Sessizliğin ve sükûnetin tam da ortasındayım her ne kadar üç beş silik gölge oynaşsa da dibinde başımı dayadığım o izafi ağacın. Kim bilir belki ben de onun kadar silik ve eşkâlsizimdir. Sahi kaç zaman oldu görmeyeli yüzümü her ne kadar aynadan alamasam da gözümü hele ki ruhuma ayna olmuş iken onca insan asla inkâr edemeyeceğim ve yaksalar da canımı. Ben, sen ve olmayan tüm çoğul varlıklar beni aralarına bile sokmaktan aciz ki acziyetimi her dem yüzüme vuran. Oysa sakindim daha beş dakika evveline kadar. Nasıl bir ruhum varsa koruyamadım sükûnetimi. Daha demin kaç kara haber aldım oysa uslu uslu karıştırıyordum ceplerimi olur da üç beş ziynet eşyası bulurum diye. Al işte, kırık bir küpe. Ya diğer teki nerede? Bulsam da bir şey fark etmeyecek ne zaman neye yettim ki bütüne tekabül ettiğime dair inancım kalmamışken.

 

Hep eksik bir yanım, hep tekil bir şahıs zamiriyim. İlla ki bir şeyler ters gidecek ve hayıflanacağım durduk yerde.

 

Gün de boş ömür de ayrı bir telaş sergilemekte her ne kadar görünen farklı addedilse de çoğunluğun nazarında. Emekler de heba oldu mu seyreyleyin. Zaten duygular çarçur edilmekte. Neyin neye denk geldiği mi önem arz eden yoksa o dengesizlik mi sürekli zuhur eden.

 

Dün bitti okuduğum son roman. Çok şey buldum kendime dair, demeyi çok isterdim. Ya da her insanda kendime dair bir şeyler bulmayı ümit ederdim… Nasıl bir kaos ise benliğimde kopan o fırtına bir yandan yakıp yıkarken hele ki o serzenişleri bir türlü bastıramazken. Kimin kiminle ilgilendiği mi yoksa üstümüze vazife olmayan bunca uğraşla niye iştigal ettiğimiz mi?

 

Sorular hâsıl oldukça ve bulamadıkça cevabını hayıflanmamak elde mi?

 

Sıradan bir gün diye başlamak her yeni güne ve gidişatın dozajındaki iniş çıkışları ayarlayamazken…

 

Yetememek mi yetinmek mi yoksa yeter diye bağırmak mı avaz avaz… Aslında hangi birini yaparsam yapayım illa ki bir sonraki şık ile kesişecek yolum.

 

Benzemek belki de bir gün evvelki bana ya da benzediğime bir türlü ikna olamazken gürültüye pabuç bırakmayan kim varsa… Ne çok sıfat ve ne çok edim her birimizin peşine düştüğü oysaki kendi yağında kavrulmak ne güzel olurdu ve nasıl da adilane olurdu herkes ve düzen nasıl da yeterdi her birimize düzensizlikten ve mutsuzluktan yakındığımız şu günlerde hele.

 

Derdim ya da derdimiz ya da dertlendiğimiz ve tüm gerçekler boydan boya serili olsa da önümüzde görmekten geri durduğumuz bir o kadar saklarken ve sakınırken gerçekleri yanlışı yine doğru diye yansıttığımız…

 

Bir sürü anlamsızlık ve bir sürü kopukluk. Çok insan ve az sevgi. Çok sevgi belki de tek yürekte yığılı. Niye her şey bu kadar karmaşık ve durağan ki?

 

Kim bilir an itibariyle dünyanın ve güzel ülkemin hangi coğrafyasında yine ne acılar yaşanmakta. Ben de gelmiş kendi derdime yanıyorum. Zaten artık imtina ediyorum yansıtmaktan. Ne de olsa aldım boyumun ölçüsünü. Kim için ne önem arz ediyorsa benim için de sizler de aynı ölçüde değerli veya değersizsiniz, deme yanılgısına asla düşmeyeceğim. Benzemek asla tercihim olmadı ne de olsa…

 

Telafisi olmayan bir sevdanın izdüşümü kadar yalın ve hicap duyulası.

 

Sıradan ne çok hikâye ve öznel, özerk bir dünyanın tek çürük meyvesi anlaşılma gayesi dürterken sessizce.

 

Günlerin getirisi hüzün, doğanın bir sunumu özlem ve korunaklı dünyaların sahip olduğu tek hazine o gizem.

 

Bir gün düşmek yola, düşerken başın önüne ve yeniden dirilmek sevginin mahcubiyeti örselese de anlamsızca.

 

Anlama yetisi köreldikçe daha duyarsızlaşmakta insan bir nebze de olsa zorlanmamak mümkün mü geride bıraktığı tüm o yükümlülük sızlatırken ve katmerli güller gölgelerinde solarken günbegün.

