Yaş yüklü yüreğim bir o kadar yaş alıp büyümediğim yasımla ihya olduğum ve yazmanın kelime anlamı iken yanmak.

 

( Sevgili Edebiyat Evine İthafen Allah Dostları... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 7.06.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.