Yürek büyüklüğünde
olmalı kâğıdın hışmından değil hışırtısından doğan gürültü.
Sözleri gözleri edepli
olmalı satırların yine adam boyu, kahverengi cilası müzmin yüreğin.
Derlediğini dert etmeli
insan; hicabın ötesinde teneşir paklarken öfkesini.
Sardığını sunmalı da
aslında hayatın peşrevi her kâğıt müsveddesi sorumlu kılmalı hayatını
yazmayanı.
Şimdimle avunduğum bir
günün gecesine düştüm ansızın, yitirdiğim duygularımın peşine düştüm belki de
avuttuğum kadar çöken avurtlarım ya da hicvinde hayatın noksanlarımı tamamlama
telaşındayım.
Özümle iştigalim
sevgili Tanrım: tıpkı senin bana uzattığını sarmak aslında sarmalandığımın da
şükrü içimde paye verdiğim hüznümü tek kalemde yok saymak.
Diriliyorum işte
yeniden: çatladı kabuğum.
İçimi kemiren öfkeyi ve
azabı lav ettim.
Bir şiirin aksanına
düştü yolum. Başım yana düşmüştü kaç zaman ve hiçliğimi haykıran boş beyaz
sayfaya düştü gözyaşım.
Bir dua ederken
ağlıyorum bir de yazmadığımda.
Bir ölenlere ağıt
yakıyorum bir de içimi kemiren sevgisizliğin neden bana denk düştüğünü görüp
çözemediğimde şifresini insanlığın pek bir haz ettiği.
Tamtakır kuru bakır
hayallerim kaç zaman ne de olsa amiyane bir sitemden nemalanıp içimi kuruyorum
sevgiye ve pembeye.
Hangi aksandayım ki?
Hangi ara öldüm ben?
Hangi satıra uzak
düştüm de hayatıma şerh düşmüş bir kez kader?
Yoksunuyum şehrin.
Yâd ettiğim dünümle
günümü avutuyorum.
Aşkın hazanına yenik
düştüm işte bir de sevmeyi özleyen değil de sevilmeyi azdan çoktan dilediğim şu
satır dolusu gazabın kürek mahkûmu garip yüreğim.
Dünümden dünsüzlüğümü
kesit bildiğim ne var ki asla bir kasıt değil. Ötekileşen şerre lanetim.
İçimdeki rahmeti
kıskanan yüreksiz mahkûmlara.
Bir de şehre kızgınım
hani insanı çalan sonra da şehrin yozlaştığına dair söylemler fısıldayan şehir eşkıyalarına.
Zamanda kayboldum madem
bu mudur duymadığım matem?
Şimdi öfkemi sıyırdım
şükür Rabbime.
İşte doğdum ansızın
günün yirmi beşinci saat dilimine yenik düştüğüm değil de yendiğim iç sesimin
sus pus ahvali bunca yılgıyı bunca kirliliği yok saydığım bir gece ve işte
ansızın geldi hazanım; ansızın soldu acılarım.
Acıdığım kadar açım en
çok kendime.
Mutluluğa paye verdiğim
o muhteşem zaman dilimi oysaki acınacak haldeydim kaç zaman: sen de üç gün ben
diyeyim üç bin çeyrek saat ne de olsa dilimlenen aşklarımın, dinlenen
beyitlerin de yorgunluğu düştü üstüme tıpkı şehri esir alan sisin amansız
yoğunluğa karşın yoğrulduğum değil bilakis yoğunlaştığım bu güzel ve edebi
aşkım yine edebimle yaşayıp yazmaktan gerisini dert etmek düşmez iken payıma.
Bir gölgemden yana idi
derdim bir de kölesi olduğum kalem.
İkisini de kaybettim
sonra kendimi serdim ayaklarına insanların ya da insan görünümlü Şam
şeytanlarından payıma düşeni ben de paylaşmayı kar bildim hem de katıksız
nefretleri ile aşkımı dahi öldürdüğüm.
Aşkın peşindeyim.
Ritmi mevsimin aslında
hicvine yenik düştüğüm o beyhude vapur düdüklerinden derlediğim ara nameler.
