İstesek de istemesek de şehirde yaşıyor veya yaşamaya çalışıyoruz. Ya da hasbelkader veya bil mecburiye birlikte bulunmak zorunda kalıyoruz. Her ne şekilde olursa olsun; netice itibarıyla toplumun bir ferdini oluşturuyor ve insanlarla teşriki mesaide bulunuyoruz. Dolayısı ile söz veya hareketlerimizle çevremizi etkiliyor veya etkileniyoruz. İşte tam bu noktada, acaba hiç düşünüyor muyuz ki; etkileme/etkilenme müspet manada mı oluyor yoksa menfi manada mı?
Maalesef bu soruya olumlu cevap veremeyeceğim.
Üzülerek ifade ediyorum ki; İstanbul’da yaşayan insanımızın büyük çoğunluğu, birbirine karşı nezaketini kaybetmiş durumda…
Eskilerin, “İstanbul beyefendisi” diye adlandırdıkları bir “beyefendi” tarifi varmış. Şimdi bu tanım, tarihin tozlu raflarında duran eski İstanbul hikâyelerinde geçiyor.
Hanımefendiler için de konum farklı değil.
Bu duruma gelmemizin nedenleri üzerinde duracak değilim. Bir gerekçe de aramıyorum. Sadece durum tespiti yapıp, birkaç örnek vermek istiyorum. Belki; bana hak veren olur da hep birlikte mutlu yaşamanın yollarını buluruz diye…
Elimizdeki çöp, kâğıt parçaları, izmaritleri yere atmakla başlayalım. Kaldırıma tükürmek ve sümkürmek (af edersiniz) çok olağan oldu. Duraklarda sıraya riayet etmemek, otobüste büyüklere yer vermemek artık aksi düşünülemez gibi. Bir de otururken bacaklarımızı açarak, ya da yayılarak oturup yanımızdakini rahatsız etmek var. Ön kapıdan inmeye çalışarak, binenleri engellemek v.s. Bunlar saymakla bitmez. Bir dostum söylemişti; İsmi meşhur olan bir Allah dostu; hayatı boyunca vapur iskelesindeki biletçiye bütün para vermemiş, sürekli jeton ücreti kadar bozuk parayı önceden hazırlayarak gelirmiş. Şu inceliği görüyor musunuz? Fazla uzatmadan birkaç gün önce yaşadığım bir hadise ile bitirmek istiyorum.
Cuma namazından çıkmıştım. Mahallemizin manavına girdim. İsteklerimi söyledim. Delikanlı işlemleri yaparken, yine camiden çıkan, tahminen 55–60 yaşlarında başında takkesi, kırlaşmış sakalıyla, güzel yüzlü bir müslüman! İçeri girdi. Girer girmez, müşterisi ile meşgul manava soru sordu.
–“Bunlardan başka domates var mı” diye.
Manav bir taraftan benim işimi yaparken bir taraftan yeni gelen müşteriye laf yetiştirmeye başladı. Tabii laflar uzadı. Hatta kafası karıştı, hesabı bir türlü yapamadı. Mecburen benim işimi bırakıp, adamla ilgilenmeye başladı. Aşağıdan yeni kasayı çıkardı. Neredeyse, domatesleri tartmaya başlayacaktı ki; artık dayanamadım, ben de müdahale ettim.
–“Sıraya dikkat et. Önce benim işimi bitir. Sonra ilgilenirsin” dedim. Manav tekrar benim işime yönelirken, -“sıra önemli” dedim.
Öteki müşteri cevap verdi
–“Ne önemi var” dedi.
Yani adam yaptığını o kadar normal görüyordu ki; işte bu mantığı benim sinirlerimi gerdi.
–“Önemli olmaz mı” dedim. “Bu kul hakkıdır”
Başında takkesi, beyazlaşmış sakalı, camiden, namazdan yeni çıkmış bir müslüman!
Üzüldüm. Biz buyuz işte…
Hani, “namazında niyazında adam” derler ya, iltifat cümlesi olarak. Harama helale dikkat eden. İşte böyle bir adam…
Ama bu adam kul hakkını bilmeli. Tabii sadece bu değil herkes bilmeli…
Şehirde birlikte yaşama kurallarını bilmeliyiz. Saygıyı ve sevgiyi… 11.02.2010

( Şehirde Yaşama Kurallarını Bilmeliyiz başlıklı yazı Gürcan Onat tarafından 11.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.