Yerlisiyim dünün,
Gökte saklı ve kayıtlı nöbetim
Şiirsel olmasa da yaşadığım ömür
Yaşadığım kadar şiir içeceğim.
Şirin bir vecize sır yüklü
Derinlerin ahenkli teamülü
Kırpışan gözleri göğün
İşte bastım kayıt düğmesine gecenin
Frenleyemediğim bir duygu ikilem
yüklü
Kolaçan etmekse şiirin önünü arkasını
Sağanak özürlü bir bulutum hem
Pembeleşen sözcüklerden doğduğum
Nasıl da mümkün.
Ferasetse yüklenmiş söylence
Şakıyan iç sesin bahtında kopan
fırtına öncesi
Sarkıtlarım ve meddücezri
Şafağın da kibirli sesi
Damıttığım gölgelere müptela
Olmadığım bir günün öyküsü
Öylesine üstünden geçiyorum ruhumun.
Düşlerimi sarkıttığım ipin ucu kaçalı
çok oldu: asırlar geçti üzerinden içimde yaşattığım zemherilerde üşüyen
tomurcuklarım ve yankısı olmayan seslerin de titrettiği zamanlardan geliyorum
ben ama asla gelemiyorum kendime.
Ruhum üşürken söyleyemediğim ne varsa
ve işte feri de sönmüşken günün, bir renk düşlüyorum ve bir isim arıyorum
yeniden doğacağım günün sabırsızlığıyla tutunuyorum tek bir kelimeye.
Söylencesi yitik zamanlardan
geçiyorum ve yitimin adı da sen iken.
Rüştünü ispatlayamadığım ne ise
düşünce gücümde saklı sihirli bir düğme belki de alt belleğimde saklı emirlerle
varlığımı güncelliyorum elbet tekelinde hüznün mutluluğun çağlamadığı akşamlara
düşüyor bu sefer yolum.
Huysuzum.
Hırçın da.
Hırpani varlığımla kıtlama yapıyorum
her şiirime ve demi fazla mıdır nedir? Bu yüzden demediğimi bırakmıyorum
kendime ve içine saklandığım bir hücre iken hayatın ibaresi ve işte adını,
yaşam koymuşken insanlık.
Gürültülü bir sağanak ve damlatan
musluk misali yürekte çözülmeyen o kriz elbet kanaviçelerle örülü bir geçit her
halükarda dikişlerinin de sökülmesi an meselesi iken.
‘’Susmak yalnızlığın anadilidir, Ömür
Hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur.
Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu
akıp giden ırmaklar gibi.
Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?’’ (Alıntı)
Bir infilaksa içimde büyüyen şiir
ağacı ve sessizlik iken tanrısı şiirlerin, ses etmeden severim seni ve
ıssızlığım iken çöl tozlarını taşıyan, şiirlerim de can suyumdur.
Önemi yok dediklerimin çünkü henüz
tek kelime etmedim ben.
Say ki; içimdeki lügatte saklıdır
mealim ve her kuş kondurduğumda uzaklara belki de ruhumun çatı katından sarkıttığım
iptir tek tutanağım.
Sözcüklerim bir avazda doğar ve
ölürken.
Ötenazi yapamadığım kadar öldüresiye
yaşıyor ve yaşatıyorum dünde saklı acılardan ördüğüm bir mizansen işte cefa
yüklü ne varsa sefasını sürdüğüm kadar acıların, delice bir var oluş benimki.
Kıyısından döndüğüm ölüm.
Bir zulümse tüm ömür kendime sunduğum
ve işte tıfıl bir yürek sesi ile başlamışken yazmaya o gün, ziyan olacağını
filan düşünmedim mazimin ve top arabasıyla taşırken cephanemi aslında bendim seken
kör kurşun gibi bir sözcüğe saplanmanın da vesikası belki ibraz edemediğim bir
itirafsa gönül gözümün dokunulmazlığına ver sen içimde gelen sesi.
Düşlerime ve düşüncelerime asla
yetişemez hiç kimse bu yüzden herkes olma lüksümü elimden aldı kader ve
sezilerimi verdi bana karşılığında ve ben her sızlandığımda daha çok seviyorum
seni aslında yüreğin retinası gibi içime boca ettiğim gözyaşında boğulmanın da
güzelliği işte sevmek.
Muadilimse gök kubbe.
Hatıratı dünün ve avunduğum hiçbir
şey: övündüğüm de değil üstelik çünkü aralıksız kendimi öğütüyorum ve
takılıyorum illa ki ne zamanki içimdeki o merdiven altı darphaneye dalsam darp
ettiğim sözcüklerden akçeler yapıyor ve saçıyorum çünkü duygudur benim
kazanımım ve duyumlarım bir ömür beni yormuşken bu yüzden duyumsatma ihtiyacı
ile seriliyorum boş sayfaya ve boşlukta geçen ömrün telafisi sözüm ona yazdıkça
ve sevdikçe güzelleşen varlığım ki güzellikle de aram asla iyi olmadı ne de
olsa hep de çirkin bir ördek yavrusu olduğuma inandım.
Yoksa şair hep mi haklı?
‘’Bana geleni kabul ediyorum sadece,
pençeme konan bir kuşu karşılar gibi. Ama biliyorum ki konuğumun kanatları
vardır ve birazdan uçacaktır. Ümitsizlikten doğan bir boyun eğiş bu, hazin bir
tadı var.’’(Alıntı)