‘’Ölüm sessizliği, toz ve küf kokan
evden ayrıldıklarında seviniyorlar canlıyız diye.
Çürüyen an’larda, bu evlerden
çıktıklarında canlı olduklarına sevinen küçük insanlar… Yavaş ve sıradan
tükenişin trajikliğinde, figüranı oldukları ve kendilerine verilmiş rolleri
oynadıkları o büyük tragedyanın, oyunun farkında bile olmayan küçük insanlar.
Bir tek güneşten utandım hayatımda.’’
(Alıntı)
Bir canlı olduğuna ihanet ediyor ruh
ve tutuşan tozları yalnızlığın…
Reşit imler tehdit ediyor ses
duvarını belki’lerin yükümlülüğünde şiir giyiniyorum gece gündüz.
Kendime ithaf etmediğim şiirler ve
sadece Yaradana itaat ettiğim su götürmez tek gerçek.
Gözlerim fırlıyor yuvalarından oysaki
az evvel yapmıştı yuvasını yaralı kuş bir de mevsimin sönen feri…
Bir lanet.
Bir lahit.
Düş çukurlarında ölü tebessümler
saklı kaç kürek toprak atacağım da değil mevzu bahis sadece mezarımda yer
bulacak mıyım yanımda götürdüğüm kitaplar ve sözcüklerim bir cihan yer
kaplarken…
Sözcükler, azizim.
Aslında bir azize olduğumu söylemeyi
unuttum ben yazının başında.
Şimdi aymazlığında duyguların kuruyan
cümlelerime bol bol noktalama işaretleri sürüyorum ve sürünüyor insanlık.
Mağdur bir düş’üm belki de: düşün
düşün işin içinden çıkamadığım ve ruhuna Fatiha göndermeyi ihmal ettiğim
ölülerim rahat bırakmıyorlar kabrimde.
Latif bir buyruk.
Lütfu belki de acının sırtımdaki
küfede tüm eğimler ve eğilimler ve edimler taşkın mizaçlara atıfta bulunuyor.
Sade bir giysi var üzerimde lakin
sakin olmamı lav etti insanlar ve küçülen gözlerimde ve küçük sözcükleriyle
aslında boyumu aşan bir mecrada ben mademki şiire soyundum ve çıplaklığımı da örtmüyor
yazdığım yüzlerce şiir.
Şiir yüzlü bir kadın düşlüyorum ve
bir adam asla birbirine zarar vermeyen kâbus yüklü gülücükler…
İhtirası olmayan cümlelerim var benim
ve destursuz da başlamıyorum güne.
Hüküm veren güdümlü bir mermi ve
ellerim kanlı az evvel öldürdüm ben bir düşümü daha sonramı da yok sayanlara
öncelik verdim:
Lütfen geçiniz.
Lakin ruhlar ötüyor her geçişlerinde
x-rey cihazından ben dökümlü eteklerinde kaderin basit ayraçlar sunuyorum
yazdıkça biteceğine sandığım lakin yazdıkça artan acılarıma zulmedenlere hürmet
ediyorum.
Taşkın bir mizaç.
Aşkın uyruğu da kayıp.
Sözcüklerim ne ayıp ne tasalı ve
mutluluk dağıtıyorum her ağıt yaktığımda ben şelale gözlerime kör noktalar
armağan ediyorum bir de kodaman düşlerim var misafirlerimi ağırladığım bir o
kadar ağladığım…
Bir tükeniş.
Hala canlıyım.
Bir serzeniş artık kimden geliyorsa.
Ellerimde ritmi olmayan çalgılar ve
sokak şarkıcılarına özeniyorum.
Mintanı kayıp günün ve mevsimin ve
rutinde saklı tuttuğum her m/eziyet ve yeni bir düş çukuru daha…
Ve yolum düştükçe ölüme ve ölümcül
düşüncelere…
Sedyeye yatırdığım şiir:
Ne kadar ömrü var, doktor?
Hazan mahsulü bir düşüş iyi de az
evvel geçmiştim ben bu yoldan.
Sırıtan bir iblis az evvel
yollanmıştı oysa geldiği yere.
Bir düş unsuru ve melekelerin
sonlandığı.
Canlı cesetlerin dolaştığı bir
toplumda haiz olmaksa bunca kırılganlığa ve duyarlılığa…
İntihar mı idi çıkış yolu, sevgili
Nilgün?
Cevabın kulağımda ve sırlarım sende
saklı.
Akça pakça teninde muzip imgelerin
bir laternaya düşüp de yolu gecenin ve hala mazhar olduğum gerçeklere
haykırıyorum söylenen yalanları…
Yaşadığın tükeniş, sevgili Nilgün.
Yaşadığım tükeniş ve türetilmişlik…
Ve senin de dediğin üzere:
‘’Kaçırılan şeyin ne olduğu bilinmese
de, yersizliğin ve yurtsuzluğun savurduğu ben, yerleşememenin çaresizliğinde
yaşayacak, kendini bile bulamayacaktı. Ve çığlığı yarım kalacaktı.’’
Yarım kalmamalı oysa çığlığımız yarım
kalan ruhumuza girift bir hücre kondursa da cihan yaşadığımız ve yazdığımız
kadar özgürüz…
İlla ki başka zamanlar…
Ve başka kendimiz…
Hem fikiriz madem ve evet, ben de
eşlik ediyorum yarım kalan çığlığına:
Sonunda ben de çıldırdım ve kendimi
aramaktan da yeni sıra geldi dileğimi dillendirmeye belki de bir sonraki
yazımda mademki amacım rüştümü ispatlamak…
Direndiğim kadar huzurlu ve mutluyum
demenin mealinde yatıyor öznem, özlem ve dirayetim bir de düş kavşağında geçit
hakkı tanımayan tüm edimlere ve insanlara ateş püskürüyorum üstelik her birini
kendimden çok sevmiştim.
Kahkahalarım hala eşlik ederken ve
tükenmek bilmeyen umudumla yol aldığım da tek gerçek işte ve miras bırakacağım
illa ki yüreğim ve yarım kalan kalemim.
Karanlık ve boşluk varsın sizlerin
mirası olsun yeter ki beni karanlığınızla boğmaktan vazgeçin ki sizin yerinize
de sevebileyim.