Örtülü yaralardan sızan irin misali,
yine cenin babında bir yüksünmeyi baş tacı bilip baş aşağı edilmekten gayri
başakların sırtına dokunmaktan korktuğum şiir misali insanlar.
Şiirlerin de vebali şairlerin boynuna
belki de darağacına asılı kaldığımın da reveransı her şiirimi günlük yaşayıp
anlık yazarken.
Kıtaların durağanlığında, atlas
coğrafyaların feveran söylemlerinde ve kanıksanası hüznün bir ara durağı iken
nakaratı kayıp şiirler ve şarkılar.
Yorgunların temas’ında hangi şiir ise
yine göz bebeği şairin ve hangi endamlı yoksunluk ise kararan gözlerimde çakan
şimşek misali, bir bir dizdiğim yürek kaçkını mizaç benzeri soytarı ahkâmlar.
Yüzükoyun ölmekse derdim, sırt üstü
yaşamaksa özlemim ve arafta kaldığımın da beyanı aslında nice med-cezir ile
donanmış liman benzeri mekânlar yine yürekte asılı kancalara takılı duyguları
ıskartaya çıkarıp inadına sırıtan mizacına hayatın şerh düşmek göbeğinde
şiirin.
Akşamların sükûtunda serili sensizlik
belki gizemidir şehrin belki de kuytusudur ruhun sonra da gelir ve döver seni o
deli dalgalar…
Uzun boylu neyi anlatacağım ki ya da
kısa kesip meramımı nasıl dillendireceksin?
Şimdi sarıldığımsın.
Dünkü yalnızlığımın kuytularında
sıradanlığımsın yine aşkı makber, yüreği cehalet yüklü bir sevda ile döşemiş ve
gönül gözünde tufan misali o farkındalıksın yine beni bana sunan ben özürlü
düşlerimde, yakut ve elyaf süslerinde hayatın, bir damlasın çiçeğin özünde
saklı; bir kayasın doğanın cefasını yüklenmiş ve bir katresin hayatın
tutunaklarında yoz bir harf değil de bir roman tadında okumaya doyamadığım…
Günü uyutup da geldim gecenin
koynuna.
Yüreği öldürüp geldim aslında ben bu
saflığa.
Metazori hiçbir cümlem yok çünkü
basireti bağlanmış bir masal değil bu.
Kayıtsız yüreklerin batılında efkâr
basan gecenin niyazında saklısın.
Kanayan bir im kadar tehlikeli
olabilirim.
Kanatan değil de huzur veren tüm
sureleri aşk ile seziyorum, yol diye gidiyorum onca kıtayı ve gidip de dönmeyi
beceremediğim şehirlerin istilasında nice şiirden birisin.
Kanıksadıklarıma bir kulp da sen tak.
Ya da şerh düş her hissime ve beni
suçla alabildiğine.
Közünde dünyanın ben bir inci
tanesiyim.
Tepesinde Kaf Dağının soluk bir
notayım yine dengine adaş bir sıradanlık ile denk düşmektense tezat bir
yolculuk benimki yine gölgemden kaçan bir çocuk kadar da yalın ve seyrine
doyumsuz o ikbalinde masalların kehanetler doğuran kalemden ne kadar alacaklı
isem.
Rutinleri hiç sevmedim.
Sıra dışı yüreklerde sıra dışı aşklar
kazıyan mezarcı gibiyim şu sıralar.
Kazdığım çukurda hazır oldayım ne
zamanki kopacak kıyamet ve öncesinde kehanet misali yorgun cümlelerden nasıl ki
çalacağım seni sonra da koynunda şiirlerin imgelerle besleyeceğim bu aşkı.
Naaşını kaybettiğim ömrün kaçıncı
demiyse artık.
Gözlerimi alamadığım hangi renksen
yine siyah özürlü hayallerimde seni ve pembeyi tepeye yerleştirdiğim ve ansızın
yok olduğun tıpkı hiç olmadığını asla kabul etmemek gibi bir hataya düşüp hala
kendimi kandırdığım.
Mızmızlandığım gün mü yok? Ya da
bayat ekmeğin tadına dahi doyamadığım o açlığın hicvinde ben bir yudum suda
dahi boğulmayı becerirken.
Körüklü sancıların ara duraklarında;
kayıp şehirlerin de istilasında yorgun bir şehir gezginiyim belki de ömrün
çileli güzergâhında derviş misali yorgunluğumu pay ettiğim şaibeli aşklarında
şairin biraz da sen gibiyim:
Soluk teninde ömrün; kuru
dudaklarında yoksunluğun; kır saçlarında elemin ve gök gözlü annemin okuduğu
dualarda bir acı tadındayım yine doyumsuz benliğin rükû ettiği bir sızıyım ve
nankör bir müptelasıyım ömürlük zevkleri yok bilmiş, ruhani aşklara da şerh
düşmüş yine kendince ve kendince sevmeyi azap ötesi bir farkındalık ile evrene
armağan etmiş.
Donanımlı bir sevda masalından sızan
o kötü cadı.
