Devam edeceğime dairdi beklentim aslında beklediklerimdense içimin huzursuzluğuna himaye eden varlığın.

 

Bir dokun bin yazar, dercesine satırlarına yuvalandı iç sesim sanırım kabzasını bile tutmayı beceremediğim bir ölüm tanrısıydı içime gizlenen bir o kadar içine gizlenenlere tanıklık etme isteğim.

 

Maruzatım vardı ya da yoktu ki beyan etsem de aşırı bir farkındalık yaratmayacağına emin, sözüm ona eşleşen iç sesimle yandaş bildim ilk zamanlar senden sezdiğim ve senden sızdığına kani koca bir yanılsamayı yeni fark etmişliğim.

 

Kısaca sayın yazar; ne sana benzeme lüksüm var ne de böylesi bir arzum ne de olsa her yiğidin yoğurt yiyişini bırak, çöreklendiği karanlık ya da aydınlık aykırı bir izlek sunmakta.

 

Günü hep yirmi beş saat belledim aslında geceyi gün; günü yoksunluk ve zaaf belleyip bilinçaltımı da derleyip topla istemime karşı koyamayıp seninle ortak bir dil geliştirdiğime inanmıştım.

 

Arka bahçelerinde oyun evimin; avlusunda serkeş kale’min belki de sezilerimden yorgun düşüp cebelleştiğim bunca sıkıntı hatta adını bile koymaktan aciz sonra da top yekun kelamın biri bin hece ve ben defalarca bölündüğüm hece ötesi yalnızlığımın da kıblesinde; kah aşka uzanan elim kah askıntı olduğum boş bir sayfayı hizaya sokmakla mecbur hissettiğim o yarım adaların bütünleşeceğine dair geliştirdiğim aykırı bir yolculuk.

 

Denizler aşılası.

 

Dehlizlerde kaybolmuşluğum.

 

Saf tuttuğum bir güzelliği iblise peşkeş çekme korkusuyla irkilip, menzile saklandığım belki de altına imzamı atmaktan çekinmediğim boş bir sayfada belki de kendi rahmetimi kendime sunmak adına yaftalanmayı da metazori bir görev bellediğim.

 

Böylesi korkuların yok oysa senin. Belki zaafların da fazlaca ayyuka çıkmış değil hele ki kendini defalarca ispatlamış bir yürek sesini sen romanlarında tescillemişken.

 

Kaygılarımla, korkularımla ve hayallerimle her daim hazıra konduğuma şahit evreni de yok saymam gerçeği ile yüzleşsem de gücümü tüketenlere bir cevap belki de içimin alınganlığı keşke bir o kadar da aldırmaz olsaydım.

 

Yan odanın duvarlarında ne çok çentik var, bir bilsen.

 

Aklımın kâhyası duygularımla hemhal olmanın verdiği bıkkınlık ile boşalmak istediğim bir iki saatten bir az bir zaman dilimi sonuçta; içimden gelmeli yazmak: ne nöbet tutarım masanın başında ne de volta atarım duvarlar ayak sesime alışkın olsa da bunca zaman.

 

Ne bir eleştiri değerli yazar; ne bir kinaye ne de kıyaslama ihtiyacı sadece ikinci ben’i ararken rast geldim sana ne de olsa sen ikinci benliğine rast gelmesen de varlığından o kadar emindin ki ruhunla, benliğine iç içe geçmiş ikinci bir hegemonyayı kakalarken satır aralarında.

 

Sandım, sayın yazar aslında yanıldım hele ki dün gece gözlerimi ve yüreğimi gezdirdiğim satırlarda bende olup sende de olmasını dilediğim o yakarışı bekledim senden: evet, medet umdum belki de nemalanacağımı sandım ama noksan bir şeyler vardı ruhumu karıncalandıran ve o noksanlık öylesine güçlü bir ses tonuyla nüksetti ki üstelik sadece benim görüp duyduğum ve kayıtsız kalmayı da beceremediğim.

