Bir imleç hatası olmasını dilediğim
ya da ezkaza yola düşüp de yoldan çıkmışlığını ihbar ettiğim hüzünlerimin baş
şehri.
Hani olur da; köşeden dönen bir
tanımadığıma rast gelir ve tanıdık bir tebessümle selamımı bölüşürüm ya da
aldığım taze simidin susamlarını nazlı kumrulara serperken, aklımın cennet
bahçesinde de aşkı buyur ederim… hani olur da.
Aşka âşık nakışlı havlularıma
serptiğim gözyaşlarım sonra da cadde üzerindeki kitapçının o tanıdık
simalarından edindiğim izlenim belki de korkarcasına adını sormaktan imtina
edip, el yordamı rafları karıştırırken ve arkamdaki adam bana imalı imalı bakıp
sorarken, ne aradığımı.
Külliyen gerçek hele ki yolum bir
giyim mağazasına düşmüşken. Altı üstü bir kazak, altı üstü bir hırka: hepi topu
bir kitap parası ben yine de korunaklı dünyamdan çıkıp pejmürde kıyafetlerin
turşusunu kurmaktansa rafımda sararmasına izin vereceğim kitapların peşine
düşmüşken.
Bir vitrinde buyur edilmeyen ama
yüreğimin umut tezgâhında aşkına yenik düştüğüm o yeni basılmış kitap kokusu.
Kaça, diye sormak aklıma gelmezken
ama bir parfümü alırken kerelerce düşündüğüm yine de hangi parfüm kitabın o
esrarengiz kokusunda ve dokusunda kaybolmak kadar hoş olabilir ki?
Yalnızlığın ayak sesi kimine göre iyi
de yüzlerce lira verdiğim ufacık bir şişeyi on beş günde bitirmektense
raflarımın çığlıklarına tanıklık etmek daha güzel değil mi?
Belki de yakınlarım ve arkadaşlarım tarafınca
esefle kınandığım ya da kasadaki elemanın gözleri bir yanıp sönerken ve nakit
ödeme yapacağımı söylememe fırsat vermeden bana kaça bölmemizi istersiniz,
sorusunu es geçip kafamda kurguladığım o senaryo: kaç bölümü kaç gecede okurum
da bir nebze de olsa boyutsuzluğum yeniden ivme kazanır?
Dokunaklı bir tını nakşederken
İstanbul’un yorgun kaldırımlarında ve dokunsalar ağlayacak kalabalık
gölgesinden kamburlaşmış yaşlı ve yaslı İstanbul yine ben sebepli sebepsiz
arşınlarken yolları.
Hüznün başşehri ve eşleştiğim her
semtte yine eşleştiğim farklı mizansenlerle kurdeşen döken trafik canavarına
çalım atarken bir yandan hızlı adımlarla yürüyüp bir yandan eşkâlimi boykot
ettiğim o gizemi yine ıssız yolların ki en tenha kaldırımlarda yüzümde kocaman
bir gülümseme ve karşılaştığım nice yabancıyı yüreğime sokma isteğim.
Rast geldiğim bir baba oğul.
Söylemekten imtina ettiğimiz lakin kromozom sayısını zihinde tahribat yarattığı
bir sağlık sorunu ama yüzlerinde her daim o güleç ifade lakin bu sefer hayli
yorgun iki insan ve ben usulca çocuğun başını okşayıp babasının da korkuyla
bana baktığı gerçeğini ansızın fark edip ani bir sızı ile gerisin geri kaçtığım
belli ki onlar da fazlasıyla incinmiş belki bizlerden katbekat.
Yüreğimin kayıp ritminde, benliğimin
falso bildiği her aykırı nizamda, sonradan görme bir mutluluğu da evlat edinmek
adıma, aklımı güncelleyip özel bir günü yaratma istemim belki de istem dışı
lakin her sokağa çıkmam bir olay belli ki; içimin sıcaklığında eritmekle
yükümlü olduğum o buzdağları eriyip de sellere sebebiyet verirken.
Kimine göre, görünmeyenin görünene
oranla kıskançlığını es geçip ben hulasa bir evrim geçirip yüreğimin evinde
konaklayan düşünceleri ve dostları hiçbir şeye değişmezken.
Artık hangi rakımsa benliğimin
alçalıp konduğu.
Hangi skala ise değerlendirilmeyi arz
ettiğim lakin dumura uğrayan bir çizelge mağduru.