Kara gözlerinden gecenin akan tılsımı
yine bilinmezin.
Bir kelamdan fazlası; bir katre
acıdan çok fazlası iken sessizliğe eren yüreğin son yolculuğunda bir rubai
tadında yine evrenin sessiz bekçisinden çaldığım o serenat yine rüzgârın ıslık
çalmaktan yorgun düşmüş dudaklarına sus payı bir söylem armağan ederken belki
de hiç başlamamış yolculuğun tek yolcusu olma payesi ile eriştiğim son dem yine
kayıtsız bir ruhtan arda kalan.
Delişmen fıtratında orta halli bir
kinayenin iç yangınıyım…
Mücbir sebeplerden yandığım ve
yalıtıldığım.
Teessüf yüklü bir cümleyim kiminin
nazarında aslında yalıtılmış bir özneyim ve kayboldukça acıların teşrif ettiği,
buldukça cevaplarını sorularını kaybettiği sonra da asal bir sayı olmak adına
asaletinden vazgeçtiğim kocaman bir sıfırım ve içi boş cümlelerinden bıkkın
yine iç sesinin bu yüzden derdi bağlaç ve imleçlerle sonra da kuru sıkı bir
nokta ile yüzünde güller açan bir belirteç olma arzusunda.
Sokak aralarında yapılan kazı
çalışmalarına her an düşme tehlikem var yine de; hayat sokaklarda, diyenlere
deli gözü ile bakıyorum aslında biliyorum da onlardan biri olduğumu buna rağmen
ayrıştığım ne ise ayrımcılığımı sorgulamadan bir tutuyorum kendimi hiç kimse
ile.
Gıyabındayım bilinmezin aslında
derinlerdeki o tortuya gıpta ediyorum. Sen gel geç o yollardan, demlen acılarla
sonra da her şey yolundaymış gibi çöreklen tümünün dibine ve h/içlendikçe
açıyorum ve bile bile solacağımı suya hasret yaşıyorum belki de mazoşist
varlığımdan taşan o esintidir rahmetin de benden esirgemediği acı ve tüm
bağnaz, revnak açılımlar…
Kılı kırk değil bin yardığım bir
yaşam aslında arakladığım mevsimlerle düş kırıklığı yaşayan dünyaya armağanım
bunca duygu sarmalı sonra da boyut değiştirmekten aldığım hazzı sattığım
satırlar: belki de bir yatıra nazire edip ölümüne yalnızlığımla gurur duyup
yine hatalarımla dalga geçtiğim.
Bir musibet ısmarlayıp bin nasihati
yok saymaksa suçum Tanrı nazarında bu sefer şükre doyamadığım nice yanlışım
yine başımın dertten kurtulmadığı yine de dertop olmuşluğumu yükleyip
hatalarıma yeni kesirli sayılarla doldurduğum yanlış hanem.
Bacaksız bir cümleyim belki de
belirgin bir zaafla yazar sıfatına nail olmaktansa insanlığımı sorguladığım bu
da yetmezmiş gibi kendime kinaye yükleyip yüklü heybemden aşırdıklarımı yine
kendime sattığım ve attığım her adımın hesabını vermekten
gocunmadığım/çekinmediğim o yerleşik düzenek.
Sicil numaramı ezbere bilmezken dünün
kayıtlarında kazıntı yine rahmet yüklediğim cinaslı telefon numaraları hatta
çocukluğumdan kalan sevdiğim insanların ıskartaya tıkmış arabalarının plaka
kayıtları.
Düşünceler ibrikten süzülürken kalan
bunca tortu aslında ben gözden düştükçe kalantor bir ahkâm yüklenip kendimi
çapraz sorguya aldığım bu sayede günahlarımı sevaplarımı ayıkladığım ve
nihayetinde tek göz odasında mevsimin dirlik ve dinginlik yanlısı aklı evvel
bir fani.
Bir rahlede uyuma isteğim belki de
bir düşün perde arasında gerçekle yüzleşmekle gerçeği inkârın arasında gidip
geldiğim.
Şimdi öksüzlüğümü mimleseler ve
umarsızlığımı taksam yakama da boykot etmesem.
İçimin merdivenlerinde düşe kalka
büyümeyi bile becermekten aciz sonra da yetişkin tavırlarında deliren
isyanlarımı boykot etse Tanrı.
Usulca çöreklendiğim haznemde,
burnumun büyük olmadığını iddia etmesem de yana yakıla ölsem içim ölmeden.
Göklerde asılı kaldığım kadarım.
İçimin radarında takılı kaldığım kadar ve de.
Benzediğim nasıl ki yalan, benzemeden
aynı olduğumu kim iddia ediyorsa çöksün dizlerinin üstüne ve haykırsa, gök
delinmeden senenin son günü.
Kıpraşan ruhların asil taarruzunda,
yenilgiye uğramanın verdiği hezimetle içime doluşan sessiz notalarca, rahvan
yalıtımın nizamında bir gölgeden ibaret sessizliğimi tokuştursam meleksi
dokunuşlarında nasıl ki İlahi coşkuyu içime çekemediğim değil bilakis
çekincelerimi yok sayarken Yaratan, sanrılarımı uyuttuğum kadarım, demenin bile
bir bedeli varken.
