1
İndinde saklı
tutuyorum,
Sakıncaların
manifestosu bile en devingen nöbet…
Paye verdiğim
anlamsızlığı sorgulayan İlahi Adalet, tekil bir cümle payidar oluyor: Kâh derin
bir kuyuda kâh görünmezin sarkacı hibelerken aşkı ve sorgularken hayatı.
Dünden kalanlar
sofradaki kalabalığa yeter de artar bile.
Kalabalığın nüansında
refikası belki de en büyük tezat.
Su tabancama
doldurduğum mermileri sıktıkça evrene ve evren darıldıkça…
Yetmedi sancılandıkça
gece en doğurgan ve şatafatlı işkenceye maruz kalmakta evren. Doğan ikballer ve
taammüden cinayet işlediğime vakıf olup, başucuma yığdığım adressiz mektuplar…
Bir tane daha ve bir
tane daha… demeye ne hacet: Gölgeler bile muzdarip karanlıktan. Artık hangi
karanlık köşe ise istiflediklerimi bile gölgede bırakan.
Artık hangi daraltı ise
yürekte infilak eden…
Gerisini getiremediğim
ne çok şey var.
Aslında cümle kurmaya
bile yorgunken.
Annem sesleniyor yan
odadan:’’Sen daha uyumadın mı?’’
Gözlerim kan çanağı
oysa ve duyduğum değil gerçek olan bilakis duyumsadığım.
Duraksadığım cümleler
tüketiyor benliğim: Hâşâ! Ne büyük yanılgı ben tüketiyorum cümleleri ve
devingen harflere takıldıkça gözüm türetiyorum ölümü ve türevi ne varsa.
‘’Anne’’diyorum bile
bile cevap alamayacağımı ve tünüyorum ayakucuna.
Süzen gözler geldikçe
göz önüme ve infaz edilen neşem…
Alın işte, bir cümle
daha engelli doğuyor ve imge kaybından sizlere ömür.
Sahici mutluluklar da
mı bir yanılgı?
Yanan yürekte köz olan
esvabı yırtık o çocuk da mı?
Tarifsiz acılar
donatmış da evreni, kara delik açmış ağzını ve saçıyor salyalarını. Kayıp
donatılar, eciş bücüş evrimler, yarım hikâyeler ve ansızın nükseden o kapı
gıcırtısı ve derin bir inilti yine nükseden. Oysaki yalnızım evde ve
çoğalıyorum peyder pey tüketirken çocuk yanımı.
İnanamıyorum gözlerime:
Oysa daha bir saat evvel saymıştım soldan sağa ve demek ki; ya saymayı unuttum
ya da dalgınlığımın bir şakası.
Üçtü daha demin, evet,
daha üçtü ve eklenmiş dördüncüsü. Ne mi?
Siz bakmayın bana,
demek isterim ama kinaye yüklü kayıp yarınlardan uzanan bir umut eli işte. Daha
dündü elime aldığımda o yavru bedenlerinde tüyü bitmemiş cılız iki canlıydı
kafesimdeki muhabbet kuşları. Ne zaman büyüdüler de anne-baba olmaya karar
vermişler? Saydıklarım ise son üç günde yumurtladığı yumurta sayısı. Ama mutlu
değilim oysa senelerdir hayal etmiştim elimde sevmeye doyamayacağım yavru bir
kuşla muhabbet ettiğimi. Öyle ya: Annemin haberi yok bizimkilerin planlarından.
İsyan etmek istiyorum. Hâşâ!
Biraz daha mı ağlasam?
Annem ne kızar oysa.
Dar alanları oldum
olası sevmedim ve daralmakla itham ederken iç sesim.
Kovuşturduğum o
istimlâk edilmiş rahvan cümlelerin kayıtsız ve patavatsız çizelgesinde
işaretlediğim seçenekler:
a-dayan
b-göm
c-unut
d-uyu
e-asla pes etme
İyi de elimden gelen
sadece özümsediğim hicrana atıfta bulunan üç beş kelam ki o da duymaktan pek de
haz etmediğim.
Kanatları solgun
anılarım.
Anmakla daha da
hüzünlendiğim en sıkıntılı sürecin ayak sesinde gizlediğim korkularım aslında…
İşte, yine unuttum.
İşin aslı neyi unuttuğumu da unuttum.
‘’Unutmalıyız kızım.
Bak, ben çoktan unuttum ve şimdi sıra sende.’’
‘’Ya, içleri boş çıkan
yumurtalar ne olacak anne?’’
‘’Kuşlar bile unuttu
ölü doğan yavrularını. Tasası sana mı düştü?’’
‘’Seni seviyorum.’’
‘’O zaman artık büyü, e
mi?’’
‘’Deneyeceğim inan ki.
Hem bir daha yalnız bırakma beni.’’