 

Salınımı ahenksiz, mantık ve duygular arasındaki o köprü temelden sarsılırken. Nasıl addedildiğiniz ise sırla yüklü bazen bir mahcubiyet bazen bir mağduriyet bazense yoksunluğu adlandıramadığınız o anlamsızlığın sır yüklü duvarlarında saklı iken ithaf ettiğiniz o yeknesak tutarsızlığıyla uzaktan selam verirken kayıp gölgelerin sitemkâr varlığı…

 

Ne çok yanılgı bir o kadar yükümlü kılınan ne çok yılgı. Sair ataklarıyla sürrealist tahakkümleriyle sefil bir aşkın sefil bir dönemecinde kayıp giden o güven duygusu. Nasıl da hicap duyulası ve nasıl da aciz, beden kıvranırken ruh nice ikilemce esir alınmış. Neyi ya da kimi zan altında bırakabilirsiniz ki çoktan kesilmiş iken hesabı o yargısız infaz neticesi.

 

Külliyen yalan, demek mi aslolan körü körüne inanmak mı ki aynadaki akisler bile nasıl da yanıltıcı kendinizden dahi şüpheye düşerken belki de adınızdan ve nitelendirme yetinizin köreldiğine dair ne çok varsayım.

 

İmgelerin yolsuz sırdaşlığı aslında sırnaşık bir mizaçla yakarken için için o derinlik bazen boğulmaktan alıkoyamazken boyunduruğunda zincirli bağımlılığınız sevgiye karşılık beklemekten alıkoyamazke n kendinizi zaman zaman…

 

Kelimeler yolsuz kalmış bir kez rencide edilesi bir mevsimin çağrısı yankılanırken arşı alada bir kez tüm söylenceler. Yadırganası yine de yadsıyamadığınız…

 

Duyumların ve tüm duyguların sefil sıradanlığında can bulduğu o anlatı dünyasında ne çok hatırat anıştıran satır arası imgelerde çetrefilli bir tahakkümle can verirken noktalama işaretleri. Noktayı koyamamanın verdiği bir yanılgı belli de sorularla muhatap olan o gizil tanıklığım bir adım ötesinde hayatın ve aşkın bir o kadar muzdarip yana yakıla çekimser mizaçları ile yol vermişim düşlere.

 

Derken sayfanın kıyısına düştüğüm o nota takılıyor gözüm tüm o tahakkümperver varlığıyla nöbet tutan ne çok gölge çağırırken adımı açmışlar kollarını ve mengene gibi sıkarken bağnaz sırlarımı.

 

Bağdaşmasa da hükümler bağ kurmasa da saklı izler ve bağımlı kılınsak da aşka o izafi tutumu ile göz kırparken bilinmezliğin kıyısından ve süklüm püklüm mizacı yordanası o gidişin.

 

Gidişlerin varlıksız sığlığı derinlere düşüren yol alınası ömrün kalan yarısı…

 

Hayatı resmetme kaygısı da taşımıyorum artık ne de olsa herkes farklı bir perspektiften odaklanmış seyrettiği kareye hele ki mademki müdahil edilmemişim anladım ki kendi filmimde başrolü oynamak düşmekte payıma. Ne de olsa figüran rolü bile tahsis edilmişken haricimdekilerin yazdığı senaryoda ben de sadece kendi hikâyemi yazarım.

 

Çalıntı bir senaryo da değil üstelik ne de yalanlarla örülü. Sadece bir insan hikâyesi perde perde yükselip alçalırken sesim yine de duyulmayan ve duyulmayacak olan tüm çabama rağmen. Tüm o edilgen ve gayri meşru zihniyetler nasıl yordasa da bilmem ve geri dönmemem başladığım noktaya tek yapmam gereken. İnancımı korumak ne de olsa beni bana yaklaştıran her ne kadar mütemadiyen görünmezden gelsem de…

 

Sükûtun o yadsıyamayacağım ahengi kıvamını tutturamadığım ve kendimi alıkoyamadığım ne çok gaile yine de şükretmekten bir saniye bile geri duramazken bazen unuttuğum ve tarafınca unutulduğum her kim ise bir yandan üstümü örterken bilinmezlik ve adlandıramadığım ne çok ikilem hem varlıkla hem yoklukla imtihan edildiğim. Süreç izafi ve yorucu olsa da tek gerçek payımıza düşeni yaşama zorunluluğumuz ve zeminin kayganlığı kaderin iştirakini gölgeleyemezsek de her ne kadar gölgelenip yaftalansak da sık sık. Keşke güneş hiç batmasa.

 

( Çok İnsan Az Sevgi... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 8.08.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.