 

Alaylı ya da mektepli sanırım insanlığını bilinçli yaşayan her kimse ve yine saygı, sevgi çerçevesinde sahiplenmek nasıl da mümkün, demeyi farz edinip de yanıldığım sayısız oyunda oyun dışı kalmaya razı gelen bir fani alt üstü: yine yaratıldığıma şükür duyup yadsıyamadıklarımla omzuma binen yükü bir şekilde eksiltmek aslında içimdeki sayısız ben’i kümelendirip yine kendi hizmetime sunduğum…belli ki kocamam bir falsoya imza attım demem o ki; altına imzamı en baştan attım ben tüm o yazılmamış ve okunmamış yazıların mucidi ve müridi olma şerefine nail olmak adına kendimi oyaladığım.

 

Hele ki bir insan tüm ömrünü heba etmişken neye yarar bu saatten sonra, değil mi?

 

Ne de olsa çetrefilli yollarda bir su damlasına rast gelmek adına yüreğimin nemini ha bire kurulayıp sadece Hakkın rahmetiyle ıslanmayı yine kendimde hak görmüşken… işte konunun can damarı.

 

Uyuşamadığım bir özelliğin aslında nice insanda uyum sağlamamı güçleştiren ki her ne kadar kabullensem de karşı tarafın yaratısındaki o ahengi/ahenksizliği… konuyu açmak gerekirse: maneviyatın izdüşümü ya da içimizin yorgun tanrısına bir sunum babında açılım getirdiğimiz o açık mahkeme ne de olsa herkes sorgu hakimi ve dünden tescillenmiş birilerini zan altında bırakmaya da peşinen razı.

 

Satırlar döküldükçe cebimden, atar damarıma bakıyorum ve şaşıyorum kendime: hala nasıl oldu da bu kadar duygu ihlalinden ve kanamasından ölmedim, diye ki defalarca öldürüldüğüm kadar öldürdüğüm hayallerim de yorgun ve bıkkın belki de an itibariyle burada olmamam gerekiyor ki sen hala mevcudiyetini koruyorsun üstelik kanıksanmışsın ve kanıksamışsın da ya da arkandaki güçlere itibar ettiğin kadar ediliyorsun da.

 

Ya ben neye sahibim?

 

Asla bunu kıskançlık olarak algılama ki isterdim elbette yerinde olmayı önceleri lakin okudukça şifreni çözdüm yavaş yavaş ve yanlış bir adreste vakit kaybettiğimi fark ettim sonunda hele ki yazdığın romanların hiç birini başından sonuna kadar okumayı da becerememişken: belli ki bu da benim eksikliğim sonuç itibariyle dünyaya kendini sunmuş bir kalemi ben okusam ne değişecek? Lakin çok denedim, inan ki.

 

Bir teknik.

 

Bir algılama güçlüğü.

 

Bir yetenek.

 

Neye sahipsen, Eyvallah!

 

Neye sahip değilsem, amenna.

 

Sahip olduklarımla ya da sahip olduğuma inandıklarımla bu iş nereye kadar yürür, onu da bilmiyorum işin açıkçası. Tek kozum var belki de herkes gibi: o da inancımla hayallerimi içselleştirip kendime yarattığım kendi halinde bir dünya ve insanları bu dünyamda ağırlamayı da inanılmaz davetkar ve metanetli buluyorum ne de olsa kırılıp dökülme ihtimalim- ötesinde gerçekleşen –pek de göz ardı edilecek gibi değil. Sonra ne mi yapmalıyım?

 

Çok basit.

 

Aslında zora sokan benim.

 

Belki de çok güç ve imkânsız.

 

Demek ki; zorluklar aşılması adına benim de önümde serili o güzergâhta cirit atıyor.

 

Makbulüm.

 

Muteber kıldıklarım ya da mutlak mutluluk arayışımla münasebet kurmak adına çabaladığım daha açık bir ifade ile yoktan var etmeye dair inancımda Yaratan’dan aldığım güç: hali hazır ne ise dokunmak sonra da bileğimin ve kalemin gücü ile bir şeyler yaratmak: iyi ya da kötü lakin beni bana yakın kılan hatta içimin dağınıklığını toplamakla kendimi mükellef kıldığım.