Ben bir şiir kadarmışım
meğer.
Beşerim madem
şaşarmışım da hem de en alasından.
Çattım işte zaten
çatıktı kaşlarım sonra da kendime çattım.
Bir yek olsun dedim
içime fısıldayanın dış sesine yenik düştüğüm.
Çok gürültülüyüm kaç
zamandır belki de tıknefes kalemin hüznünü pay ettim evrenle.
Kol kolayım Yaratan
ile. Omuz omuzdayım meleklerim kadar koruyucu tek varlık yine anne dualarında
yüzümü sürdüğüm hidayet kadar asılı kaldığımın da tek garantisi yine o beyit
kadar ısrarcı.
Bir kez doğuran hep
annemin düştüğüm rahmine baş koyan düşkünlüğü yine sevginin ve İlahi Adaletin
vazgeçilmez merhametinden duyduğum şükrü ben defalarca çarpıp da yüzüme yüzsüz
bir beşerdense mutsuzluğu ilke edindiğim.
Yüzümü çalanlara
rastladım madem yüzsüzlüğün muradına erenlere dönüp da bakmam asla.
Allah ıslah etsin, bile
demem ne de olsa Allah’ını bilmeyenlerden yana ne tek duam ne de bedduam.
Varlığımdan da yakıcı
imiş kimsesizlik lakin sıcakkanlı bir düşman değil sadece uzağına düşme
kaygısıyla Allah’ıma duyduğum sevgi ve inancı yok sayanlar.
Aşkın kıblesinde bir
hutbeyim an itibariyle ve ansızın solan goncamdan bir güle dönüştüğüm rahmetin
hacmine ve hicvine asla dokunmaya kıyamazken.
Örtün üstüm hadi. Ne
duruyorsunuz?
Ne toprak ne yalan.
Ne hazan ne de yalancı
bir mutluluk.
Kuruyan dallarıma su
aktı bilinmezden içime ırmaklar kadar taşkın bir sevgiyi pay etmeden geri
duramadığım.
Asılı kalacağıma
hükmettim ne de olsa benzemek idi en büyük korkum.
Fıtratın gizemine sahip
çıkan kelamdan yana idi derdim ne de olsa sırlarla dolu ahvalin serlerine aktı
içimdeki susuz çiçekler.
Yalandan ölenleri
öldürdüm kaç zaman ama yalandan yana değildi derdim zira sustum kaç zaman.
Sustuğum kadar da
susamışlığım aşka ve sükûnetin hası yine aşkın ifratı bile olsa, değil mi ki
Hakkın rahmeti… şimdimi kutsuyor zaman ve evren ne de olsa müteşekkil olduğum
kadar müttefikim de evren ve hayal torbam.
Gözlerimdeki yaşa
hürmeten suskunluğumun da vebali aslında Hakkın nezdinde bir zerreden ötesi
olmayı aklıma dahi getiremezken lakin acım da kutsal yüreğim de en mahrem.
Sevmekten yorgundum kaç
zaman şimdi en dik açımla nemalanıyorum güneşin ilahı hangi sıcaklık, hangi
beyit, hangi kelamsa en yakıcı ve yapıcı.
Uslanmadım işte.
Yeniden doğduğumun
müjdecisi yazdığım satırlar.
Duygularımı
çaldırdığıma hükmetmiştim kaç gece.
Olmadığım kadar
mutluyum demek ki yazmanın suretinden müteşekkilmiş giydiğim cüppe.
Ismarladığım mutluluk
ulaştı sonunda adresime.
Aşkın yüz ölçümü değil
yüz görümü aslında hicabın eşiğinden döndüğüm günleri yok saydığım belki de yok
sayıldığıma dair bir kehanetten öte değilken üstüme serili ölü toprağından
arındığım yine kutsanan varlığını kutlayan bir sefil ve aciz faniden ötesi yine
cebelleştiğim iç ölçümümün hangi muktedir doğrusu iken boy ölçüştüğüm evrenden
yana çok da kaygı taşımadığım.