Kimlik numaramı ezberlemekten imtina
edip belki de cep telefonu kullanmayı reddedip üstüne üstük geliştirdiğim
paranoyalarla kendimi kendime yabancılaştırdığım bir ömrün arka yakası ve işte
yazın dünyasının albenisinde ben sükûnetime sahip çıkmak kendimin kendime
yabancılığını da boykot edip defalarca yanıldığımı da kabullenmeme rağmen, bir
satır aralığına renkleri boca etmek adına…
Üstelik Cin Ali çizmek dışında hiçbir
sanatsal faaliyette bulunmadığım gerçeği sadece müziğin ruhuma işlediği bir
kuram yine fi tarihinde ailemin benden bir Mozart yaratma arzusu ve kocaman bir
fiyaskoya doğru sürüklendiğimden bihaberler iken.
Ufacık boyumla, okul ve piyano kursu
arasında mekik dokuduğum mazinin tozlarından kurtulamamanın verdiği hicap ile
ve evet, ruhuna rahmet okuduğum antika piyanom.
Yeni evime taşındığımda yine eve
sığamama sendromunu, hantal piyanomu satmakla giderdiğim ve yine piyanom
kamyona taşırken ben yaşlı gözlerle çocukluk arkadaşımı ebediyete uğurladığım
bu da yetmezmiş gibi aralıksız bir hafta rüyama giren parmakları kayıp piyano
öğretmenim ve bu yüzden hayatımda ilk ve son kez cansız bir nesneye aralıksız
bir hafta boyunca Fatiha ve rahmet okuduğum.
Zaman çok sancılı bir varsayım belli
ki ve sanatın idamesinde yine başarısız bir fani iken şahsım bu kez kaygılarımı
görememekten ötürü ben hala yüzmeyi bilmeden koca bir okyanusu aşma girişimim.
Ve yaralarım… içinden yoksunluk ve
gözyaşı barındıran ama nefretin irininden korkup gerisin geri kaçtığım kim
varsa.
Ve yine sevdalı olduğum nice insan
hatta nice yabancı yetmedi nice ölü.
Bir ölü kimliğine büründüğüm zaman
belki de yine an’ımı aşkla kucaklayıp, dünümü esefle yargılayıp, yarını ise
şimdiden tahayyül etme gayretimi gereksiz bulsam da hala hayallerle avuttuğum
çocuk ruhum.
Büyümeyi beceremediğim ve insanlar
sensin suçlu, demeye cüret edip de ben şaşkın gözlerle irkilip etrafımda
aradığım nice hemcinsim.
Kimliğimin kayıp suretinde ve aklım
hezimete uğrayıp da bir baba figürüne rast gelme ümidimin ara sıra dalgalandığı
ve içimde dikili bayrağı üç kere öpüp üç kere başıma koyduğum ve sadece tek
kişi başımı okşayan aslında yanlış bir tabir zira tek varlık O’nun varlığından
yüreğime dolan sükûnet ve emsalsiz mutluluk bir o kadar döşedikçe sayfayı ben
saten boya ile boyanmış bir kudrete şükredip kendimi dünyanın en mutlu insan
addedip hala nasıl oluyor da yıkılmadım, demenin cehaletiyle bu sefer af
dilediğim.
İmtina ettiğim ne çok duygu:
öncelikle kin ve nefreti yüreğimden atma gayretime rest çekse de kırgınlığım,
sevdiğim insanların yüzü suyu hürmetine defalarca gocunduğum hatalarıma toz
kondurup yine ıslah etmek adına nefsimi bu kez vazifelerimi ilk sırada yan yana
dizmenin verdiği heyecan ve mutlulukla ufkumu dünümle tehir etmekten sakınıp
bir o kadar an’ımı da kutsayan yüce Yaratan’a hamdı ettiğim.
Bir sömürge belli ki olumsuzluğun
seyrinde ben kendi cumhuriyetimi kurmak adına, bir, günü bir de yüreği süzgeçten
geçirip, en mutlandıran detayları genele yaymakla unutmak arasında gidip
geldiğim. Unutmak… hazanda baharı unutmak, kışta yazı unutmak ve yaşta yası
unutup gözyaşlarını mutluluğa devretmek.
Her yaşın nasıl ki ayrı güzelliği var
ve her yasın nasıl ki farklı bir ahengi var.
Sevgiye bulaşmış üstü başım, dememe
ramak kala alaycı bir cümleyi duymazdan gelemeyip mutluluğuma ket vuran hangi
zihniyetse yine boşa düşmüş duygularım yalpalarken ben hızlı adımlarla devam
ettiğim yürüme mesafemde bir koşu atı mahiyetinde yine rast geldiğim güleç bir
yüze itibar edip gönülden selamlamanın verdiği hazzı yaşatan Rabbimin bana
eşlik ettiği gerçeğini de defalarca terennüm etmem.
Ben ağladıkça gülümseyen bir ruh ve
gülümseyen ruhuma bir çizgi daha çizmek adına edindiğim o muteber ruh hali.