Başakların boyun ağrısına iyi gelir
elem madem… aslına ihanet eden insanoğluna veryansın etmenin neresi yanlış?
Uyakların dibinde yeşeren heceler
kadar da yalnızım. Kendinden başka sadece kedere bölünen asal/asil bir
sancıyım… dolandığım kadarım ya da dolandırıldığım. Sevdiğim kadarım deme
hakkım bile yok iken sevilmeye müsait bünyemde ufak tefek kırıklar. Lal
edildiğime mi yanayım yoksa lav ettiklerimin dökümünü vermez iken gün sonu iç
kayıtlarımda atandığım değil de mecbur kılındığım üç beş makam belli ki
dirliğin sonu yok belki dingin bellenen hücremde aslını ve neslini ihbar eden
bir ölümlüyüm.
Çapraz sorgusundayım alacalı imlerin,
tedirgin bakışlarında şiirin şaibeli bir şairim. Kinayeden dolan sabır atarım,
yergiden yana delişmen fıtratım, içimin uyaklarında da dolduruşa gelen acılı
bir çocuk yatar. Ölü sanıldığıma dair bir rivayet dolaşır da durur göğün
pervazında aslında inkârıdır göğün, iflasıdır sabrın, meramımdır da defolu
yüreklerden içime buyur ettiğim ve yalıtılmışlığın kabridir aslında yazdığım
her şiir.
Sessizim yine ve dudaklarımı okur
Tanrı.
Yankısızdır beden dilim aslında
seyrine doyamadığım, akımına kapıldığım bir isyandır içimin biten bataryasında
ben köhne dokunuşları biriktirirken ve yürürken el yordamı artık nereye
düştüyse yolum…
Bir şiirin girizgâhında ya da
gazabında, suretlerin sure sessizliğinde bazense çekinceler yüklendiği sonra da
uyumaya saniyeler kala içime attığım dertlerin evrildiği kanatlı satırlardır
ben yine bin bir gece masallarından çaldığımı gündüz rüyalarıma transfer
ettiğim: hele ki gözüm açık gördüğüm düşlere dair bir kehaneti de annemden
duyduğum yine uydurma bir masal kahramanına özenip peşine düştüğüm aşkı
çiftelerken içimin deli ve atıl yankıları.
Z/anları telaffuz edilesi ikircikli
şarkılar kadar yalın seyrine doyamadığım…
Geçitlerin sunturlu küfürlerine
dolanan dilim aslında kibarlığın son örneğini taşırken uyduruk ve yanlı
sitemlerin de teyakkuzunda ben zincirlerimden boşandığımı asla dile
getiremezken.
Meskenlerden zeminlere sızan bir
ıslaklık belki de yaşların biriktiği değil de yüreğin inlediği ve ansızın
irkilip ürkünç resimleri paramparça ettiğim.
Sıkıntım had safhada ve yeryüzünde
tek merhametli kula rastlamamış olmanın verdiği hicabı kendine mal eden…
Körüklü öfkesinde evrenin, boca
ettiğim sükûneti çoktan kaptırdım madem ve kümeslerin yırtık tellerine astığım
kuş resimleri paralanırken hala nasıl oluyor da adil ve mutlu bir düzenden
bahsediyorum?
Yolsuz kaldığıma delalettir her günün
öfkesi: büyüttüğüm sabır çiçeğine döktüğüm can suyudur yine yüreğin halesi
kadar göz alıcı o umut şarkısından taşan mutlu notalar ve esir düştüğüm
paranoyanın da arka odasıdır ölüm.
İştirak ettiğim kadarım düzene:
aslında uydurduğum masallara ben bile inanırken Tanrı’nın inanmadığına da
noktayı koymuşken.
Gel-geç duygularımdan sızan yine de
yitip gitmesine izin vermediğim dertli ruhum. Bir kayyummuşçasına her şiir, bir
gölgeymişçesine her uzvum ve ben kokladıkça içimi, dışımdakinin baskısı ile
infilak eden benliğim.
Reşit bir acım var madem eşit bir
mutluluktan neden muafım?
Konuşma hakkım elimden alındı alınalı
dudaklarımı okuyan kalemimle ettiğim hasbıhalden yansıyan en azından zamansız
öfke nöbetlerimde ansızın boca ettiğim içimin kırıkları.
İçtiğimden değil aslında tüm olup
biten bilakis içerlediğimi derlediğim gerçi kayıtsızlıktan alsam da nasibimi
uyduruk bir hikâye olmadığımı biliyorum ve bu bana yeter de yine de yetinme
duygumu ne zamanki azığa alsam Tanrı’ya verdiğim sözü de unutuyorum.
Yaşasın kötülük en azından ölüme az
kaldı budur günü öldürme sebebim, budur dünümü dizginlemeden yarını
ertelediğim.