Düşlerini diri tut ve sağanağın
sebilinde yıka bir bir düşen heceleri…
Hani gözünden.
Hani ağzından burnundan
Hani zihninde yelken açmış imgelerden
taşan hangi duygunsa.
Yüksek sesli sevmiyorum artık ama
sayıyorum bir bir.
Önce soldan sağa diziyorum kim varsa
ve saygıda kusur etmeden sayıyorum bol keseden.
Atıl bir düştür az evvel içine
düştüğüm belki de metazori bir aşktır tavında özlemin tefe konan yüreğimin de
kırsalında otlayan hüzündür sevdalı bir semazen iken içimdeki imgelem ve işte
yanan tütsünün ruhudur kaybolan hayallerin kaybetmediği ufuk çizgisi ve işte
ardı ardına nal toplayacağım düşüp de yola ve kimse gözünden düştüğüm yüreğimi
alçıya alacağım bir ömür ve gerisin geri kaçtığım hücremde saf tutacağım
gelecek günlerin hatırına.
Sabrım taşkın.
Aşkınsa yokken yaşı.
Yaşın da yağdığı bir tepede yas iken
müdavimi olduğum.
Elbet tepe taklak düşmelerin
ertesidir hala fabrika ayarlarıma dönemediğim nasıl da aşikâr bu yüzden ince
ayar yapmama da hayli vakit var.
Bir romans belki de hüznün ipekten
teni ve vakur bir gülüş.
Yanmaların ertesi tutuşan etekleri
Zühre yıldızının elbet sana sesleniyorum, Zühre…
Zümrelerin tokuşturduğu kadehlerde
saklısın.
Aşkın hicabında tükenmek bilmeyen
nazım niyazım.
Bir redifse peşime düşen.
Edilgen bir mevsimse eteklerinden
taşlar dökülen.
Münzevi bir beste belki de şiirlerin
ikbali…
Sevgili Zühre…
Ah, bahtı karam.
Sevecen Zühre…
Ah, çatal karam yandıkça gecenin
teninde ıskartaya çıkan düşlerim gibi.
Zemherilerde düştüm yola ve bir şiir
vakti düştüm bu aşka…
Baştan çıkarandı kalem ki öncesinde
sadece gözlerime kalem çektiğim sonra kör olup aşkın kör noktasında donup
kaldığım…
Ah, Zühre ben de bir yıldızım ve
dibinden ayrılmazken şimdi kendimi güneş belledim ve gecenin mateminde
sarılıyorum kendime ve hüznümle keyifleniyorum en çok da hazan bahçesinde
salınan çiçeklere özenip bir soluyorum bir açıyorum…
Hurafeler saklı iç cebimde.
Aşkın hasreti yalnızlığın vahşeti
sözcüklerin de zehri saklı daha da derinde ve uyumadan evvel bir kepçe sözcük
boşaltıyorum bardağıma üstüne bir avuç noktalama işareti ekleyip saati de
sonsuzluğa ayarladım mı düşüyorum yola gecenin meşrebi iken karanlık ve aşkın
soytarı zevcesi iken özlem.
Öykündüğümse kendim.
Öldürdüğüm nefsim.
Özümsediğim binlerce duygu.
Önsezimle ve öz verimle ve salkım
saçak duygularımla açıyorum kollarımı sana sonra kayıp düşüyorsun ellerimden.
Reşittir sözcüklerim.
Kâşifidir yalnızlığın içimdeki imge
denizi.
Suratsızdır kimi zaman boş sayfanın
bana saldırganlığı ve işte dolmayı bekliyor yüreğimden taşanlarla aslında kaç
yüreğe denk düşer benim kalbim ve kabir bildiğim kimi gecenin iz düşümü iken
tanıklık eden uğultu ve gürültü.
Sadece benim duyan ve gören.
Sadece benim bana rest çeken.
Sadece bam telime basıldığında
ortadan ikiye b/ölündüğüm ve göğe senin yanına yükseldiğim.
Ne yerdeyim, Zühre.
Ne de gökte.
Zaman zaman sökün eden içimden:
Gel zaman…
Zan altında kalıp da kovarken…
Git zaman.
Başat bir duygu iken öfke ve hazan
mahsulü iken aşkın kehanetleri ve işte sandığımdan firar eden havlular ve
örtüler ne de olsa herkes hem fikir havlu atacağıma lakin henüz başladım ben.
Renklerin bir ırkı var mı sahi?
Sözcüklerse katıksız saf ve sevgi
yüklü.
Benlik bir kaygı olmasa da kimi zaman
hüzündür benim eşrafım bazen matem ördüğüm bazen bahar bildiğim bazen kış
bahçesi bazen yaz köşesi bazen baldırı çıplak adamlar ve kadınlar horozlanırken
kümesimdeki tavuklara bense sarı bir civciv gibi gezinirken ulu orta ve işte
gagalıyorum sözcükleri.
Henüz uçamıyorum.
Henüz koşamıyorum.
Henüz doğmadım ben.
Saatler içerisinde gözümü açacağım ve
cenin pozisyonundan kurtulup yeni bir yaşın şerefesine kendime gazoz açacağım
ve hava kabarcıklarında saklı hikâyeleri ve şiirleri hediye edeceğim kendime.
Ah, Zühre.
Ne sen sor ne ben söyleyeyim…
Başıma buyruğum bu anlamda ne desen
boş.
Atıl yüreğinden firar eden hangi
duygunsa açtım kollarımı bekliyorum ve kayıp bir zümrenin de bekçiliğini
yapıyorum kurduğum cümlelerle…
Mademki bu gün benim doğum günüm
kutlu olsun kutlu olsun.
Sense Zühre telaşla sana yazdığım bu
satırlardan sor beni yetmedi Mevla’mdan sor beni ve bil ki yalanım yok bu
yüzden başım asla dertten kurtulmadı lakin ebedi kurtuluşumdur mademki yalansız
yaşar ve severken bu dünyada, sayısız kere kaykıldığım şu zeminde düşüp de
kalkmanın hatırınadır tüm yazdıklarım aslında kendime bir doğum günü hediyesi.
Yalanım yok, Zühre aslında ben de yokum
ve senin de var olmadığını cümle âlem biliyor…
Bir sonraki yaşımda görüşmek üzere
yeter ki bekle beni, Zühre…