Hayatın dökümünde, bitimsiz bir celp belli ki aşkı miğfer bilip tek yürek siperdeyken hem de tüm bağnazlığı ve metruk gölgeleri biteviye savsaklarken, iç sesin niyazı duyulmazın da ötesinde hor görülen bir varlığı, en nadide savunma mekanizmalarıyla soyutlarken kâh evrenden kâh gıybetin kucağında bitimsiz bir ihtiras ile sorgulanmak an meselesi iken.

 

Sanrılar belli ki şizofrenik bir kaygının izdüşümü olarak addedilmekte ve işte çıkış noktası: O’ndan geldik ve O’na doğru adımlıyoruz hayatı üstelik tüm patavatsızlığı beşerin yine gıyabında bir sürümcüme iken insanlığın ve sevginin ihlali.

 

Bir kıble iken yüreğin tezahürü ve en yanık türkü iken söylemekten imtina edilen işte gelip geleceğimiz nokta. Geride kalanlara Allah akıl fikir versin, demek belki de tek niyazı yüreğin, yeter ki donanımlı bir vicdanla nüksetsin beşerin tüm zaafı ve ne yazık ki vazgeçilmezimiz ego en yüksekte konuşlanmışken ihtiras ve söylence yüklü sayısız gölgeyi görmezden gelemezken…

 

Sonrası ya da öncesi aslında sükûtu ikrar bellemek.

 

Gönülsüz hangi tümce ise söylenmedik belki de sessizlikle imtihan oluyoruz ya da ayyuka çıkan zafiyet yüklü çırpınışı nefrete odaklı bir seyirde sevgiyi kutsamak bir yana sevgiden yana bağnaz bir boş vermişlikle mürit bellemişken kendimizi odağındaki tüm olumsuzlukları yine etrafa nakşetmekte en aykırı nizamda soluklanmak satır arası bir tecelli iken ağlatan ve ezen taraf.

 

Kazananlar mı kaybedenler mi?

 

Daha açık olmak gerekirse; hayatı sonsuz addeden bir zihniyet mi, asla ve asla kendini sorgulamaktan aciz ama gelin görün ki, görünene ve değer verene atılan bir çalımla tabir-i caizse içimizde saklı yaşama sevincini çalmayı marifet bilen…

 

Neye göre ya da kimlikleri hangi oranda soyutluyoruz ve yetmedi büyük bir pervasızlıkla işkillendiğimiz mahremiyetin özel kılınması gerçeğini yok sayıp anbean sorgulamak ve yermek hatta yerin dibine batırmayı görev bilmiş.

 

Pervazındayken kâh ömrün kâh günün ve çatık kaşlı bir isyanla dökerken eteğimizdeki taşları ya da döküyor muyuz da kendimizi sorgulamaktan bihaber mütemadiyen çevremizle ilgiliyiz?

 

Sorular ayan beyan ama ne yazık ki cevaplar da bir o kadar muğlâk ve büyük bir umarsızlıkla karaya siyaha boyuyoruz pamuk bulutları ve bir yerlerde kıstırılmış kalmış saf sevgiyi.

 

Sondan önce hangi hane ise yüklü olan bir adım öncesi ve milat bildiğimiz doğurgan bir bedenden üreyen canlı bedenimiz. Yine de cana can katmayı erteleyip, büyük bir özveri örneği ile kestiğimiz ahkâmlarla yargısız infaza mahkûm kıldıklarımız. Acınası zira tek yetkili merci tarafından aralıksız gözlem altındayız ve O’nun varlığını duyumsamaktan bihaber çalakalem hüküm vermekle bir kez görevlendirmişiz varlığımızı, tüm zafiyetlerimizi yok sayıp hep ama hep açık ararken bir diğerinde.

 

Hiçliğimin kıyısından seslenişim… Belkilerin hükmünde ve her keşke doğuran o tamlamanın yanına çentik atmışken…

 

Zevke meyleden bir ömür mademki helalim değil, gurur duymak acılarla ve pekişen hayat sevincimle büyük bir tezat içerisindeyim.

 

Soluklandığım şu beyazlık ve soyutlandığım onca gölge ki sahibini arayan ama her nasılsa gölgesine sahip çıkamayan imtiyaz sahipleri iken acıyı payidar kılan.

 

Ne çok zenginim ne de fakir.

 

Ne varlığıma vakıfım ne de hiçliğimle gocunuyorum.

 

Kâh ağlıyorum kâh sevince paralel koştuğum bir acıyı en yüksekte konuşlandırıp sessizliğin tok sesi ile adımlıyorum hidayet yolunu.

 

Sahipsiz ve dirayetsiz mi de yoksunluğum en anlamlı varlıkla pekişiyor?

 

Muzdarip olduklarım bu kadar mı pervasız da kıyamete siper etmiş sevgiyi, tüm bağnazlığı ve münafık reçetesiyle şeytana tapmayı meziyet bilmekte sayısız insan üstelik farkındalığını yitirmiş ama egosuna sıkı sıkı sarılmış…

 

Konumu gereği mi ruhsal statüsünü yok saymış da mı?

 

Yoksa hayat 5 N 1 K’dan mı ibaret?

 

Kolaysa çık/ın işin içinden.

 

Söz konusu etmeye değmez aslında çok şey aslında çoktan öte bir hiç olarak gördüğüm o kırık tekerim.

 

Döngüye ne muhalifim ne de soyutlanmakla mükellef bir izlekten ibaretim ama değer verip de görmemek akla zarar doğrusu yoksa pervasızlığın mı talip bu soruma da?

 

Ya benim talip olduklarım ama asla da talep etmediğim…

 

Aslında tek bir açılımı var tüm bu belirsizliğin: Kendini bilmekten geçiyor eksen de o hicap yüklü bekleyişimiz de.

 

Kanıksamaktan o kadar yorgunum ki ama bir o kadar da kanıksanmamak en büyük maruzatım yine somut ömürlerin soyut önyargılarına yığılan. Zaten ne çekiyorsak hep bu önyargılar değil mi?

 

Satılmışlığı belli ki hele ki çivisi çıkmışken, arz edip de ortak paydada buluşma imkânının olmadığı.

 

Her nefeste can verip yeniden can bulduğumuz.

 

Her gönülde yer edip, anlaşılma kaygısı güttüğümüz.

 

Her satırda ölüp ölüp, metnin sonunda yeniden doğumumu müjdeleyen o sevincin hafif meşrep gölgelere yaptığı gönderme.

 

Gölgeler… Adı sanı olmayan ve varlıkları yoksunlukları ile kınayan…

 

Sorular belli ki bir düşüşün en aykırı coşkusu hem de cana can katan o bitimsiz kaygı ve de adrenalinin etkisiyle, sahiplendiğimiz yaşama sevinci ki çaldıklarına kani olup büyük bir yanılgıya düştükleri. Mümkün mü şaşmamak ya da mümkün mü sahiden, yalnızlığı mağlup kılıp da yoksunluklara nüktedan bir kelamla rest çekmek?

 

Sevgiden üreyen ve tüm çekinceleri tek kalemde bertaraf eden…

 

Sonlanmadan bilemediğimiz ve her yeni umudu iple çektiğimiz ve sıkı sıkı kucakladığımız ne çok güzellikle hem de karanlığı yorgan gibi örtüp bir o kadar nefessiz kalıncaya değin yürekte saklı iken her niyazımız.

( Gölgeler... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 12.04.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.