 

Sancılı.

 

Sanrı yüklü.

 

Kaygılar gidip geliyor aklımın kıvrımlarında sonra da benliğim dolup dolup boşalma güdüsüyle çörekleniyor duygular üstelik en yalın hali ile sonra da zora sokuyorum sanırım anlatmak istediklerim bir noktada ket vuruyor içimin imlasında devinen noktalama işaretleri ile oynaştığım kadar sıkılıp da her şeyi bırakmak adına çekip gitmek istediğim o uzaklık.

 

Uzağındayım aslında çoğu şeyin belki de kendimi yakın hissediyorum sonra da sancıların öldürücü gücü ile küsüyorum hayata hatta nasıl da küsmüştüm öncesinde: hem de defalarca.

 

İnancımızın bir ritüeli belki de nidalarımız.

 

Kimi isyan eder kimi şükür.

 

Senden bana yansıyan o ikilemde çözmek istemediğim bir garipliğe denk geldim ama konu, bu açılımı getirmek değil sadece maneviyatında hissettiğim o uzaklık yine de ne yergi ne yargı hakkım var hatta saygı duyduğum- ki duymam da gerekir – sonuçta herkes kendi imkânlarını yaratır ya da mecbur kaldıklarına itaat eder ne de olsa hayatımızı baştan sona değiştirmek çok da olası değil lakin iddia ediyorum ki; bunu defalarca denedim üstelik tecrübe ile sabit: peki başarılı oldum mu? Bir bilsem.

 

Bilmediklerimi öğrenmekle iştigalim aslında kendimi mecbur hissediyorum ötesinde istiyorum da tabii ki hangi boyutta hangi bilgiyi ne derece derinlemesine özümserim bu da zaman içinde gösterecek kendini ta çocukluğumdan bu yana bilgi depolamayı bir aşk bellediğim kadar kendimi de iyi hissettiğim.

 

Zaman dokunurken hatta taciz ederken ne de olsa zora sokmakta zaman dilimi denen sekansın izdüşümü bazen kaygılandırıp korkutsa da yine de tek korkum var: o da seninle ortak bir dil değil de ortak bir manevi açılıma sahip olamadığımız. Kendimden çok O’ndan korktuğum belki de tam tersini savunduğun ve bunu küçük nüanslarla yazdıklarında keşfettiğim. Peki, o kadar önemli mi?

 

Hayır, bence en tepe noktada ehemmiyet taşıyan ve hayatın da ölümün de zirvesinde bir mihenk taşı olduğuna adım gibi emin olduğum.

 

Tartışılır da.

 

Her şey yatırılır masaya ve herken kendi hesabını yine kendine keser: evet, kendine bu yüzden kimseden ne bir beklentim var ne de husumet odaklıyım ve sandığım kadar emin olduklarıma da madde madde dokunup içimdeki hazineyi bulup evrenle eşleştirme ihtiyacım bir o kadar sevip sevilmeyi de şart koşmadan özgürce yaşamayı şiar edindiğim tabii ki de kuralların ritmine göz ardı etmeden.

 

Gelenekçi bir insan olmak ya da modernize edilmiş kavramları beyan etmek belki de insanların ayrıştığı o noktalarda sürç-ü lisan etmek bu denli muhtemel iken.

 

Kendine iyi bakmanı temenni ederim ne de olsa yazman gereken sayısız romana imza atacaksın ve ben de umuyorum ki; eninde sonunda onlardan birini baştan sona okuyacağım.

 

Kalemini saygıyla selamlıyorum sayın yazar ve hırsını da değerlerini de ve değer verdiğin, vermediğin ne ise bil ki değerlerimle çok örtüşmediğini bildiğim için sorun etmiyorum.

 

Teşekkürler bana sunduğun ışıkla bu satırları yazmama vesile olduğun için.

 

Ne de olsa edebiyat son kale’m.

 

Sevgiler.

 

 

( Sayın Yazar: Final. başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 21.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.